Ben bazen bu belgeselleri neden izliyorum bilmiyorum.
Kendi ruh halime ihanet ettiğimi hissediyorum.
Ama bir yanım da o yaşananları inkar edemezsin diyor ve geri dönemiyorum.
Bir emir, bir söz, bir bakış… ve bir anda başlayan yıkım.
Kiminin adı tarihe “lider” diye geçti, ama arkalarında yalnızca suskun duvarlar ve isimsiz mezarlar kaldı.
Diktatörlerin sesi yüksek çıkar, ama en sessiz harfler en derin acıyı bırakır.
“Temizleyin, saldırın, savaşın, öldürün.”
Sadece ruhları harap olmuş kimliklerin çıkardığı bu sesler yüzünden, binlerce insan bir anda ortadan kayboldu.
Çünkü onların varlığı, birinin sabah kahvesine gölge etmişti.
Başka hayatların yaşadığı alanı tamamen kendisi istiyor ve koşulsuz itaat bekliyordu.
“Sustum, çünkü başka çarem yoktu,” dedi baba.
“Gülme oğlum, sesini hatırlarlar,” dedi kaygılı anne.
Ve bir çocuk, büyümeden önce korkuyu ezberledi.
Tarih; korkuların, çaresizliğin ve kayıpların, günümüze yansıyan ağır bir ağıtıdır.
Yıkılan hayatların izinde, belki bir umut filizlenir diye düşünür insan…
Ama bugün, geriye kalan yalnızca unutulmuş çığlıkların derin hüznüdür.
İzlediğim her belgesel, içime bir başka ağırlık bırakıyor.
Çünkü dünya, hâlâ dersini almamış bir öğrenci gibi,
aynı hataları farklı kılıklarda yeniden sahneye koyuyor.
Ve evet…
Bazılarının sonları tarihte hiç de iyi bitmedi.
Ama buna rağmen birileri,
aynı rollerle yeniden sahneye çıkıyor,
ve farklı sonla yine alkış bekliyor.
"Tarih bağırır, ama biz artık fısıltıya bile sağırız."
Sevgilerimle,
Belgin Baykal
