Duymak istemediğimiz her gerçekte,
yalanlar ne kadar rahatlatıcı bir değer alır.
Her zaman hazır olamayız gerçeklerle yüzleşmeye.
Bazen dua ederiz:
“Ne olur yalan olsun” diye...
Sonuçların bizi ne kadar etkileyebileceğini düşünemeyiz.
Ne yapacağımızı bilemeyiz.
Olaylar karşısında,
o mucize kelimeleri bekleriz.
Yani bizim duymak istediklerimizi…
Karşı tarafın dürüstlüğü rahatsız eder bizi.
Gözlerinin içine baka baka yalan bekleriz.
Uzun zamandır seni görmeyen bir arkadaşınla karşılaşırsın…
Sana, “Hiç değişmemişsin, hiç yaşlanmamışsın” der.
İşte bu, koca bir yalandır.
Sadece iyi görünmek ve bakımlı olmak fark yaratır.
Ama yaşlanmamak mümkün değildir.
Fakat bunu duymayı severiz.
Peki ya tersi?
“Ne oldu sana böyle?”
“Neler yaşadın da bu kadar çöktün?”
“Gerçekten çok yaşlanmışsın…”
deseler…
Nasıl hissederiz?
Berbat değil mi?
Ya da bir ilişkiniz var.
Aldatıldığınızı fark ettiniz.
Geçtiniz karşısına, sordunuz.
O an, duymak istediğiniz tek şey:
“Hayır, asla! Yanlış anladın.”
Ama ya şöyle derse:
“Evet, seni aldattım.
Uzun zamandır bir ilişkim var.
Onu çok seviyorum.”
Bu gerçekle ne kadar baş edebilirsiniz?
Bu sözleri nasıl hazmedersiniz?
Her ilişkinin sonunda kalan,
gidenden açıklama bekler.
“Şunu deseydi, bunu yapsaydı,
gerçeği söyleseydi...”
Ama sonuç değişmez.
Ne yapılırsa yapılsın,
her zaman bir eksik aranır.
“Bana doğruyu söyle” derken bile
aslında yalan bekleriz.
Hoşumuza gidecek, içimizi rahatlatacak bir yalan…
Çünkü gerçek,
dolu gibi bastırır.
Serttir, acımasızdır.
İnce ve hassas ilişkilerde,
insanları üzmemek adına yalan güzeldir.
Acıyı azaltır.
Karşı tarafa kendini iyi hissettirir.
Dürüstlüğe ters düşmeyen,
yumuşak geçişli yalanlar…
“Bana yalan söyle…
beni sevdiğini anlayayım.”
Çünkü yalan da bir düşünce biçimidir.
Sevdiklerine zarar vermemek için söylenir.
“Ben yalana inanmam” diyenler bile…
Aslında bu da koca bir yalandır.
Sevgiyle kalın…
Belgin BAYKAL
