2 Aralık 2021 Perşembe

Tanıdık Bir Yüz









Hiç ayna da kendinizle karşılaştığınız gibi başka bir mekanda, alışveriş merkezinde, metroda, markette, deniz kıyısında, eğlence yerinde karşılaştınız mı? Başkalarıyla karşılaşmaktan kendimizi hiç görmeyiz değil mi? Nasıl biriyiz mesela?

Sıkıcı mıyız?

Karşı tarafı esir alan bir muhabbet içerisinde yok olan mıyız?

Bencil ve düşüncesiz miyiz? Kavgacı ve edepsiz miyiz?

Sakin ve çekingen, hassas ve naif miyiz? Yaranma duygusu ile sevgi dilenen ve kendisinden vazgeçmiş biri miyiz? Kaybetme ve yalnızlık korkusundan birçok haksızlığa boyun eğen miyiz? Defalarca aldatılan ama vazgeçmeye cesareti olmayan mıyız? Başkalarının mutluluğu için kendini feda eden miyiz? Her şeyi karşı taraftan bekleyen ama hiçbir şey vermeyen miyiz? Çalışmaktan çok çalıştırmaktan hoşlanan mıyız? Merhametsiz ve cimri miyiz? Yardımseverlik adına en kötülerini paylaşan mıyız? Üzüntülerini içine gömen, mutsuzluklarını başkalarını mutsuz ederek gideren miyiz? Nasılız gerçekten? Karşınıza kendinizin çıktığını düşünün. Onunla nasıl vakit geçirirdiniz. Davranışlarınızı, duruşunuzu, konuşmanızı bütünüyle gözden geçirin. Beğendiğiniz ve beğenmediğiniz yönlerinizle yüzleşin. Sizin gibi birisini hayatınızda ister miydiniz?

İnsan kendisine kördür. Eğer kendinizi dürüstçe yargılayabiliyorsanız, yeterli olgunluğa erişmişsiniz demektir. Hatta gördüğünüz kusurları düzeltecek ve hayatınızda köklü değişimler yapacak durumdasınızdır belki de. Çevremizde herkes kötü olamaz, eğer kötüyse bizde bir problem var demektir. Önce onu düzeltmemiz gerekir. Hangi konularda anlaşamıyor ve uyum sağlayamıyorsunuz? İnsanlar neden sizinle uğraşıyor? Ya da siz öyle görüyorsunuz… Aynı insanların sizin için de aynı şeyi düşündüğünü biliyor musunuz? Siz birisinden hoşlanmadığınız zaman, o kişinin sizi sevme ihtimali çok düşüktür. Yani duygular da bir enerjidir. Sizin yaydığınız negatif frekanslar karşı tarafta olumlu bir hal almaz. Sizin hissettiğiniz olumsuz duygular onda da aynı şekilde işler. İşlemiyorsa algı problemi olabilir.) Güzel bakın her şeye, kimsenin fark etmediği şeyleri görün.

Başkalarında sevmediğiniz davranışları hayatınızda uygulamayın. Eşyaya değil, insana yatırım yapın. Sonu iyi bitmese de canlıdır nihayetinde, belki bir faydanız olmuştur.

Aynalar yalan söylemez! Önce kendimize, sonra başkalarına dürüst olalım.

Can Yücel ne güzel anlatmış şiirinde… Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kâr sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin.



Sevgilerimle,

Belgin Baykal

8 Kasım 2021 Pazartesi

Kadınlar Hasta Olursa











Sabah uyanmış, her zamanki rutin işlerini yapıp işine gitmek üzere evden çıkmıştı Sedef.

Arabasını çalıştırdığında benzinin az kaldığını görmüş, en yakın istasyona uğramıştı.

Hiç görmek istemediği komşusu Mine Hanım, kasada ödeme yapıyordu.

Ne zaman onu görse, bir sürü sorununu üstlenmiş gibi ayrılıyordu yanından.

İşte yine oradaydı...

Bakalım! Bugün ne derdini dinleyecekti?

Hasta mıydı? Niye bu kadar halsiz bakıyordu post makinasına?

Yavaşça yaklaştı yanına, isteksiz bir şekilde selamlaştılar.

Sedef halini görünce yine sormadan edemedi. Ne de olsa komşulardı.

-Geçmiş olsun! İyi misiniz? Dedi.

-Çok teşekkür ederim, kaç gündür atlatamadım bir türlü.

-Soğuk algınlığı işte! Bir sıcak, bir soğuk direncim de düşmüş yorgunluktan.

-Neden dışarıdasınız, evde istirahat etseydiniz keşke?

-Ben ve istirahat etmek dedi sitemli bir şekilde gülümseyerek.

-Ben durursam hayat durur! Evde beni bekleyen ikizler ve düzen hastası bir eşim var.

İşte yine başladı dedi içinden ama yine de devam etti sorularına Sedef…

Biraz da onun meraklı olmasından kaynaklanıyordu bu sohbetler

-Anlıyorum haklısınız. Eşiniz yardımcı olmuyor mu? Sonuçta hastasınız…

-Oluyor tabii, olmaz mı? Mesela ilaç taşır eve, meyve filan alır. Onları sıkıp hemen içmemi ister. İlaçlarımı alıp almadığımı sorar. Çünkü hemen iyileşmem gerekir. Evdeki düzenin bozulmaması için, en hızlı nasıl iyileştirilir onu planlar.

Sedef’in gözleri kilitlenmişti Mine Hanım'a.

Bir yandan eline kolonya dökerken, diğer yandan içini döküyordu Sedef'e yine.

Ayaküstü kenarda konuşmayı derinleştirdiler. İstasyonda boştu…

Belli ki ne Sedef’in soruları bitecek, ne de Mine Hanım'ın anlatacakları.

-Yani ev işlerine, çocuklara filan destek olmaz mı? Diye devam etti.

Şöyle bir baktı Sedef'in yüzüne, 'sen neden bahsediyorsun' der gibiydi.

-Yok canım olamaz! Bilmez öyle şeyleri, öğrenmemiş… Ben de sorun çıkmasın diye öğretemedim.

-O kusursuz, düzenli hayat ister.

-Akşam eve geldiği zaman kendisini planlayarak gelir.

-Okuyacak kitabı, oynanacak oyunu, izlenecek filmleri vardır.

-Onu şaşırtacak ya da planını bozacak her şey sinirlendirir.

-Onun için hastalığımı bile belli etmeden yaşamaya çalışırım dedi.

-Bunu neden yapıyorsunuz kendinize? Diye sordu Sedef…

-Evet güzel soru ama ben de bilmiyorum, böyle görmüş böyle alışmışım.

-Dün akşam, işten dönerken çocukları kreşten aldım getirdim, duşlarını aldırdım biraz oynadılar sonra yatırdım. Hem halsizim hem de midem ağrımaya başladı. Mutfakta kendime nane limon kaynatırken eşim yanıma geldi.

-Biraz kırgınlık var üzerimde, bana ıhlamur yapar mısın? Dedi.

Sedef gözlerini kocaman açmıştı, "Gerçekten mi?" Diye sordu.

-Tabii ki gerçekten, ben tek başına hasta da olamam. Hemen onun da hastalanması gerekir.

-Bak hakkını yiyemem, bu konularda çok uyumluyuzdur dedi zoraki gülerek.

Sedef de gülmüştü. Sonra ne oldu dedi?

-Yüzüne baktım diye suç oldu, bir de tersledi beni.

-Ne oldu? Niye baktın yüzüme dedi.

-Tek başına hastalanma lüksüm bile kalmamış dedim.

-Allah Allah hastalık bu, ben mi istiyorum hastalanmayı. Senden gelen virüs evde geziyor işte.

-Bana da bulaştı demek ki, sorun yapacaksan ben hallederim.

-Nerede ıhlamur? Dedi.

-Sinirlerim o kadar bozulmuş ki, bir anda ağlamaya başladım.

-İnsan kendisini çok güçsüz ve korumasız hissediyor böyle zamanlarda. Ben çok ağlıyorum hastayken…

-O da alışamadı bir türlü, 'bir ıhlamur istedik, geldiğimiz noktaya bak' dedi.

-Size o sırada sarılsa iyi gelir miydi dedi Sedef?

-Hayatım niye sarılsın, ayrıca virüslüymüşüm. O anda zaten iyi gelmez, onu hayatımın prensi olarak görmüyorum ki, sorunlarımın bir parçası olarak görüyorum. 

Daha doğrusu sarılması çok inandırıcı olmaz, belki ondandır.

Sonra Sedef'e baktı gülerek;

-O kadar belli ki evlenmediğin, şu hasta halimle sabah sabah güldürdün beni dedi.

Sedef de şaşırmıştı, normal ve anlaşılır bir şey söylemişti kendi dünyasına göre, nesi komik? Diye düşündü.

Ama yine de gülmüştü…

-Sonra ne oldu peki? Dedi Sedef.

-Sorun çıkmasın diye ona da ıhlamur kaynattım, götürdüm ikram ettim.

-İkimiz de kendi hayatımızın rutinlerinde hastalıklarımıza bireysel devam ettik.

Sedef de buna gülmüştü.

-Bireysel hastalık güzelmiş, bu bana daha çok uydu dedi.

-Uyar tabii, bu günlerinin kıymetini bil. Kendi sorumluluğunun dışında bir şeyin olmaması bazen çok güzeldir.

-Şimdi işten izin aldım eve geçiyorum. Çocuklar gelmeden biraz evi toparlayayım, sonra yemek faslı derken biraz uzanırsam çok iyi olacak.

-Arada yardıma gelen bir kadın vardı, o da daha iyi bir iş bulmuş.

-Anlayacağın her şey üstüme kaldı.

Sedef üzülmüştü bir an. Ona iyi gelecek bir cümle bulmak istedi.

-İkizler sorun olursa bana da yollayabilirsiniz akşamları, o sırada siz de biraz dinlenirsiniz diyebildi sadece.

-Ah Sedefçiğim ne güzel insansın, bizimkiler isterse tabii ki yollarım.

-Sen de hastalandığın zaman burada bir ablan olduğunu unutma! Oldu mu? Her konuda bana gelebilirsin, sakın çekinme dedi.

Sedef'in çok hoşuna gitmişti bu sözler, kendisini bir an daha iyi hissetmişti.

Artık aralarında komşuluktan öte güzel bir bağ olduğunu düşündü ve abla olarak hitap etmek istedi. “Sana iyi gelmeyen insanlardan uzak dur” lafını da bir an sevmedi. Kimin kime ne zaman iyi geleceğini kimse bilemezdi. Mesafeli ilişkiler her zaman en iyi gelendi.

Her insan birbirine muhtaçtı, insanın her günü aynı olmayabilirdi. Bu yakınlık ona da iyi gelmiş sesine yansımıştı.

-Tamam Mine Ablacığım, çok geçmiş olsun tekrar, benim işe yetişmem gerek dedi.

Yine omuzlarında büyük bir yükle arabasına binmişti ama bu sefer gönüllüydü taşımaya. Gerçekten çok üzülmüştü haline.

Bir de 'hastalanınca buradayım' demesi çok güzeldi.

Yol boyunca onu düşündü…

Kadıncağız, hayatını paylaştığı eşi tarafından hiç dinlenmemiş, suçlanmış gibiydi.

"Nasılsın" dediğin zaman bütün hayatını bir başkasına rahatça anlatacak kadar yalnız bırakılmıştı anlaşılan.

"İnsanlar sorunlarını hiç tanımadıkları insanlara daha rahat anlatırmış. Tanıdıkça azalırmış içten anlatımlar" diye bir yerde okuduğunu hatırlamıştı Sedef.

Karşılaşmak istemediği komşusuna şu an bambaşka duygularla bakıyordu.

Dışarıdan gördüğü o sıcak aile tablosu, gözünde buz gibi bir değer almıştı.

Bugün dinlediklerinden sonra kendi hayatını daha çok sevdi.

-Umarım karşıma benim de böyle bir eş çıkmaz dedi.

Bilmiyordu ki birçoğu böyleydi. Ama bu hayatı yaşamak ve şekillendirmek sizin elinizdeydi.

Hastalıksız, sağlıklı günler olsun tüm eşlere…



Sevgilerimle,

Belgin Baykal

6 Kasım 2021 Cumartesi

Erkekler Hasta Olursa






Ne zamandan beri kendisini bu kadar kötü hissetmemişti.

Vücudunun her kemiği ayrı ağrıyordu sanki.

Aniden ne olmuştu böyle!

Bu halsizlik, bu mide bulantısı da neyin nesiydi?

Kendisine kötü bir şey olacak diye çok korkuyordu.

Hemen bilgisayarını kapatıp işten erken çıkmıştı.

Eve gittiği zaman her zamanki gibi eşi karşılamıştı.

Ama bir farklılık vardı.

Yüzünde tuhaf bir bakışla endişe doluydu.

Onun bu yüzünü görünce paniğe kapıldı biraz, tedirgin bir şekilde içeri girdi.

-Ne oldu? Neden öyle bakıyorsun? Dedi korkak çekinen bir sesle.

-Hasta mısın sen? Diye sordu hemen eşi.

İşte anlamıştı artık, bu kadar yüzümden belli olduğuna göre bayağı ciddiydi durumum diye düşündü.

-Hadi gir içeri hemen, ılık bir duş al, ben sana güzel bir çorba yapayım dedi.

O çorba lafını duyunca iyice çökmüştü, 'kötü olmasam niye durup dururken çorba yapsın. Hem de o içine tavukları ve sebzeleri doldurduğu meşhur hasta çorbasından' diye düşündü.

İçinden konuşmaya başlamıştı...

-İşte biliyorum kötüyüm, daha da kötü olacak her şey…

-Ağrılarım da artmaya başladı, hafif ateşim de var sanki.

-Off neler oluyor bana böyle?

-Yarın yapılacak bir sürü işim ve görüşmelerim var. Ben kolumu bile kaldıramıyorum.

İşte yine o ses…

-Oğlum babanı yalnız bırakalım biraz dinlensin, sen al arabanı gel odanda
oyna.

"Yine tedbir alınıyor, bu kadın ne zaman oğlumu benden uzaklaştırsa ben hastanelik oluyorum. Kesin hissetti bir şeyler…"

-Niye yolluyorsun çocuğu? Bırak oynasın, bir zararı yok bana diye inleyen bir sesle çıkıştı.

-Olsun! Sen şimdi dinlen güzelce, çorban da olmak üzere...

-Yüzünde iyi maşallah sarı filan değil,

-Haydaa! Ne sarısı, ne yüzü ya?

-Niye sarı olsun, daha önceden sarı mı oluyordu?

-Yok rengi iyi demek istedim. (Allah'ım sana geliyorum dedi içinden)

-Doğruyu söyle bak! Başım ağrıyor zaten, çok halsizim.

-O zaman doktora gitseydin, hemen bir iğne yapardı toparlardın.

-Çok biliyorsun sen, hemen doktora git, iğne yapsın.

-At mıyım ben? Normal iyileşemez miyim?

-Biraz at gibisin, her gün koşturuyorsun ya, ondan dedim 'öfkeli at' hatta.

-Off... Tamam sus! O sesin başımda çınlıyor.

"Eskiden bu sesi duymak için sürekli arardın" dedi gülümseyerek.

Hafif çıkmış sakallarını kaşıyarak baktı eşinin yüzüne;

-Üstüme gelme bak! Kırarım kalbini…

Eşi de umursamaz tavırla devam etti.

-İnan hiç kırılmıyor! Senin iyileşme tarzın bu, alıştım yıllardır.

Bir yandan inliyor, bir yandan karısına çakmak çakmak kızarmış gözlerle bakıyordu.

Yine kıyamamıştı yaramaz oğluna;

-Hadi soğumadan güzelce iç çorbanı, şu soğuk algınlığı ilaçlarını da al ve yat.

"Sakın o hasta sesini duymayayım" dedi, kafasını okşayıp öperek.

Karısının yüzüne bakarak 'tamam' dedi. Neye tamam dediğini de çok anlamamıştı. Sadece iyi gelmişti bu sözler.

Annesini görmüştü karşısında, şefkatini hissetmişti sanki, yatışmıştı birden.

Gece boyunca terlemiş, sabah duşunu alıp işine gitmişti bile.

Bir soğuk algınlığı krizi en iyi şekilde idare edilerek mutlu sonla bitmişti.

Eşi arkasından dua etmişti, "Ne olur Allahım o hastalanmasın, ben hasta olurum onun yerine" diye.


Bir daha ki yazım, bir kadın hasta olursa… Dua ederken dikkatli edin. )




Sevgilerimle,

Belgin Baykal

2 Kasım 2021 Salı

Gönüllü Yazar Olmak!










Uzun zamandır makale yazan ve kitap çıkartmış birisi olarak ülkemizde yazar olmak çok zor.

Daha doğrusu yazarlıktan para kazanmak. Yazı yazan kişiye kimliği belirsiz kişiler tarafından gönüllülük unvanı verilmiş. Bunu kim ve neden vermiş kimse sorgulamamış. İşlerine geldiği gibi benimsenmiş ve kullanıma sunulmuş.

"Sen bu işi hobi olarak yap, bize de yardımcı ol" şeklinde bir bakış açısıyla…

Yardımına ihtiyaç duyduğun bir sektörde neden gönüllülük olsun. 

Hayır amaçlı yapılan işleri ayrı tutuyorum.

Bu öngörü ve karar yazarın insiyatifinde olmalı. 

Hastalandınız ve doktora gittiniz, doktor muayene etti ve ilaç yazdı.

Siz çıkarken teşekkür edip çıkabilir misiniz? Bir ücret ödersiniz, doktor ister alır ister almaz.

Ya da tamir edilecek bir elektronik cihazınız var. Bu işi tamir edene, ‘eyvallah kardeşim’ diyebilir misiniz? Aranızda bir bağ bile olsa, teklifiniz olur.

İşte yazarlıkta bu gelişmemiş. 

Yazılarınızın ve kitabınızın keşfedilmesi için çok iyi bir reklam bütçesi ayırmanız gerekir. Ya da ünlü olmanız yeterli…


Oysa kitabınız iyi olduğu için satılmalı, makaleleriniz iyi olduğu için okunmalı istiyorsunuz.

Maalesef böyle bir şey yok.

İş bulma sitelerinin birçoğunda gönüllü yazar arıyorlar.

Neden gönüllü diye sorduğunuz zaman, "daha yeni kurulan bir şirketiz, onun için ödeme yapamıyoruz" cevabını alıyorsunuz.

Yeni kurulan hangi şirkete ücretsiz çalışan eleman bulursunuz. 

Neden sizinle çalışsın?

Stajyer bile bulduğunuzda ona ücret ödemek zorundasınız.

Gönüllü çalışmak kişinin kendi tercihi olmalı.

Makale satış rakamlarını bir bilseniz, onlar daha acınası durumda. 

Bu rakamlardan sonra insan gönüllü olmayı tercih ediyor zaten.

100 kelimelik özgün bir makale istiyor. 1, 25 kuruş. (yanlış okumadınız).

Kelimeleri siz arttırın ona göre rakam koyabilirsiniz artık.

Size, ‘güzellik ve bakım’ ile ilgili bir makale yazın diyor.

Bunu yazmak için önce araştırmanız gerekir, bu da en az bir saatinizi alır.

Ayrıca dilbilgisine ve bilgisayar yazılım programlarına hakim olmanız gerekir.

Günde 10 makale yazarsanız 12,5 TL, ayda 375 TL yapıyor. 

Sizi böyle ikna ediyorlar.

Bunu 3 gün denedim ve başaramadım. Günde 10 makale yazamadım, beynimden dumanlar çıkmaya başlamıştı. Kendine ait özgün cümlelerinle bu işi günde 10 saat çalışarak yapacaksın ve karşılığında alacağın rakam ayda 375 TL. Bu arada hiç izin yok.


Bu şartlarda boncuk dizmek, yazı yazmaktan daha kazançlı. Beyin gücü, el becerinizin gerisinde kaldı.

Neden gönüllü olmak zorunda kalındığını anlamışsınızdır. Bu sistemin değişmesi ve yazarlığın ünlü ve zengin olmayanlar için hobi olarak yapılmadığının bilinmesi gerekir.


Haydi size bir konu vereyim! Yazarlık hakkında 100 kelimelik bir yazı yazın.

Belki o zaman daha iyi anlarsınız ne demek istediğimi. )



Sevgilerimle,


Belgin Baykal

11 Ekim 2021 Pazartesi

Aşk Acısı Geçer mi?



“Aşk nedir, ben inanmam” diyenlerin bile yollarının istemeden kesiştiği bir yer değil midir?
Eğer biraz duygunuz varsa, muhakkak hayatın bir evresinde karşınıza çıkmıştır.
Neden ve kim olduğunu bile düşünmeye vaktiniz olmadan kendinizi bir aşkın içinde bulmuş olabilirsiniz.
Belki sizin aklınızda olan kimlik kriterlerine uymuyordur.
Defalarca ‘hayır olmaz’ dediğiniz birisidir. İşte o an hiçbir şey sizin istediğiniz gibi gitmez.
Kendinizi bir anda bağımlı hissedersiniz.
Ne varlığıyla, ne de yokluğuyla avunursunuz.
Beyniniz olmazlarda kaybolur.
Her şey olmazlarda başlar zaten…

Beynimiz yasak olan şeylere meyillidir.
Neye engel koyarsanız orası vazgeçilmez ilgi alanınız olur.
Döner dolaşır yine kendinizi orada bulursunuz.
“Olmaz!” dediğiniz bu ilişkiden vazgeçerseniz, işte aşık olduğunuzu o gün anlamış olabilirsiniz.

Ayrıldığınız ve bir daha göremeyeceğinizi bildiğiniz zaman, kendinizi bu ateş hattında bulursunuz.
Bütün sıkıldığınız ve ona dair olumsuz düşündüğünüz her şey hasretiniz olabilir.
Nefessiz kalır, avutamazsınız kendinizi.
‘Aşk’ yokluk bilincidir bana göre…
Beraber olduğunuz ve her şeyinizi paylaştığınız kişiyle aranızda çok güzel bir sevgi vardır.

Ama aşk bir hastalık halidir…

Peki aşk acısı geçer mi?
‘Aşk acısı’ her yerinden bıçaklanmış birisinin tedavi sürecine benzer.
Tabii bu süreç herkeste farklı işler. Kimisi daha çabuk atlatır, kimisinin unutması yılları alır.
Hastadan hastaya değişen bir süreç işte…
Eğer dönüşü olmayan bir veda ise, hiçbir anı bırakmayın…
Sonra yaralarınızın iyileşmesini bekleyin.
“Çivi çiviyi söker” diye yara bere içinde başka kalplerde yer edinmeye çalışmayın. Karşı tarafta sizin yaralarınızı sarmak ve sizi tedavi etmek zorunda değil bunu unutmayın!
Bu acı sizin ve sizden başka kimse dindiremez.
Peki acınızın geçtiğini nasıl anlarsınız?
Onun adı geçtiğinde ya da ondan bir şey gördüğünüzde içinizde hiçbir his oluşmazsa ‘geçmiş olsun’ atlatmışsınız. )

Aşk, bir insanın başına gelebilecek en güzel şey olduğu kadar en kötü hastalıktır.
Acısı o kadar büyüktür ki yaşadığınız tüm güzelliklere defalarca sövdürür.

Kim istemez mutlu olmayı ama mutsuzluğa da var mısın? Dememiş mi Cemal Süreya?

Aşksızlıktan ölmez insan, tek konforu budur. Bitkisel hayata benzetirim aşksız ve sevgisiz geçen günleri. Zaman doldurmak gibi mesela, kendini birtakım hobilerle avutarak mutluymuş gibi yaşayarak.

Nazım Hikmet noktayı güzel koymuş;

Hani derler ya ben sensiz yaşayamam diye, işte ben onlardan değilim. Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım…


Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

29 Eylül 2021 Çarşamba

O'nun Hikayesi



Ailelerin uygun gördüğü bir evlilikti Elif ve Yılmaz'ın beraberliği. Kendi aile kültürlerine göre yaptıkları düğün sonrasında onlar da yuvalarını kurmuşlardı.

Düğünde takılan altınlar boşa gitmesin diye balayı da yapmamışlardı. Ama hayat sen planlarını yaparken, onun da başka planlarını sunduğu bir alemdi. Elif, nişanlılık döneminde başladığı, yaşadığı streslerden sandığı mide ağrıları çekiyordu.

Geçeceğini düşündüğü sancıları, evliliklerinin 10. Gününde onları hastanenin aciline getirtmişti.

Birçok tetkikten sonra mideden olmadığını, safra kesesinde oluşan taşlardan olduğu ortaya çıkmıştı.

Acil ameliyat edilmesi gerçeğiyle yüzleşmişlerdi. Sosyal sigortaları olmadığı için özelde ameliyat olması gerekiyordu. Yılmaz, bu durumdan hiç hoşlanmamıştı. Annesiyle konuştuktan sonra Elif'e, "bu evliliğin kendisine iyi gelmediğini ve bu hastalık masraflarıyla da uğraşmak istemediğini" söylemişti.

Elif çektiği dayanılmaz sancının yanında böyle bir tepkiyi hiç beklemiyordu. Şaka filan mı diye düşündü ama Yılmaz son derece ciddi bir şekilde boşanmak istediğini söylemişti. Elif, ailesini aramış ve olan biteni anlatmıştı. Kızlarının o ailede daha fazla tükenmesine izin vermeyen ailesi, düğünde takılan altınların bile bir kısmını alamadan evliliklerinin iptalini talep ederek ayrılmalarını gerçekleştirmişti.

Hayatının en hızlı ve anlaması güç bir dönemini 20 gün içinde yaşamıştı. Elif, şimdi oturduğum yere yakın bir mekânda garsonluk yaparak çalışıyor. O olaydan 1 yıl sonra safra kesesini Devlet Hastanesinde aldırmış ve çalışma hayatına geri dönmüştü. En azından kendi taraflarının taktığı altınları alabilmek için maddi manevi dava açmış, sonuçlarını bekliyordu. Tesadüfen hikayesini dinlemek bana nasip oldu. Hayretler içinde dinlediğim, hâlâ şaşırdığım bir hayatın içinde olmak utandırdı beni. Kadınları bu kadar değersizleştirmek, ticari bir alışveriş gibi düşünmek ne kadar onur kırıcıydı. Elif mutluydu, ailesi ona sahip çıkmış ve yaşadıklarını unutturmuştu resmen.

Bu hikayeyi gülerek anlatıyordu. Gülen insanların gizli yaralarının olduğunu bilirim, onun için çok inanmadım gülüşüne. Kim bilir ne çok Elif'ler var hayatımızda. Aklıma son zamanlarda çok rastladığım bu cümle geldi.

"Kadınlar, kötü yetiştirilmiş erkeklerin rehabilitasyon merkezi değildir"

Gerçekten de durum tam olarak bu… Lütfen kendinizin öz değerini, size değer vermeyen erkeklerle harcamayın. Hiç kimse sizden daha özel değil! Sevgilerimle, Belgin Baykal

11 Ağustos 2021 Çarşamba

Aile Olmak!







Evlerin bir gizemi vardır, içinde neler yaşanır kimse bilemez yaşayanların dışında. Yaşayanlar da bildiğini sanır. O odalar, o kapılar, o duvarlar neler gizler… Evin içinde bile bölünmeler olur, taraflar seçilir. Ortada bir sır vardır, herkes bilir ama birbirlerinden saklarlar. Ya da ortaya çıkana kadar sakladıklarını sanırlar. Mesela bizim evimizde üç kız kardeş, anne ve baba arasında babam kendini hep yalnız hissederdi. Aslında kendi yalnızlığını demokrat görünümlü diktatörlüğüne borçluydu. Çünkü ona her şey anlatılmazdı, olay çıkarabilme potansiyeli fazlaydı. Babamın diğer ilginç yanı büyük olaylarda çok olgun davranmasıydı. “Babam duyarsa bittik “ dediğimiz şeylerde biz bitmezdik. Babam gerçekten baba olurdu.

Benim iş yerinde platonik tek taraflı, bir üst yöneticinin bana olan duyguları ve koruması, babamın arkadaşının düşüncesizliği yüzünden kulağına gitmişti. Aynı şirketten emekli olan babamın arkadaşı iş başındaymış meğer.

Bir babaya anlatılmayacak şekilde anlatmış aslını bilmediği uydurma hikâyeyi. İşten eve geldiğimde bambaşka bir baba vardı evde. Yüzüme bakmayan benimle konuşmayan. Annem’e sorduğumda öğrenmiştim, neden öyle davrandığını? Yanına gitmiştim korka korka, konuşmak istemiştim ama babam aniden kalkıp odasına kapanıp ağlamaya başlamıştı. Koskoca diktatör babam, “bana bunu nasıl yaşatırsın” diye ağlıyordu. Ne kadar anlatsam da inanmak istediğine inanmıştı. Ben de bir süre yeni evlenmiş olan ablamda kalmıştım. Çünkü bana duvar örmüştü resmen, yüzüme bile bakmıyordu. En kötü cezaydı bana göre… Aradan iki hafta filan geçmişti, ablamlarda barışmıştık, “bir daha sakın görüşme o adamla, hadi evine gel” demişti. Bende bir şey diyememiştim daha fazla, çünkü beyninde yarattığı senaryoya daha yakındı. Görüşmeme ihtimalim zaten yoktu, iş yerinde üst yöneticimdi. Aynı dönem işe girdiğim yakın arkadaşım imdadıma yetişip ona âşık olmuştu. Sonra da evlenmişlerdi. En azından onunla kahve içmeyi bırakıp, onu arkadaşımla evlendirmiştim. ) Babam bizimle ilgili hiçbir olumsuz hikâyeyi unutmadı, olmadık zamanlarda hep hatırlar ve hatırlatırdı. Kaosla besleniyordu çünkü. En sevdiği şey olmadık şeylerden sorun çıkartmaktı.

Ya da hayatımızı yerinden oynatacak kararlar almaktı. Aynı sene üç okul değiştirmiştim orta üçte. Çünkü babam öyle olması gerektiğini söylemiş ve şehir değiştirmiştik. En mutsuz senemdi. Sonunda pişman olup aynı yıl geri dönünce, üçüncü okuluma kavuşmuştum. Ama babam yakınmalarıma aldırmaz, “okuyacak çocuk her yerde okur” derdi. Şimdi aileler çocukların psikolojisini düşünürken çok gülüyorum. Bizim psikolojimizi bozmak için ellerinden geleni yapmışlardı ama yine de sağlam kalmaya çalışmıştık. Aynı aileden kardeş olarak aynı mı çıktık? Tabii ki hayır! Hepimiz farklı karakter olduğumuz için olaylar karşısındaki tutumlarımız da aynı olmadı. O dönemler kardeşliğin en güzel yanı olumsuz durumlarda bir olurduk. Her şeyi kendi aramızda konuşurduk, bazen kendi aramızda da ikiye ayrılır üçe bölünürdük. Her gün tarafımız değişebilirdi. ) Babam sadece idare ettiğimiz ya da ettiğimizi sandığımız kişiydi. Ama her şeyi de bilirdi. Ya da karşısına çıkardı sakladıklarımız. “Bir de kimse duymasın” olayımız vardı en komiği. Kendi aramızda konuştuklarımızı, hep böyle başlardık anlatmaya, sonra herkes bilirdi o konuyu. Nasıl hızlı bir şekilde yayılırdı, biz bile şaşırırdık. Kardeşler arasında kıskançlık duygusunu da yıllar sonra öğrenmiştim. Bizim bir yerlere gitme ihtimalimiz bile saklanmalı ve paylaşılmamalıymış. Çünkü bizim aile mutlu insan sevmiyormuş, hep sorunlu ve hüzünlü olmalıymışız. ) İnsan psikolojisinin çok kolay bozulup tamir edilebilen bir şey olduğunu sevgili ailem sayesinde anlamıştım. Şimdi annem ve babam yaşlandılar, ikisi de tekerlekli sandalyesiz gezemiyorlar, pandemi nedeniyle de daha çok koruma altındalar. Biz de onların biten hayatlarına ayak uydurmaya çalışıyoruz. Aile olmak güzel ama gerçekten bir aile olabiliyorsak değil mi? Sevgilerimle, Belgin Baykal

25 Temmuz 2021 Pazar

Gittikçe Bana Benziyorum











Yeni açılmış bir mekân, oldukça kalabalık…

Kültür olarak arada kalmış…

Bir yanda caz müzik çalıyor, diğer yanda çoluk çocuk kalabalık aileler serpme kahvaltılar eşliğinde serpilmişler, hiç görmemiş gibi yiyorlar.


Bende akvaryumun en sakin kaya diplerinde yaşayan beta balığı gibiyim.

Kendime kuytu bir yer arıyorum, alt tarafı küçük bir kahve molası için.


“Arada insanlara karış” diyorlar, söz dinliyorum ve karışıyorum,  sonra mutsuz olup söylenerek evime dönüyorum.


Beni mutsuz eden şeylere neden karışmak zorundayım bunu sorguluyorum.

Sonra 'karışmasaydım mutluluğun ne olduğunu bilemezdim' diyorum.


Kendimle nasıl bir iletişim kurduysam her sorunun cevabı da ben de gördüğünüz gibi. )


Acılar, üzüntüler, hastalıklar bize hep derstir.

Hayat mezun olamadığımız, her gün şaşırdığımız ve yeni yeni bilgileri almak için sürekli mücadele ettiğimiz büyük bir okul.


Ya hiçbir şeye kafa yormadan ot gibi yaşarsın ya da dibine kadar gerçeğe ulaşmaya çalışırsın.

Ama galiba ortalarda bir yerde mutluluk.

Ne çok fazlasını öğreneceksin, ne de çok azıyla yetineceksin.

Ne çok fazla kazanacaksın, ne de ‘bu ayı nasıl geçireceğim’ diye düşüneceksin?

Sana zarar verecek arayışların olmayacak mesela…

Mutsuzsan adını koyacaksın ve hayatını ona göre şekillendireceksin.

Mutluysan başkalarını mutsuz etmek adına mutluluğu aramayacaksın.

Kiminle oynarsan bu oyunu umarsızca, bir gün seninle de hayat oynar.

Hayatın bir karması var, ben başıma gelen her şeyde geçmişe gidiyorum.

Kime ne yapmıştım, kimin kalbini kırmıştım da şu an bununla yüzleşiyorum diye.

Gerçekten de yine buluyorum. Kırdığım yerden kırıldığımı çok gördüm.

Hâlâ da bitmeyen bir karmanın içindeyim.

Ama daha güçlüyüm…

Ben güçlü doğmadım mesela.

Benim kanatlarımı kırmaya çalışan insanlara rağmen ben yaralı bereli uçmayı seçtim.

Acizliği hiç sevmedim.

İnsanların bana yaptıklarıyla değil, ‘ben ne yapabilirim onun için’ diye defalarca aynı yerlerde oyalandım.

Bunu onlar için yapmadım aslında, yine kendi huzurum için yaptım.

Ben bununla mutlu oluyorum.

Böyle de devam edecek sanırım.

Kuyruk dik, hasar büyük ama kontrol altında…


Sevgilerimle,


Belgin Baykal

12 Temmuz 2021 Pazartesi

Akıştayım Yine














Bazen başka havada olurum ben,

Sen klasik müzik dinlerken,

Ben batıralım mı bu dünyayı?

Batsın bu dünya diyelim mi diye haykırırım,

Arabesk kaçar ruhuma,

Çığlıklarımız aynıdır aslında,

Bazen ben sen olurum, gelir Vivaldi ‘dört mevsim’ kulaklarıma,

Ya da Hauser, ‘Adagio’ ile dağıtır tüm ruhumu derinlerde,

Bir kız çocuğu ağlar çaresiz içimde,

Anlatamam ki bu hayatı, ben de çözemedim diyemem ki…

Sadece sakin kal, mutlu kal..! diyebilirim.

Her söylenene inanma!

Araştırmadan yargıya varma!

Bilemezsin kimsenin ne yaşadığını derim,

Sonra dönerim yine kendi hayatıma ve yaşanmışlıklarıma,

Sen hızlı hızlı yüzüp karaya ulaşmaya çalışırken,

Ben kendimi sırtüstü bırakırım sulara,

Nasılsa bildiği gibi sürüklemeyecek mi beni kıyıya,

Gerek yoktur senin gibi çırpınmalara, kendini yormaya,

Daha önce yorulduğum için bilirim…

Hayatın dengesini ben bozamam,

Ama o benim dengemi bozabilir ona karşı gelirsem,

Ben teslimim her şeyimle ama sağlam ilkelerimle,

Bak buradayım, koyvermişim kendimi akışa.

Sakin, dingin derin sularda…


Belgin Baykal 2021 Temmuz

6 Temmuz 2021 Salı

Gidemem Bu Şehirden


 


















Hani benim yerime koy kendini diyorsun ya,

İşte! Ben bir hayatın üstüne bir hayat daha koyamıyorum,

Hani benim gibi düşün diyorsun ya!

Kendi düşüncelerimle baş edemezken, senin gibi nasıl düşünürüm?

Çıkmazda benim yollarım, oklar hep beni gösteriyor.

Yalnız, dimdik, yıkılmaz bir tabela gibi…


Bir gün terk edip gideceğim bu şehri,

Ama içim el vermiyor, gittiğim yerde yine benimle karşılaşmayacak mıyım?

İçimde yarım kalmış sevdalarımla başka şehirde güne başlamak bana iyi gelir mi sanıyorsun?

Senden kaçarken benden nasıl kaçacağım?

Peşime düşmez mi tüm terk edişlerim, edilişlerim.

İçimi yakmaz mı başka şehirde yağan yağmur, açan güneş.

Aynı şehirde sensizlik bile güzel!

Kaçtığım her yerde seni görmek ister gözlerim,

Hayal de olsa bir umuttur işte!

Beni bulmanı istemez mi yüreğim?

Bulsan ne olacak o da ayrı…

Kendisinden başka kimseye güvenmeyen insan, sana kendini teslim eder mi sanıyorsun?

“Uzaktan sevmek en güzeliymiş” dememiş mi Cemal Süreya?

“Öyle uzaktan seviyorum seni

Kırmadan

Dökmeden

Parçalamadan

Üzmeden

Ağlatmadan uzaktan seviyorum”


Belgin Baykal

Konuşmamız Gerek

  Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...