26 Nisan 2016 Salı

Dengemi Bozmayınız!








Hayatı tüm renkleriyle gördüm,
kırmızıya da, mora da inandım.
Bazen fazla inandım belki de.
Ama hep iyi niyetle yaptım bunu.

Yan yana yürüdüm sessiz hayallerimle,
diz boyu suya batmış umutlarımla.
Kimseye çelme takmadım hiçbir zaman.
Kimsenin arkasından iş çevirmedim.

Dostluğun arkasında durdum,
sevgiyi açık tuttum içeri girsin diye.
Bazılarınız çok gürültü yaptı hep.
Bazılarınız sessizce çekip gitti.

Ama ben hep yerimdeydim,
hafifçe yan yatmış, dünyaya gülümsüyordum.
Kimseyle dövüşmek istemem artık.
Savaşarak değil, severek tanımışım kendimi.

Bir gizli bildiğim var benim.
Size anlatmak zorunda da değilim.
Anlamanızı beklemem hiç,
aynı yerden bakanlar zaten sezer.

O yüzden lütfen...
Benim dengemi bozmayınız.

Sevgilerimle,
Belgin Baykal

22 Şubat 2016 Pazartesi

Ayrılalım mı?








Eskiden aşk ömürlüktü, şimdi geçici bir heves.


“Olursa ne güzel,” “Olmazsa kader” deniliyor sessizce.


Birçok erkek eğlenmek istiyor, evlenmek değil artık.


Kalmak zor gelince, gitmek kolay oluyor nedense.


Kızlar özgürlük istiyor ama yanında bağlılık da.


Gelinlik giymek hayal, sonrası ise meçhul kalıyor.


Sıkılınca “özgürlüğüm gitti” deyip ayrılık isteniyor.


Oysa birlikte olmak sadece düğün değil, bir emek.


O büyük sözler çabuk mu unutuluyor sahiden?


“Sensiz nefes alamam” diyordun, ne değişti şimdi?


Aşk biraz sabır, biraz da anlayış ister aslında.


İlişkiler, ilk fırtınada bırakılacak gemiler değildir.


Azıcık daraldık diye ayrılık mı gelir hemen?


Yeni bir sevgili tüm sorunları siler mi?


Her şey yolunda mı olacak bir başkasıyla?


Önce kendinle yüzleş, sonra karar ver buna.


Hazır mısın gerçekten paylaşmaya bir hayatı?


Sadece sevilmek değil, sevmek de emek ister.


Fedakarlık olmadan hiçbir aşk büyümez zaten.


Aynı evde kalmak, aynı yolda yürümektir.


Hayat dediğin

iki soluk arası kadar kısa.

Birlikteyken bunu unutmayın…


Zaman hızlı,

zaman acımasız...

Sevgiye vakit ayırın, geç kalmadan.


Bazen yarın olmuyor,

bazen aynı yerde uyanmak nasip olmuyor.


Ama sevgi…

Eğer gerçekse, bir yerlerde hep yaşıyor.


Dilerim yüreğiniz,

hiç bitmeyen bir sevgiyle dolsun...

Ayrılık, son kelimeniz olsun.


Sevgilerimle,

Belgin Baykal


5 Şubat 2016 Cuma

Ayna Ayna, Söyle Bana!




“Nasıl seveceğiz bu kadar zor ve problemli insanları.
Herkes hoşnutsuz, memnuniyetsiz ve öfkeli.
Kimse kimseyi idare etmek istemiyor.
Herkeste haklılık duygusu ağır.
Hepsi hayatlarında suçlu arıyor 
“Her şey senin yüzünden” diyebilecekleri.

“Ayna ayna güzel ayna, söyle bana!"
“Benden daha doğru bir insan var mı bu hayatta?”

Ayna dile gelir:) Sen de herkes gibisin!

-Nasıl yani? Delirdin mi ayna?

-Aklını başına al, neler söylediğinin farkında mısın?

-Tabii ki farkındayım. Artık sana yalan söylemeyeceğim.

-Kendini hep özel ve farklı görüyorsun ya; aynı şeyleri bir zaman
geliyor sende yapıyorsun.

En çokta eleştirdiğin şeyleri yapman komik oluyor.

-Nasıl yani! Bende mi yapıyorum? Hiç farkında değilim!

-İşte! Farkında olman için söylüyorum.

-Eleştiriye gelemiyorsun, pohpohlanmaktan hoşlanıyorsun. 

-Sana kimse kötü bir şey söyleyemiyor hemen öfkeleniyorsun, 
kırılıyorsun.
-Kimsenin sorunuyla ilgilenmiyorsun, varsa yoksa kendi hayatın, 
kendi sorunların.
-Her gün her şeyden şikâyet ediyorsun. 
“Mutlu olmak için önce başkalarını mutlu etmen gerekir.”
-Sen sadece kendini mutlu edecek insanları istiyorsun, onlardan da
bir şey gördüğün zaman, kendini ilah ilan ediyorsun. 
-Herkes “Kötü” bir sen iyi oluyorsun.

-Haklısın galiba, böyle düşünmemiştim.
-Şimdi sana soruyorum. Ne kadar gerçek ve ne kadar doğrusun?
Psikologlar ve uzman kişiler, “Önce kendinizi sevin ”derken 
siz kendinizden başka kimseyi sevmez oldunuz.
Onlar sevgi damarlarınızı açmak için, 
“Önce kendinizi sevin, sonra 
başkalarını daha kolay seversiniz” demek istediler.
O bile yanlış anlaşıldı. Kimsenin kimseye tahammülü kalmadı.
İdare etmek ve iyi geçinmek zül oldu.
Gittikçe bireyselleşme ve yalnızlaşma duygusu, sadece kendini
avutma hali.
İnsanlara duvarlarımızı koyarsak, onlara bütün samimiyetsiz
duygularımızla yaklaşırsak, kendimizi çok farklı tanıtırsak, 
önyargılarımızla onlara şans vermezsek!

Sizce biz ne kadar doğruyuz?

Can Yücel Ne güzel Yazmış;


Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın

kanatların çırpındığı kadar hafif...

Kalbinin attığı kadar canlısın gözlerin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin nefret ettiklerin kadar kötü.

Ne renk olursa olsun kaşın gözün karşındakinin gördüğüdür rengin...

Yaşadıklarını kar sayma yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar

yaşarsan yaşa, sevdiğin kadardır ömrün...

Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin

sakın bitti sanma her şeyi, sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer

ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.

Bir gün yalan söyleyeceksen eğer

bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret

ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.

Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın

güneşin seni ısıttığı kadar  sıcak.

Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın

ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin...

İşte budur hayat!

İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın

bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün

ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutursun...

Çiçek sulandığı kadar güzeldir

kuşlar ötebildiği kadar sevimli

bebek ağladığı kadar bebektir

ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

Sevdiğin Kadar Sevilirsin...

Sevgiyle Kalın

Belgin BAYKAL


27 Ocak 2016 Çarşamba

Ayrılabilen Kişileri Seviyorum





Bu başlığı okuduğunuzda belki de “Ayrılmanın nesi güzel?” 
diyeceksiniz.
Haklısınız. Kimse ayrılmak istemez. Kolay da değildir.
Ama çevremde öyle ilişkiler görüyorum ki…
Tahammülsüzlük, çözümsüzlük ve sürekli bir 
başkalarını suçlama hâli…
Ve her şeyin üstüne bir de şu klasik cümleler:

“Sizler için katlanıyorum.”
“Sizin mutluluğunuz için kendimden vazgeçtim.”
“Annesiz, babasız kalmayın diye dayanıyorum.”

Çocuklar bu sözleri istemez.
Onlar huzurlu bir anne-baba görmek ister.
Birbirine saygı duyan, zaman geçirebilen, iyi anlaşan insanlar…
Çünkü o ortamda büyüyen çocuk, sevgiyle yetişir. 
Zinciri sağlıklı şekilde devam ettirir.

Ben yıllarca birbirine uymayan ama ayrılmayan 
bir ailenin çocuğu oldum.
Bitmeyen kavgalarıyla bizi de yordular.
Ve biz onlara hiçbir zaman teşekkür etmedik.

Hep şunu söyledik:

“Keşke ayrı ama mutlu yaşasaydınız…”

Onlar ise hâlâ şu cümleyle kendilerini avutuyorlar:

“Bugün yine dünyaya gelsek, birbirimizle evlenirdik.” (!)

Ama biz onların geçim şekliyle büyümek istemedik.
Çocuklar aldıkları kadar iyidir.
O gün size saygı gösterirler;
Ama bir gün hata yaparsanız, sizi acımasızca yargılarlar.

Bir ilişkiyi sürdürmek için çaba yoksa, o ilişki bitmiş demektir.
Bazıları çocukları bahane eder, bazıları mal paylaşımı.
Bazıları da sırf “O da mutlu olmasın!” diye bırakmaz.
Ve bunu da sevgi sanır.

Ama sevgi bu değildir.
Bu, insani olmayan bir intikam alma biçimidir.

Birini zamanında sevmiş olabilirsiniz.
Ama sonra sevgisi değişebilir, sizden sıkılmış olabilir.
Yeter ki sorumluluklarını yerine getirsin.
O zaman herkesin yolu açık olmalı.

Hayat bu kadar uzun değil.
Ve bu kadar anlam yükleyecek kadar da gerçek değil.
Sürekli tartışılan, iletişimsiz bir evde büyüyen çocuk,
mutlu bir çocuk olmaz.

“Huzur arıyorum” diyenlere sesleniyorum:
Gerçekten huzurun anlamını biliyor musunuz?

Bunları yazarken farkındayım, bazılarınıza ters gelebilir.
“Ne rahat bir kadın” diyebilirsiniz.
Ama ben bu yollardan geçtim.
Yaşadım, gördüm, düşündüm ve sustum.
Şimdi yazıyorum.

Bugün hayatımda huzur varsa,
Yanımda değerli insanlar varsa,
Bu, o kararlar sayesinde oldu.

Ben artık sadece gerçek insanları seviyorum.
Değer bilen, insani değerlere sahip insanları…

Siz de hayatınızı başkalarının ellerine bırakmayın.
Yok etmelerine izin vermeyin.

Eğer gerçekten o hayat sizin için bir şey ifade ediyorsa…

Sevgilerimle,
Belgin BAYKAL

29 Eylül 2015 Salı

Aşkın Yaşı Yoktur!















Aşkın yaşı olur mu?

Ya da en çok kime yakışır?

Kim karar verir buna?


Bizler, başkalarının aşklarıyla uğraşmayı çok severiz.

Yaşına, başına, kariyerine, zenginliğine, fakirliğine, boyuna, kilosuna…

Her şeyine göre eleştiririz.


Sanki aşkın bir ölçüsü, bir kuralı, bir şekli varmış gibi.


Ama düşünmeyiz…

Aşk aslında bir gönül hastalığıdır.

Kime tutulacağınızı bilemezsiniz.

Aşk, mantığın devre dışı kaldığı hâlidir.


Gerçekleri göremezsiniz.

Sadece bir kişiye odaklanır,

ona kilitlenirsiniz.


Dışarıdan bakan herkes görür ilişkinin gidişatını.

Ama bir tek siz göremezsiniz.

Çünkü gönlünüz artık başka bir frekanstadır.


Ne deseler faydasızdır.

“Olmaz” derler,

“Yürümez” derler,

“Vazgeç” derler…

Ama hiçbirini duyamazsınız.


O kişiyi yüreğinizden koparamazsınız.

O sizinle kalır.


Nereye giderseniz gidin,

yanınızda taşıdığınız tek şey o duygudur.

Aşktır.


Ve aşkı bitirecek tek şey de yine sizsiniz.

Vazgeçtiğiniz anda aşk biter.


Aşkın yaşı başı yoktur.

Herkese yakışır sevmek.


Evet, aradaki yaş farkları sorun getirebilir.

Ama önemli olan, aşkı limitleri zorlamadan,

hak ettiği sadelikle, hak ettiği derinlikle yaşamaktır.


Cemal Süreya’nın dediği gibi:

“Okyanusta ölmez de insan,

gider bir kaşık sevdada boğulur.”


İşte aşk bu:

Olmaz dediğin ne varsa,

asla dediğin her şeyin olur hâli…



Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

Köpeğiniz Varsa!


 






Eğer bir köpeğiniz varsa…

Fazla insana ihtiyaç duymazsınız.

Çünkü o sizi o kadar güzel oyalar ki,

birçok unutulmuş duyguyu yeniden hatırlarsınız.


Vefayı…

Sadakati…

Karşılıksız sevmeyi…


Sadece karın tokluğuna ve aldığı sevgiyle yanınızdadır.

Unutmamayı ve sorumluluk almayı size o öğretir.

Nereye giderseniz gidin, aklınız hep ondadır.


Gece ya da gündüz yürüyüşe çıkmak istersiniz…

Yanınızda her zaman en iyi dost vardır.

Arabanın sağ koltuğunda onunla yolculuk yapmak…

Bazen her şeyden daha keyiflidir.


Belki başkalarını mutlu edemezsiniz,

ama o her koşulda sizinle mutludur.


Eve gelişiniz onun heyecanıdır.

Evden gidişiniz onun hüznüdür.

Siz kapıdan çıkarken gözleriyle sizi uğurlar…

Siz dönene kadar da bekler.


Yorulduğunuz bir gün olur…

Kendinizi koltuğa zor atarsınız.

İşte tam o anda,

usulca yanınıza sokulması…

Yorgunluğunuzu alıp götürür.


Eğer bir köpekle uzun yıllar yaşadıysanız…

Ondan kopmak kolay değildir.

Sizden bir parçadır artık.

Siz de ondan.


Sizin olmadığınız hiçbir şey,

onu da tam olarak mutlu edemez.


Bir köpek sahiplenmek istiyorsanız…

Sevgiye ve fedakârlığa hazır olun.

Bu ilişki öylesine bir heves değil.

Karşılıklı bir bağ, bir alışveriştir.


Tatil planı bile değişir bazen.

Onunla gidebileceğiniz yerleri ararsınız.

En iyi pansiyonlarda kalsa bile,

aradığı sadece sizsiniz.


Zorunlu olarak ayrıldıysanız…

Kavuşma anı en büyük mutluluğunuz olur.

Eve döndüğünüzde koşuşu, heyecanı…

Sadece “mutluyum” demez,

“İşte burası benim evim, ailem burada” der gibi sarılır size.


Köpek sahiplenirken lütfen sadece kendinizi değil,

evinizdeki herkesi dahil edin bu karara.

Herkesin sevmesi, herkesin sorumluluk alması gerekir.

Çünkü bu bir heves değil,

ömürlük bir sadakat yolculuğudur.


Benim vazgeçilmezim,

canım kızım Julia…

Artık bir melek olsan da,

hala evimizin en güzel köşesinde sen varsın.


Hayat seninle o kadar güzeldi ki…😌

Hâlâ öyle.


Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

Hayatımız Yalan!

 



Gerçekten kimiz biz?


Her geçen gün, hem değerlerimizden hem birbirimizden uzaklaşıyoruz.

Daha çok şeye sahip oluyoruz ama daha az kişiyle görüşüyoruz.


İnsanlara güvenmiyoruz ama kendi güvenilirliğimizi sorgulamıyoruz.

Herkesi çıkarcı, menfaatçi görüyoruz ama kendimizi

her şeyin dışında tutuyoruz.


Herkesten anlayış bekliyoruz, ama kimseye 

göstermeye yanaşmıyoruz.

Sevgi istiyoruz… bolca.

Ama sevmeye gelince temkinliyiz, koşullu ve ölçülüyüz.


Saygı görmekte çok hassasız;

ama saygı göstermeye gelince “Neden göstereyim ki?” 

diye düşünüyoruz.


Her konuda konuşuyoruz, fikir belirtiyoruz,

ama “Hadi sen yap” denildiğinde ortadan kayboluyoruz.

Talep etmekte cömert, vermekte cimri hâle geldik.

Duygularımız bile sahteye dönüştü.


Bütün bunları düşündüğümde,

insanın bakışı bulanıyor.

Neyi, neden ve kimin için yaptığımızı gerçekten bilmiyoruz artık.


Bulunduğumuz ortamlarda yapay bakışlar, 

ezber gülüşler arasında kayboluyoruz.

Ve fark etmeden biz de bu sahteliğe uyum sağlıyoruz.


Gerçekten hissettiklerimiz çevremizi oluşturuyor.

Diğerleri ise “ötekiler” olarak kenara çekiliyor.

Hemen sınırlar çiziyoruz, önyargılarla duvarlar örüyoruz.

Tanımadığımız insanlar için kolayca hüküm veriyoruz.

Sonra da yalnızlıktan yakınıyoruz.


Ama kendimize şu soruyu sormaya bir türlü cesaret edemiyoruz:

“Ben insanlara ne veriyorum?”


Herkesten ilgi, saygı, sevgi, anlayış bekliyoruz…

Ama ne kadarını verebiliyoruz?


Çünkü oyunun başrolü her zamanki gibi:

Ego.


Küçücük bir iyilik yaptığınızda,

havamızdan geçilmiyor.

Sanki dünyayı kurtarmışız gibi…


Ama bir dakika sonra neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz.

Bir felaket, bir kayıp, bir gerçeklik…

Ve bir anda; sizi “siz yapan” ne varsa kaybolabilir.

Unvanlar, statüler, servet…

Ve tabii ego da gider.


Hayat bu kadar pamuk ipliğine bağlıyken,

neden hâlâ bu kadar yapay şeylerin peşindeyiz?


Bugün çok istediğiniz şeyler,

yarın sıradanlaşacak.

O yüzden asıl mesele,

sahip olduklarınızın kıymetini bilmek

ve onunla gerçek bir hayat yaşamak.


Gerçekten sevin.

Gerçekten sarılın.

Gerçekten üzülün.

Gerçekten öfkelenin.

Ama ne yapıyorsanız, gerçekten yapın.


Çünkü sahte olan her şey,

ne kadar saklarsanız saklayın,

karşı tarafa geçer. Hissedilir.


Her şey doğasında güzeldir.

Siz de gerçek olun.



“Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken,

sen ‘hiç’ ol.

Menzilin yokluk olsun.

İnsanın çömlekten farkı olmamalı;

Nasıl ki çömleği ayakta tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluksa,

İnsanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.”

— Hz. Mevlâna


Sevgilerimle,


Belgin BAYKAL


Ezik Demeyin Kimseye

Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...