Ne zamandan beri kendisini bu kadar kötü hissetmemişti.
Vücudunun her kemiği ayrı ağrıyordu sanki.
Aniden ne olmuştu böyle!
Bu halsizlik, bu mide bulantısı da neyin nesiydi?
Kendisine kötü bir şey olacak diye çok korkuyordu.
Hemen bilgisayarını kapatıp işten erken çıkmıştı.
Eve gittiği zaman her zamanki gibi eşi karşılamıştı.
Ama bir farklılık vardı.
Yüzünde tuhaf bir bakışla endişe doluydu.
Onun bu yüzünü görünce paniğe kapıldı biraz, tedirgin bir şekilde içeri girdi.
-Ne oldu? Neden öyle bakıyorsun? Dedi korkak çekinen bir sesle.
-Hasta mısın sen? Diye sordu hemen eşi.
İşte anlamıştı artık, bu kadar yüzümden belli olduğuna göre bayağı ciddiydi durumum diye düşündü.
-Hadi gir içeri hemen, ılık bir duş al, ben sana güzel bir çorba yapayım dedi.
O çorba lafını duyunca iyice çökmüştü, 'kötü olmasam niye durup dururken çorba yapsın. Hem de o içine tavukları ve sebzeleri doldurduğu meşhur hasta çorbasından' diye düşündü.
İçinden konuşmaya başlamıştı...
-İşte biliyorum kötüyüm, daha da kötü olacak her şey…
-Ağrılarım da artmaya başladı, hafif ateşim de var sanki.
-Off neler oluyor bana böyle?
-Yarın yapılacak bir sürü işim ve görüşmelerim var. Ben kolumu bile kaldıramıyorum.
İşte yine o ses…
-Oğlum babanı yalnız bırakalım biraz dinlensin, sen al arabanı gel odanda
oyna.
"Yine tedbir alınıyor, bu kadın ne zaman oğlumu benden uzaklaştırsa ben hastanelik oluyorum. Kesin hissetti bir şeyler…"
-Niye yolluyorsun çocuğu? Bırak oynasın, bir zararı yok bana diye inleyen bir sesle çıkıştı.
-Olsun! Sen şimdi dinlen güzelce, çorban da olmak üzere...
-Yüzünde iyi maşallah sarı filan değil,
-Haydaa! Ne sarısı, ne yüzü ya?
-Niye sarı olsun, daha önceden sarı mı oluyordu?
-Yok rengi iyi demek istedim. (Allah'ım sana geliyorum dedi içinden)
-Doğruyu söyle bak! Başım ağrıyor zaten, çok halsizim.
-O zaman doktora gitseydin, hemen bir iğne yapardı toparlardın.
-Çok biliyorsun sen, hemen doktora git, iğne yapsın.
-At mıyım ben? Normal iyileşemez miyim?
-Biraz at gibisin, her gün koşturuyorsun ya, ondan dedim 'öfkeli at' hatta.
-Off... Tamam sus! O sesin başımda çınlıyor.
"Eskiden bu sesi duymak için sürekli arardın" dedi gülümseyerek.
Hafif çıkmış sakallarını kaşıyarak baktı eşinin yüzüne;
-Üstüme gelme bak! Kırarım kalbini…
Eşi de umursamaz tavırla devam etti.
-İnan hiç kırılmıyor! Senin iyileşme tarzın bu, alıştım yıllardır.
Bir yandan inliyor, bir yandan karısına çakmak çakmak kızarmış gözlerle bakıyordu.
Yine kıyamamıştı yaramaz oğluna;
-Hadi soğumadan güzelce iç çorbanı, şu soğuk algınlığı ilaçlarını da al ve yat.
"Sakın o hasta sesini duymayayım" dedi, kafasını okşayıp öperek.
Karısının yüzüne bakarak 'tamam' dedi. Neye tamam dediğini de çok anlamamıştı. Sadece iyi gelmişti bu sözler.
Annesini görmüştü karşısında, şefkatini hissetmişti sanki, yatışmıştı birden.
Gece boyunca terlemiş, sabah duşunu alıp işine gitmişti bile.
Bir soğuk algınlığı krizi en iyi şekilde idare edilerek mutlu sonla bitmişti.
Eşi arkasından dua etmişti, "Ne olur Allahım o hastalanmasın, ben hasta olurum onun yerine" diye.
Bir daha ki yazım, bir kadın hasta olursa… Dua ederken dikkatli edin. )
Sevgilerimle,
Belgin Baykal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder