11 Ağustos 2021 Çarşamba

Aile Olmak!





Evlerin bir gizemi vardır. İçinde neler yaşanır, kimse bilemez — yaşayanların dışında. Yaşayanlar da bildiğini sanır. O odalar, o kapılar, o duvarlar neler gizler… Evin içinde bile bölünmeler olur, taraflar seçilir. Ortada bir sır vardır; herkes bilir ama birbirinden saklar. Ya da ortaya çıkana kadar, sakladıklarını sanırlar. Bizim evde; üç kız kardeş, anne ve baba arasında Babam kendini hep yalnız hissederdi. Bu yalnızlığı, demokrat görünümlü diktatörlüğüne borçluydu. Çünkü ona her şey anlatılmazdı; Olay çıkarabilme potansiyeli fazlaydı. Ama babamın bir başka yanı da vardı: Büyük olaylarda olgun davranırdı. “Babam duyarsa bittik” dediğimiz şeylerde Biz bitmezdik. Babam gerçekten baba olurdu. Yine de bizimle ilgili hiçbir olumsuz hikâyeyi unutmazdı. Olmadık zamanlarda hatırlar, mutlaka hatırlatırdı. En sevdiği şey, olmadık şeylerden sorun çıkarmaktı. Ya da hayatımızı yerinden oynatacak kararlar almaktı. Orta üçteyken aynı yıl üç okul değiştirmiştim. Çünkü babam “öyle olması gerektiğini” söyledi Ve şehir değiştirdik. Kendince haklı nedenleri vardı mutlaka — ama kendince. En mutsuz senemdi. Sonunda pişman olup aynı yıl geri dönünce, Kararının ne kadar gereksiz olduğunu bize tatbikatlı anlatmış oldu. Üçüncü okuluma kavuşmuştum, ama ne zorluklarla. Yakınmalarıma hiç aldırmazdı: “Okuyacak çocuk her yerde okur,” der geçerdi. Şimdi aileler çocukların psikolojisini düşünürken çok gülüyorum. Bizim psikolojimizi bozmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Ama yine de sağlam kalmaya çalışmıştık. Aynı aileden kardeş olarak aynı mı çıktık? Tabii ki hayır. Farklı karakterlerdeydik. Olaylara verdiğimiz tepkiler de öyle… Kardeşliğin en güzel yanı, Olumsuz durumlarda bir olabilmemizdi. Her şeyi kendi aramızda konuşurduk. Ama bazen biz bile ikiye bölünürdük. Taraflar her gün değişebilirdi. :) Babam, sadece idare ettiğimizi sandığımız biriydi. Ama her şeyi bilirdi aslında. Ya da sakladıklarımız eninde sonunda ortaya çıkardı zaten. “Bir de kimse duymasın” olayımız vardı… En komiği oydu. Bir şeyi anlatırken hep şöyle başlardık: “Sakın kimseye söyleme!” Sonra bir bakardık, herkes biliyor. Nasıl bu kadar hızlı yayılırdı, biz bile şaşırırdık. Kardeşler arasında kıskançlık duygusunu yıllar sonra öğrendim. Bizim bir yerlere gitme ihtimalimiz bile Saklanmalı, paylaşılmamalıymış meğer. Çünkü bizim aile mutlu insan sevmiyormuş. :) Hep sorunlu ve hüzünlü olmalıymışız. İnsan psikolojisinin Ne kadar kolay bozulup, Ama ne kadar zor tamir edildiğini Sevgili ailem sayesinde anlamıştım. Aile olmak güzel… Ama gerçekten bir aile olabiliyorsak, değil mi? Belgin Baykal

25 Temmuz 2021 Pazar

Gittikçe Bana Benziyorum



Yeni açılmış bir mekân, oldukça kalabalık…
Kültür olarak arada kalmış…
Bir yanda caz müzik çalıyor,
Diğer yanda çoluk çocuk kalabalık aileler,
Serpme kahvaltılar eşliğinde serpilmişler,
Hiç görmemiş gibi yiyorlar.

Ben de akvaryumun en sakin kaya diplerinde yaşayan
Beta balığı gibiyim.
Kendime kuytu bir yer arıyorum,
Alt tarafı küçük bir kahve molası için.

“Arada insanlara karış” diyorlar,
Söz dinliyorum ve karışıyorum,
Sonra mutsuz olup söylenerek evime dönüyorum.

Beni mutsuz eden şeylere neden karışmak zorundayım,
Bunu sorguluyorum.
Sonra
"Karışmasaydım mutluluğun ne olduğunu bilemezdim" diyorum.

Kendimle nasıl bir iletişim kurduysam
Her sorunun cevabı da bende, gördüğünüz gibi. :)

Acılar, üzüntüler, hastalıklar bize hep derstir.
Hayat; mezun olamadığımız,
Her gün şaşırdığımız
Ve yeni yeni bilgileri almak için
Sürekli mücadele ettiğimiz büyük bir okul.

Ya hiçbir şeye kafa yormadan “ot” gibi yaşarsın
Ya da dibine kadar gerçeğe ulaşmaya çalışırsın.

Ama galiba ortalarda bir yerde mutluluk…

Ne çok fazlasını öğreneceksin
Ne de çok azıyla yetineceksin.
Ne çok fazla kazanacaksın
Ne de "bu ayı nasıl geçireceğim?" diye düşüneceksin.

Sana zarar verecek arayışların olmayacak mesela…

Mutsuzsan adını koyacaksın
Ve hayatını ona göre şekillendireceksin.
Mutluysan başkalarını mutsuz etmek adına
Mutluluğu aramayacaksın.

Kiminle oynarsan bu oyunu umarsızca,
Bir gün seninle de hayat oynar.

Hayatın bir karması var.
Ben başıma gelen her şeyde geçmişe gidiyorum.
Kime ne yapmıştım,
Kimin kalbini kırmıştım da
Şu an bununla yüzleşiyorum diye.

Gerçekten de yine buluyorum:
Kırdığım yerden kırıldığımı çok gördüm.
Hâlâ da bitmeyen bir karmanın içindeyim.
Ama daha güçlüyüm…

Ben güçlü doğmadım mesela.
Benim kanatlarımı kırmaya çalışan insanlara rağmen
Ben yaralı bereli uçmayı seçtim.
Acizliği hiç sevmedim.

İnsanların bana yaptıklarıyla değil,
“Ben ne yapabilirim onun için?” diye
Defalarca aynı yerlerde oyalandım.

Bunu onlar için yapmadım aslında.
Yine kendi huzurum için yaptım.

Ben bununla mutlu oluyorum.
Böyle de devam edecek sanırım.
Kuyruk dik,
Hasar büyük
Ama kontrol altında…

Sevgilerimle,
Belgin Baykal

12 Temmuz 2021 Pazartesi

Akıştayım Yine




Bazen başka havada olurum ben,

Sen klasik müzik dinlerken,

Ben batıralım mı bu dünyayı?

Batsın bu dünya diyelim mi diye haykırırım,

Arabesk kaçar ruhuma,

Çığlıklarımız aynıdır aslında,

Bazen ben sen olurum, gelir Vivaldi ‘dört mevsim’ kulaklarıma,

Ya da Hauser, ‘Adagio’ ile dağıtır tüm ruhumu derinlerde,

Bir kız çocuğu ağlar çaresiz içimde,

Anlatamam ki bu hayatı, ben de çözemedim diyemem ki…

Sadece sakin kal, mutlu kal..! diyebilirim.

Her söylenene inanma!

Araştırmadan yargıya varma!

Bilemezsin kimsenin ne yaşadığını derim,

Sonra dönerim yine kendi hayatıma ve yaşanmışlıklarıma,

Sen hızlı hızlı yüzüp karaya ulaşmaya çalışırken,

Ben kendimi sırtüstü bırakırım sulara,

Nasılsa bildiği gibi sürüklemeyecek mi beni kıyıya,

Gerek yoktur senin gibi çırpınmalara, kendini yormaya,

Daha önce yorulduğum için bilirim…

Hayatın dengesini ben bozamam,

Ama o benim dengemi bozabilir ona karşı gelirsem,

Ben teslimim her şeyimle ama sağlam ilkelerimle,

Bak buradayım, koyvermişim kendimi akışa.

Sakin, dingin derin sularda…


Belgin Baykal


6 Temmuz 2021 Salı

Gidemem Bu Şehirden





Hani benim yerime koy kendini diyorsun ya,

İşte! Ben bir hayatın üstüne bir hayat daha koyamıyorum,

Hani benim gibi düşün diyorsun ya!

Kendi düşüncelerimle baş edemezken, senin gibi nasıl düşünürüm?

Çıkmazda benim yollarım, oklar hep beni gösteriyor.

Yalnız, dimdik, yıkılmaz bir tabela gibi…

Bir gün terk edip gideceğim bu şehri,

Ama içim el vermiyor, gittiğim yerde yine 

benimle karşılaşmayacak mıyım?

İçimde yarım kalmış sevdalarımla başka şehirde güne

başlamak bana iyi gelir mi sanıyorsun?

Senden kaçarken benden nasıl kaçacağım?

Peşime düşmez mi tüm terk edişlerim, edilişlerim.

İçimi yakmaz mı başka şehirde yağan yağmur, açan güneş.

Aynı şehirde sensizlik bile güzel!

Kaçtığım her yerde seni görmek ister gözlerim,

Hayal de olsa bir umuttur işte!

Beni bulmanı istemez mi yüreğim?

Bulsan ne olacak o da ayrı…

Kendisinden başka kimseye güvenmeyen insan, 

sana kendini teslim eder mi sanıyorsun?


“Uzaktan sevmek en güzeliymiş” dememiş mi Cemal Süreya?

“Öyle uzaktan seviyorum seni

Kırmadan

Dökmeden

Parçalamadan

Üzmeden

Ağlatmadan uzaktan seviyorum”


Belgin Baykal

16 Haziran 2021 Çarşamba

İyi olmak mı, kötü olmak mı?








İyilik ve kötülük bir seçimse, hangisini seçerdin? Kalbinde hangi duyguyu besliyorsan, ona yakın olanı değil mi? Doğduğun dünya, yaşadığın hayat ne kadar kötü olursa olsun, içinde bir yerlerde bir iyilik kalmıştır. Ama o duyguyu olmadık bir canlıda gösterebilirsin. Kimsenin sevmediği ya da bakmadığı, hor gördüğü… Kendi yaşadıklarınla onu eşitleyip, daha yakın hissedebilirsin. Hapishanede hamam böcekleriyle dostluk kurmuş mahkûmları, yılanlarla aşk yaşayan insanları düşününce durum tam da
böyle geliyor insana. Ruh sağlığı, bütün hastalıklardan daha tehlikeli bana göre. Tedavisi de kişinin isteğine bağlı maalesef. Ya başkaları tarafından hasta edilen, ya da başkalarını hasta eden insanlar… Artık ne kadar arttı bu durum. En kötüsü de farkında olmamak! Yıllarca iyilik yapan ve kendisini buna adayan kişiler
hep aynı itibarı görür: “O iyidir, o yapmaz, ona güvenirim...” gibi başlar sözler. Bir gün bunlardan vazgeçip kendi hayatına bakarsa, istedikleri gibi davranmazsa hemen dışlanır. Eski yaptıkları bile unutulur. “Bu eskiden böyle değildi, bir şeyler oldu, aman ne hâli varsa görsün”
diye yok sayılır. Kötülük de bunun gibidir… Yıllarca yolunu kötülükten yana kullanan, herkese maddi manevi zarar veren bir insanın aniden değişmeye karar vermesi, iyi insan olmaya çalışması çevresi tarafından takdir görür. Hatta yeni kimliğine ve değişimine itibar gösterilir. Günün sonunda iyi ve kötünün eşitlendiğini, hatırlanan şeylerin son yaptıklarınız olduğunu biliyor musunuz? Yıllarca okulda tembellik yapıp çalışmayan bir öğrencinin, son sene çalışıp takdirle geçmesi gibi... Hemen çalışkanlar arasına alınıp puanı da yükseltilebilir. Diğer taraftan, yıllarca hep aynı çizgide çalışkan olan öğrenciyle eşitlenir. İş hayatınızda size sürekli kötü davranan bir yönetici düşünün. Hayatı burnunuzdan getirmiş, yaşam sevincinizi çalmış, sizi işinizden soğutmuş… Ama bir gün işe geldiği zaman size bambaşka davranmış; yaptığınız işi övmüş, size teşekkür etmiş ve ertesi gün bir de dinlenme izni vermiş. O an, her gün size iyi davranan diğer yöneticinizden daha çok mutlu eder sizi. Bunun nedeni; iyi insanı zaten elinin altında görmekten geliyor. Ona çok fazla bir şey yapılmasına gerek yoktur! O zaten her şekilde iyi davranır. Hatta bu iyiliğinden dolayı suistimal edilip, daha kötü davranışlarla karşılaşması da büyük olasılıktır. Tıpkı yapılan iyilikleri unutmak gibi, yapılan kötülükleri de unutmak mümkün demek ki... Aynı durum, bir ailenin bir engelli, bir de normal çocuğunun olması gibi. Engelli çocuğun iyileşmesi, her gün yeni şeyler yapabilmesi, ailenin mutluluk kaynağıdır. Ona çok özel ilgi gösterilirken, diğeri unutulur. O sırada normal doğmuş çocukları, ağzıyla kuş tutsa bile onun gördüğü ilgi ve şefkati göremez. Çünkü “normal”dir ve ondan beklenen budur. O zaten başarılı olmak zorundadır. Ama ona böyle davranarak, ruhunda ne büyük hasar yarattıklarının farkında bile olmazlar. Böyle zamanlarda çocuklar dikkat çekmek için her türlü kötülüğe yönelebilirler. Takdir görmek, bir şeyler başarmak için daha da batabilirler. Yaranma ve memnun etme isteği de gelişebilir. Ona kötü davranan kişileri memnun etme ve takdir görme çabasına girebilirler. Kendi mutluluklarından bile vazgeçerler. Durum böyle olunca, iyilik kavramı da kişiye özel bir hâl alıyor. Yani kendini iyi hissettiğin yol hangisi ise, onu tercih ediyorsun. Hayatın dengesi yok. Neler yaşayacağını, başına neler gelebileceğini bilemezsin. Karşılaştığın zorluklar karşısında seçim senin elinde. İyi de olabilirsin, kötü de… İç sesin seni yönlendiriyor, yani beslediğin duygular… Sana kötü davranıldı diye tüm dünyayı yakmak yerine, tam tersini de yapabilirsin. Ya da hayatın boyunca sana iyi davranıldığı için bunları hak ettiğini sanıp şımarmamalısın. Başka yaşamlara bakınca, bunun senin için bir şans olabileceğini de düşünebilirsin. Yaptığımız her davranıştan biz sorumluyuz. Başkalarına yardım ediyorsak, kendimizi iyi hissettiğimiz içindir. Ya da kötü davranıyorsak, bu artık bizim kendimizi ifade şeklimizdir. Ama doğru tektir: Bu hayatı iyilik ve sevgi kurtarır. Sizi de tabii… Belgin BAYKAL

30 Mayıs 2021 Pazar

Sadakat Kontrol Edilir mi?




Sadakat denilince akla sadece ikili ilişkiler gelmemeli!

Bu, her şeyi içine alan bir duygudur.

En yakınlarına bile davranışın, şeffaflığın,

onlara karşı duruşun ve zarar gelmesini istememen de sadakattir.

Birisinin size sonuna kadar güvenmesi,

her konuda “O yapmaz” düşüncesi,

sizin ona verdiğiniz güvendir; yani sadakatinizdir.

Peki, sadakat kontrol edilebilir mi?

Ya da ne kadar edebilirsiniz?

Bu bana göre içten gelen ve çevreyle şekillenen bir durumdur.

Yani içinizde olan bir şey,

siz çıkmaza düştüğünüz zaman ortaya çıkar.

Kötü olan şeylere zaafınız varsa, işiniz daha da kolaylaşır.

Sadece mazeretlere ihtiyaç duyarsınız.

“Sor bakalım niye yaptım?” der gibi…

Mutsuz, itibarsız, güvensiz, aldatılmış ya da aldanmış,

kompleksli kimselerde daha kolay başlayabilir.

Çünkü ruh ve nefsi buna hazırdır.

Çevresinde bu duygudan uzak kimseler varsa,

yanılması ve hata yapması daha da kolaylaşır.

Kaybedeceklerine değil, kazanacaklarına odaklanır.

Anlaşılmayacağını ya da küçük aldatmaların 

ne zararı olabileceğini düşünür.

Zamanla bununla yaşamaya da alışmaya başlar.

Artık yalan söylerken de zorlanmaz.

Önce kendisini ikna eder — gerçekmiş gibi 

anlatması için bu gereklidir.

Hatta onun için bir oyun halini alır.

Ta ki olaylar istemediği yere gelene kadar…

Sadakat ve güvenilirlik bir konfordur aslında.

Karşılıklı olursa asla yıkılmazsınız.

Üstünüze atılanlar bile sizde kalmaz.

Doğru ve güvenli bir hayatı seçmeniz,

sizin mutluluk anahtarınızdır.

İş hayatınızdan aile hayatınıza kadar her şey yolunda gider.

Çünkü yanlış bir şey yapmamışsınızdır.

Güvenin olduğu yerde, zamanla özgürlük başlar.

Kimse sizi kontrol etme ya da şüphelenme riskine bile girmez.

Son derece emindir.

Ama sadece sizin emin olmanız yeterli olmaz.

Sizin de karşı taraf için aynı olmanız gerekir.

Yani sonuna kadar güvenilir olma hâli...

O zaman ilişkiler daha güzel,

hayat daha yaşanabilir bir hâl alır.

Sadakatsizlik, mutsuzluğun temelini atar.

Bu duygulara yatkınsanız, uzak durmak için elinizden geleni yapın.

Kaybedecekleriniz, kazanacaklarınızdan çok daha ağır olabilir.


Sevgiyle ve sadakatle kalın…

Belgin Baykal

1 Nisan 2021 Perşembe

Suçlu Ebeveyn Olmak!







“Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı asla unutmazmış.” Hepimizin çocukluk dönemi kurdun kışı gibidir. Bir sürü hasar alırız; kimisini atlatır, kimisini bir türlü aşamayız. Kocaman insanlar oluruz: iş sahibi, eş sahibi, hatta çocuk sahibi… Ama yine de o çocuklukta yaşanan her ne ise, yakamızı bırakmaz. Çok güzel bir çocukluk geçirmişizdir belki; annemizin babamızın hayatlarının tam ortasında, gözlerinden bile sakındığı, korumalı ve zenginlik içinde… Belki de aile kavgalarının ve şiddetin olduğu bir evde, hep dışlanarak… Belki boşanmış bir anne babanın arasında kalarak, tüm duyguları tüketilmiş, “koruyalım” derken daha çok zarar verilmiş biri olarak… Ya da çok küçük yaşta çalışmak zorunda kalmış, eğitimini tamamlayamamış ama hayatı erken yaşta öğrenmiş biri… Belki çok uzak bir köyde, mahrumiyet ve yokluk içinde, törelere boyun eğerek… Ya da çok kalabalık bir ailede, adının bile hatırlanmadığı, tek derdin namus ve geçim olduğu bir evde büyümüşüzdür. Nasıl yetiştirilirsek yetiştirilelim, geçmişte bizi yaralayacak ve bugüne taşıdığımız bir derdimiz olacaktır. Hayatın içinde kendimizi ne zaman yetersiz hissetsek, ilişkilerimizde ya da işimizde başarılı olamazsak, ilk aklımıza gelen; anne ve babamızın bizde yarattığı psikolojik etkiler olur: – Babamı dinlemeyecektim… – Annem beni rahat bırakmadı… – Beni çok serbest bıraktılar ya da nefes aldırmadılar… – Onları çok küçük yaşta kaybettim. Bu yalnızlığı hak etmemiştim… – Beni zaten hiç sevmediler; ben onların hayal kırıklığıydım… Ya çok sevilmekten, ya ilgisizlikten ya da fazla korumacılıktan şikâyet ederiz. Ve suçlanacak kişiler bellidir: Anne ve baba. Elimizde tutunacak bir acı aramaktır aslında yapılan. Gerçekten çok hatalı ebeveynleri geçiyorum ‘Kırmızı Oda’ misali… Onları aşıp bugüne gelmiş bir insanı ancak mutluluk

yıkar diye düşünüyorum. Çünkü bilmediği tek duygu odur. Bir de yaptığı her şeyi başa kakan, beklentili ebeveynler var: – Bizde evlat mı var? – Başkasının çocukları her gün arıyor annesini babasını! – Hiçbir faydanızı görmedik, daha bizden ne bekliyorsunuz? Çocuk, Allah’ın bir hediyesidir. En iyi şekilde yetiştirmek, ailenin görevidir. Ama mutlu olur ya da olmaz; bu da yetişen çocuğun karakteridir. İki taraf da üzerine düşen sorumluluğu bilirse ve sahip olduklarına değer verirse, geçmişte yaşananlar günümüze daha az yansır. Bize yapılanları değil, yapılmayanları görmek... O zamanın şartlarını unutup, günümüzle kıyaslamak… Hoşgörüyü ve merhameti unutmak… Bizi mutsuzluktan başka bir yere götürmez. İyilik yapın, iyi düşünün ve çalışın. Başarının ve mutluluğun sırrı budur. Sevgilerimle, Belgin BAYKAL

Ezik Demeyin Kimseye

Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...