2 Aralık 2021 Perşembe

Tanıdık Bir Yüz



Hiç, bir gün bir metroda, markette ya da deniz kıyısında

yürürken kendinize rastladığınız oldu mu?

Tıpkı aynada birdenbire kendinizle göz göze gelmek gibi… Ama bu sefer dışarıdan bakarak:

Nasıl birisiniz gerçekten?

Sıkıcı mısınız? Söz kesen, başkalarını dinlemeyen biri mi? Yoksa nazik ama kendini ezdiren biri mi? Sevilmek için kendini yoran, Yalnız kalmamak uğruna her şeye katlanan biri misiniz? Yok sayıldığınız halde “beni fark etsin” diye uğraşan biri mi? Yoksa hep veren ama hiç almayan? Belki de tam tersi… Kendini merkeze alan ama karşısındakini yok sayan biri? Hiç düşündünüz mü: Sizin gibi biriyle arkadaşlık eder miydiniz? Hayatınıza sizi alır mıydınız? İnsan çoğu zaman kendine kördür. Ama bir gün, dürüstçe aynaya bakmayı başarırsa, Değişimin ilk adımını da atmış olur. Çünkü çevremizdekiler sürekli kötüyse, Belki de aynaya bir kez de oradan bakmak gerek. İnsanlar neden sizinle uğraşıyor? Yoksa siz mi öyle zannediyorsunuz? Birini sevmiyorsanız, büyük ihtimalle o da sizi sevmiyordur. Çünkü hisler de bulaşıcıdır. Negatif duygularınız, fark edilmeden karşınızdakine de geçer. Başkalarında sevmediğiniz davranışları Kendiniz yapmamaya çalışın. Eşyaya değil, insana yatırım yapın. Sonu kötü bitse bile… Belki birinin hayatına iyi dokunmuşsunuzdur. Aynalar yalan söylemez. Önce kendimize, sonra başkalarına dürüst olalım. Ve Can Yücel’in o unutulmaz dizeleriyle: “Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif… Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü... ... Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin.” Sevgilerimle, Belgin Baykal

8 Kasım 2021 Pazartesi

Kadınlar Hasta Olursa









Sabah uyanmış, her zamanki rutinini tamamlayıp
işine gitmek üzere yola çıkmıştı Sedef.
Arabasını çalıştırdığında benzinin az olduğunu fark etti ve 
en yakın istasyona uğradı.
Kasada ödeme yapan kişi, hiç görmek istemediği komşusu Mine Hanım’dı.
Ne zaman karşılaşsalar, yanında bir dertle ayrılırdı.

Yine öyle oldu.
Mine Hanım yorgun ve solgundu.
Sedef dayanamayıp sordu:

— Geçmiş olsun, iyi misiniz?

— Kaç gündür toparlanamadım. Soğuk algınlığı işte... Yorgunluk da cabası.

— Neden dışarıdasınız, evde dinlenseniz keşke?

— Ben durursam hayat durur, dedi gülümseyerek. 
     Evde ikizler var, bir de düzen hastası bir eşim...

Sedef şaşkındı. Mine anlatmaya devam etti:

— Eşim destek olur tabii. Mesela ilaç getirir, meyve alır. 
Ama çabuk iyileşmemi ister.
Düzen bozulmamalı. Hastalığım bile hızlı geçmeli onun için.

Sedef dikkat kesilmişti.
Mine devam etti:

— Ev işlerine karışmaz. Bilmez, öğrenmedi, ben de 
sorun çıkmasın diye öğretemedim.
O eve gelişini bile planlar. Kitabı hazır, filmi belli.
Sürpriz sevmez. Hele hastalık!
Onun planını bozmasın yeter.

— Bunu neden yapıyorsunuz kendinize?

— Bilmiyorum. Böyle gördüm, böyle alıştım.

Mine bir iç çekti:

— Dün akşam çocukları kreşten aldım, duş, oyun, yatak...
Kendim perişanım, mutfakta nane limon kaynatıyorum. Eşim geldi,
"Biraz kırgınım, bana da ıhlamur yapar mısın?" dedi.

Sedef’in gözleri kocaman açıldı:

— Gerçekten mi?

— Evet. Ben hastaysam, o da hemen hastalanır. Bu konuda çok uyumluyuzdur. :)
Ben yüzüne baktım diye tersledi:
"Ne oldu? Niye öyle baktın?" dedi.

— Tek başına hastalanma lüksüm bile kalmamış…

— Sarılsa iyi gelir miydi? dedi Sedef.

— Hayatım niye sarılsın, ayrıca virüslüymüşüm.
O anda zaten iyi gelmez.
Onu hayatımın prensi olarak görmüyorum ki…
Sorunlarımın bir parçası sadece, dedi Mine içini çekerek.

Sonra durup Sedef’e baktı:

— O kadar belli ki evlenmediğin. Şu hasta halimle sabah sabah güldürdün beni.

Sedef utandı ama o da gülümsedi.

— Sonra ne oldu?

— Ona da ıhlamur yaptım. İkimiz de kendi hastalığımızla baş başa kaldık.
Kendi rutinimizde, sessizce.

Sedef içten gülümsedi:

— “Bireysel hastalık” güzelmiş, bu bana daha çok uydu.

— Uyar tabii. Bu günlerin kıymetini bil.
Sorumluluğun dışında bir şeyin olmaması bazen büyük bir konfor.

Mine evine dönerken ekledi:

— Yardımcım da işi bırakınca her şey üzerime kaldı.

Sedef onun yorgunluğunu görünce bir cümle fısıldadı:

— Akşamları yardım gerekirse, ikizleri bana bırakabilirsiniz…

Mine şaşırmıştı ama içtenlikle cevap verdi:

— Ah Sedef’ciğim… Sen çok iyi bir insansın. Unutma, 
senin de bir ablan var burada artık.
Her zaman beklerim.

Sedef bu sözlerle yumuşadı.
O mesafeli komşuluğun yerini bir bağ almıştı.
Bir insanın “nasılsın?” sorusuyla bile ne kadar yalnızlığını açabileceğini fark etti.

Arabaya binerken, omzundaki yük bu sefer gönüllüydü.

Yol boyunca düşündü:
Dışarıdan görünen mutlu tablo, içeride buz gibi bir yalnızlığa dönüşebiliyordu.

“Umarım benim eşim böyle biri olmaz,” dedi içinden.

Ama bilmiyordu ki çoğu öyleydi.
Ve bu hayat, biraz da bizim şekillendirdiğimiz gibiydi.

Sağlıklı günler dilerim tüm eşlere…

Sevgilerimle,
Belgin Baykal

6 Kasım 2021 Cumartesi

Erkekler Hasta Olursa





Ne zamandır kendini bu kadar kötü hissetmemişti.
Vücudunun her kemiği ayrı ağrıyordu sanki.
Bir anda olmuştu her şey.
Bu halsizlik, mide bulantısı da neyin nesiydi?
Kendisine kötü bir şey olacak diye çok korkuyordu.

Hemen bilgisayarını kapatıp işten erken çıktı.
Eve geldiğinde eşi her zamanki gibi karşıladı onu.
Ama bu kez bir fark vardı:
Yüzünde garip bir endişe…

O yüzü görünce paniğe kapıldı.
Tedirgin bir şekilde içeri girdi.

“Ne oldu? Neden öyle bakıyorsun?” dedi, çekingen bir sesle.
“Hasta mısın sen?” diye sordu eşi hemen.

İşte anlamıştı…
Bu kadar yüzünden belli olduğuna göre, durum ciddiydi.
İçinden geçirdi:
“Bayağı kötüyüm demek…
Yoksa durduk yere o meşhur tavuklu sebzeli çorbayı yapar mı?”

Ve iç sesi devreye girdi:

“İşte biliyorum kötüyüm… Her şey daha da kötü olacak.”
“Ağrılarım artıyor, hafif ateşim de var.”
“Yarın işim gücüm var ama ben kolumu bile kaldıramıyorum!”

Yine o tanıdık ses geldi kulağına:

“Oğlum, babanı yalnız bırakalım biraz dinlensin.”

“Yine tedbir alınıyor…
Bu kadın oğlumu benden uzaklaştırıyorsa,
Bir şeyleri hissetmiş demektir.”

“Niye yolluyorsun çocuğu? Bırak oynasın, bir zararı yok.” dedi, inleyen bir sesle.

“Olsun, sen şimdi güzelce dinlen.”

“Yüzünde iyi maşallah, sarı filan değil.”

“Haydaa! Ne sarısı? Ne yüzü ya?!”
“Ben daha önce sarı mı oluyordum?”

“Yok, yani… rengi iyi demek istedim.”
(“Allah’ım sana geliyorum,” diye içinden geçirdi.)

“Başım ağrıyor zaten… Halsizim çok!”

“O zaman doktora gitseydin. Hemen bir iğne yapar, toparlanırsın.”

“Sen de amma biliyorsun! Hemen doktora, hemen iğne…”

“At mıyım ben?! Normal iyileşemez miyim?”

“E biraz at gibisin… Her gün koşturuyorsun ya. Öfkeli at hatta.”

“OFFF! Sus biraz… O sesin başımda çınlıyor.”

“Eskiden bu sesi duymak için sürekli arardın,” dedi gülümseyerek.

Hafif çıkmış sakallarını kaşıyarak eşine baktı:

“Üstüme gelme bak! Kırarım kalbini.”

“İnan hiç kırılmıyor artık. Senin iyileşme tarzın bu… Alıştım yıllardır.”

İnliyordu… ama kızgın gözlerle karısına da bakıyordu.
Bir yandan da çorba hazırdı tabii.

“Hadi, soğumadan iç şu çorbanı.
İlaçlarını da al ve yat.
Sakın o hasta sesini duymayayım,”
dedi saçını okşayarak.

Annesini görmüş gibi oldu bir an.
İçinden yumuşayıverdi.
“Neye ‘tamam’ dediğimi bilmiyorum ama iyi geldi” dedi sadece.

Gece boyunca terledi.
Sabah duşunu alıp işine gitti.
Soğuk algınlığı krizi ustaca yönetildi, mutlu sonla bitti.

Eşi arkasından içinden dua etti:

“Ne olur Allah’ım, o hastalanmasın…
Ben hasta olurum onun yerine.”

Bir dahaki yazım:
"Kadınlar Hasta Olursa"
Dua ederken dikkatli olun. :)

Sevgilerimle,
Belgin Baykal

2 Kasım 2021 Salı

Gönüllü Yazar Olmak!








Yazmak…
Kimine göre bir hobi,
Kimine göre bir iç dökme biçimi,
Ama yazan için çoğu zaman hayatta kalma çabası.

Kalemin ucundan dökülen kelimelerin
Yalnızca güzel bir paragraf değil,
Bir direniş olduğunu kim fark eder?

Bugünlerde yazara “gönüllü” deniliyor.
Üstelik bu sıfat, yazardan önce belirlenmiş.
Kim koymuşsa koymuş,
Bir daha da kimse sorgulamamış.

“Sen yazmayı seviyorsun ya,
O zaman bizim için de birkaç yazı çıkarırsın.”
Bakış bu.

Yani…
Bir doktor sevdiği için mi iyileştirir?
Bir usta, tutkusu var diye mi tamir eder?
Sanırsın yazmak sadece bir heves,
Emekle, zihinle, zamanla ilgisi yok.

Oysa yazmak, susarak bağırmanın en sade halidir.
Bilgisayarın başında kamburun çıkar,
Gözün yanar, omzun tutulur…
Ama cümlelerin ayakta kalır.
Bir cümleyle dünyayı anlatabilirken,
O dünyada kimse seni anlamaz.

Görünürde rahatsın,
Ama zihninde bir savaş çıkar her seferinde.
Bir kelimeyi yerleştirene kadar,
İçinde kaç kere devrilirsin… kimse bilmez.

Ve sonra senden “yardım” beklerler.
Sanki her yazının içinde
Onca birikmiş gece, kırılmış heves,
Yalnız bırakılmış onay çığlığı yokmuş gibi.

Hiç sormazlar:
Yazar, kendini kaç kez silip baştan yazdı bu cümle için?

Ama yine de yazarsın.
Çünkü anlatmadan duramazsın.
Yazmazsan eksik hissedersin.
Yazarsan görünmez…

Ne tuhaf değil mi?

Yazar olmak güzel.
Ama sadece yazabildiğin zaman değil;
Yazdığının kıymet gördüğü zaman…

Sevgilerimle,
Belgin Baykal

11 Ekim 2021 Pazartesi

Aşk Acısı Geçer mi?








“Aşk nedir, ben inanmam” diyenlerin bile
Yolları bir gün o yerle kesişir.
Eğer biraz duygunuz varsa,
Bir şekilde aşk size de dokunmuştur.

Kimi zaman hiç düşünmeden,
Kim olduğunu anlamadan
Bir anda içinde bulursunuz kendinizi.
Belki aklınızdaki kalıplara hiç uymuyordur.
Defalarca “olmaz” dediğiniz birisidir.
Ama aşk, plan dinlemez.

Bir anda bağımlı hissedersiniz.
Ne varlığıyla, ne yokluğuyla avunabilirsiniz.
Zihniniz “olmazlar”la savaşır.
Çünkü insan, yasak olanı arzular.
Neye sınır koyarsanız,
Orası ilgi alanınız olur.

“Olmaz” dediğiniz bu ilişkiden
Vazgeçtiğiniz gün,
Aşık olduğunuzu anlarsınız.

Ayrıldığınızda,
Bir daha göremeyeceğinizi bildiğinizde
Her şey, bir hasrete dönüşür.
Sizi sıkan detaylar bile
Özlediğiniz şeylere dönüşür.

Aşk yokluk bilincidir.
Sevgi birlikte büyür,
Ama aşk — hastalık gibidir…

Peki, aşk acısı geçer mi?

Geçer.
Ama kolay değil.
Her yerinden yaralanmış birinin iyileşme süreci gibidir.
Kimisi çabuk toparlar,
Kimisinin yılları alır.

Eğer bir veda dönüşsüzse:
Hiçbir anıyı saklamayın.
Bekleyin, kabuk bağlasın.
“Çivi çiviyi söker” diyerek
Başka kalplerde iyileşmeye kalkmayın.
Kimse sizin hemşireniz değil.
Bu acı sizin.
Ve ancak siz iyileştirebilirsiniz.

Peki geçtiğini nasıl anlarsınız?

Onun adı geçince
Ya da bir yerlerde onu görünce
İçiniz kıpırdamıyorsa…
Tebrikler. Atlatmışsınız.

Aşk, en güzel mucize…
Ama en ağır hastalık da olabilir.
Öyle bir sancıdır ki
Güzelliklerini bile karalar insana.

“Kim istemez mutlu olmayı…
Ama mutsuzluğa da var mısın?”
Dememiş mi Cemal Süreya?

Aşksız insan ölmez…
Ama içi donar.
Bitkisel hayatta gibi yaşar;
Hobilerle, alışkanlıklarla…
Mutluymuş gibi…

Nazım Hikmet zaten en güzel haliyle anlatmış:

“Ben sensiz de yaşarım,
Ama seninle bir başka yaşarım.”

Sevgilerimle,
Belgin Baykal

11 Ağustos 2021 Çarşamba

Aile Olmak!





Evlerin bir gizemi vardır. İçinde neler yaşanır, kimse bilemez — yaşayanların dışında. Yaşayanlar da bildiğini sanır. O odalar, o kapılar, o duvarlar neler gizler… Evin içinde bile bölünmeler olur, taraflar seçilir. Ortada bir sır vardır; herkes bilir ama birbirinden saklar. Ya da ortaya çıkana kadar, sakladıklarını sanırlar. Bizim evde; üç kız kardeş, anne ve baba arasında Babam kendini hep yalnız hissederdi. Bu yalnızlığı, demokrat görünümlü diktatörlüğüne borçluydu. Çünkü ona her şey anlatılmazdı; Olay çıkarabilme potansiyeli fazlaydı. Ama babamın bir başka yanı da vardı: Büyük olaylarda olgun davranırdı. “Babam duyarsa bittik” dediğimiz şeylerde Biz bitmezdik. Babam gerçekten baba olurdu. Yine de bizimle ilgili hiçbir olumsuz hikâyeyi unutmazdı. Olmadık zamanlarda hatırlar, mutlaka hatırlatırdı. En sevdiği şey, olmadık şeylerden sorun çıkarmaktı. Ya da hayatımızı yerinden oynatacak kararlar almaktı. Orta üçteyken aynı yıl üç okul değiştirmiştim. Çünkü babam “öyle olması gerektiğini” söyledi Ve şehir değiştirdik. Kendince haklı nedenleri vardı mutlaka — ama kendince. En mutsuz senemdi. Sonunda pişman olup aynı yıl geri dönünce, Kararının ne kadar gereksiz olduğunu bize tatbikatlı anlatmış oldu. Üçüncü okuluma kavuşmuştum, ama ne zorluklarla. Yakınmalarıma hiç aldırmazdı: “Okuyacak çocuk her yerde okur,” der geçerdi. Şimdi aileler çocukların psikolojisini düşünürken çok gülüyorum. Bizim psikolojimizi bozmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Ama yine de sağlam kalmaya çalışmıştık. Aynı aileden kardeş olarak aynı mı çıktık? Tabii ki hayır. Farklı karakterlerdeydik. Olaylara verdiğimiz tepkiler de öyle… Kardeşliğin en güzel yanı, Olumsuz durumlarda bir olabilmemizdi. Her şeyi kendi aramızda konuşurduk. Ama bazen biz bile ikiye bölünürdük. Taraflar her gün değişebilirdi. :) Babam, sadece idare ettiğimizi sandığımız biriydi. Ama her şeyi bilirdi aslında. Ya da sakladıklarımız eninde sonunda ortaya çıkardı zaten. “Bir de kimse duymasın” olayımız vardı… En komiği oydu. Bir şeyi anlatırken hep şöyle başlardık: “Sakın kimseye söyleme!” Sonra bir bakardık, herkes biliyor. Nasıl bu kadar hızlı yayılırdı, biz bile şaşırırdık. Kardeşler arasında kıskançlık duygusunu yıllar sonra öğrendim. Bizim bir yerlere gitme ihtimalimiz bile Saklanmalı, paylaşılmamalıymış meğer. Çünkü bizim aile mutlu insan sevmiyormuş. :) Hep sorunlu ve hüzünlü olmalıymışız. İnsan psikolojisinin Ne kadar kolay bozulup, Ama ne kadar zor tamir edildiğini Sevgili ailem sayesinde anlamıştım. Aile olmak güzel… Ama gerçekten bir aile olabiliyorsak, değil mi? Belgin Baykal

25 Temmuz 2021 Pazar

Gittikçe Bana Benziyorum



Yeni açılmış bir mekân, oldukça kalabalık…
Kültür olarak arada kalmış…
Bir yanda caz müzik çalıyor,
Diğer yanda çoluk çocuk kalabalık aileler,
Serpme kahvaltılar eşliğinde serpilmişler,
Hiç görmemiş gibi yiyorlar.

Ben de akvaryumun en sakin kaya diplerinde yaşayan
Beta balığı gibiyim.
Kendime kuytu bir yer arıyorum,
Alt tarafı küçük bir kahve molası için.

“Arada insanlara karış” diyorlar,
Söz dinliyorum ve karışıyorum,
Sonra mutsuz olup söylenerek evime dönüyorum.

Beni mutsuz eden şeylere neden karışmak zorundayım,
Bunu sorguluyorum.
Sonra
"Karışmasaydım mutluluğun ne olduğunu bilemezdim" diyorum.

Kendimle nasıl bir iletişim kurduysam
Her sorunun cevabı da bende, gördüğünüz gibi. :)

Acılar, üzüntüler, hastalıklar bize hep derstir.
Hayat; mezun olamadığımız,
Her gün şaşırdığımız
Ve yeni yeni bilgileri almak için
Sürekli mücadele ettiğimiz büyük bir okul.

Ya hiçbir şeye kafa yormadan “ot” gibi yaşarsın
Ya da dibine kadar gerçeğe ulaşmaya çalışırsın.

Ama galiba ortalarda bir yerde mutluluk…

Ne çok fazlasını öğreneceksin
Ne de çok azıyla yetineceksin.
Ne çok fazla kazanacaksın
Ne de "bu ayı nasıl geçireceğim?" diye düşüneceksin.

Sana zarar verecek arayışların olmayacak mesela…

Mutsuzsan adını koyacaksın
Ve hayatını ona göre şekillendireceksin.
Mutluysan başkalarını mutsuz etmek adına
Mutluluğu aramayacaksın.

Kiminle oynarsan bu oyunu umarsızca,
Bir gün seninle de hayat oynar.

Hayatın bir karması var.
Ben başıma gelen her şeyde geçmişe gidiyorum.
Kime ne yapmıştım,
Kimin kalbini kırmıştım da
Şu an bununla yüzleşiyorum diye.

Gerçekten de yine buluyorum:
Kırdığım yerden kırıldığımı çok gördüm.
Hâlâ da bitmeyen bir karmanın içindeyim.
Ama daha güçlüyüm…

Ben güçlü doğmadım mesela.
Benim kanatlarımı kırmaya çalışan insanlara rağmen
Ben yaralı bereli uçmayı seçtim.
Acizliği hiç sevmedim.

İnsanların bana yaptıklarıyla değil,
“Ben ne yapabilirim onun için?” diye
Defalarca aynı yerlerde oyalandım.

Bunu onlar için yapmadım aslında.
Yine kendi huzurum için yaptım.

Ben bununla mutlu oluyorum.
Böyle de devam edecek sanırım.
Kuyruk dik,
Hasar büyük
Ama kontrol altında…

Sevgilerimle,
Belgin Baykal

Ezik Demeyin Kimseye

Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...