Kaç yıldır aynı blokta oturduğum sadece selamlaştığım birisiydi o.
Ta ki o güne kadar. İnsanlardan olabildiğince kaçan ben, o gün konuşmaya, anlatmaya ve dinlemeye gönüllüydüm.
Çünkü kendimden bir şeyler bulmuştum…
Hayata bakışında, insanları anlatımında, saflık derecesinde inanmasında, hep bir umut beslemesinde, doğan güne duasında, yaşananların üzerine çektiği derin süngerinde, onda kalan güzel anları sahiplenişine. Üzüntüsünün üstünden ustaca sıyrılmasına, kendisiyle dövüşüne, karşı tarafa duyduğu insani toleransına…
Tek farkı, benden on yaş küçük olmasından doğan, her şeye dibine kadar inanma çabasıydı.
"Neden içimde bu kuşkuyla yaşayayım? Neden güvenmeyeyim?" diye isyandaydı.
İşte bu da tecrübe ve daha çok hayal kırıklığını yaşama evresiydi.
Daha olmamıştı bu anlamda, toy kalmıştı.
Ben de zaman içinde buna ikna olduğum için hep bir pay bıraktım.
İnsanlara tam olarak güvenmemek ve daha az hasarla kurtulmak adına.
Bunun için zamanında çok inanmak gerekiyordu.
Bir benzer yanını daha keşfetmiştim; kavanoz kapağını açmaya çalışan bana bile tahammül edemeyen, bir erkek edasında kalkıp "bırak ben yaparım" demesi bile beni andırıyordu.
Hayatın üstesinden gelmiş, her işini kendisi halletmeye alışmış bir anneydi o da.
Onun da adını 'sen güçlüsün, yaparsın' koymuşlardı.
İsmimiz bile aynıydı bu anlamda.
Bir kavanoz kapağı zorlamazdı onu, o neydi ki yaşanmışlıklarının yanında.
Yıllar sonra anlattığı hikayelerindeki kronoloji ile denk gelmelerimiz, renkleri kullanımlarımız, onun da kitap yazma telaşı, müzikle iç içe olması daha neler neler.
Uzun yıllar sonra kendime rastlamam iyi oldu.
Oysa çok ümitsizdim, sevdim karşıdaki kendimi.
İyi ki sohbet etmişiz.
Hoş geldin sen…
Sevgilerimle
Belgin Baykal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder