8 Mayıs 2012 Salı

Çoklu Yalnızlık!











Ne kadar çok hissederiz bu duyguyu,

Kalabalıkta yalnızlık duygusunu…

Psikologlara gidenlerin yüzde sekseninin kurduğu cümleymiş 

bu. 
“Kendimi çok yalnız hissediyorum”

Bence insana ait en doğru duygu…

İnsan tek doğar, tek ölür.

Dolayısıyla yalnızlığı doğuştandır.

Sonradan kazanılmış bir değer değildir.

Kendi doğasında kendi doğrularıyla yol alır.

Bu yolda ruhuna dokunan insanları yanında toplar, dokunmayanlara da mesafeler koyar.

Hayat; hedefini koymuş, yönünü tayin etmiş olanlar için ne kadar akışında ve doğal ilerler.

Peki! Hatalar nerede başlar?

Ruhuna dokunulduğunu zannedenler için yanlış hisle başlar.

Çokluk ve hiçlik duygusu içerisinde akıl karışır, seçimlerini bu duyguya göre yapar.

Kendisini sığdıracak bir yer bulamaz.

Ruhu ve benliği arada kalır.

Pişmanlık ve haklılık duygusu ile telafisi olmayacak hatalar yapar hayata dair.

Nereye ait olduğunu bilememenin iç sıkıntısıyla geçirir yaşamın geri kalanını.

Karmaşa içerisinde iç dünyasında kıyasıya savaş verir.

Ne kendisini ne de sevdiklerini mutlu edebilir baş edemediği
duygularıyla;

Benlik duygusundaki bu gidiş geliş, daha yalnızlaştırır kişiyi.

Hep anlaşılamadığını ima eder.

Hep yalnızlıktan dem vurur…

En sevdikleri yanındayken bile sevgiye açtır, ilgiye muhtaçtır…

 

Hayatta tıpkı doğa gibidir.

Evrensel kanunlar her yerde aynıdır;

Verdiğini alır ve büyük bedeller ödetir.

Her zaman değerlerimize sahip çıkıp dönüşü olmayan hatalarda, yalnızlık duygumuzu

kırbaçlamamak dileğiyle,


Mutlu ve iç huzuruyla kalın…

Belgin BAYKAL

O Şarkıyı Henüz Yazmadım!
















Hani sisli bir akşam perdeler titriyordu,

Gözüm ufka dalmıştı arkama dönmüyordum.

Kapıyı açıp gittin, bitmişti biliyordum,

İşte ben o şarkıyı henüz yazmadım…



Neco’nun söylediği ve daha sonra da yaşamına geçirdiği çok

güzel bir şarkısıydı.

Ayrılık kararı bomba gibi düşmüştü medyaya.

Bir de kendisinden bir hayli küçük birisini sevince bu boyut

daha da önem kazandı.

Baştan eşi Oya Hanım kabullenmek istemedi.

Bunu da çok güzel ifade etti.

“Seviyorum, mutsuzum” diye.

Haksız da sayılmazdı. Kaç yıllık hayat arkadaşıydı.

Ama giden gittikten sonra senin duygularını kim önemser ki.

Zamanla insan her şeye alışır.

Ya da alıştırılır…

Ki öyle de oldu.

Kendisine başka bir hayat kurdu,

Kendi derdinden çok insanların dertlerini dinledi.

Başka yaşamlarda çareler buldu.

Elindeki fenerle kendi yolunu da aydınlattı.

Oya Hanım bu ayrılıkla kendisini kazandı aslında!

Karşı çıktığı ve çok üzüldüğü olay, onun lehine döndü.

Belki hayatında ilk defa bu kadar huzurlu oldu.

Belki ilk defa aşkın ve sevginin bazen özgür bırakmak

olduğunu anladı.

Ama çok fazla sürmedi.

“Tam kendime geldim her şeyi kabullendim” derken!

Kızı Ayşe ÖZYILMAZER' de, kendisinden bir hayli büyük

Ali TARAN’ la evlendi.

Yani babasının evlendiği kızın yerini aldı.

Tarih döndü dolaştı kişileri değiştirerek yine karşısına aynı 

durumu çıkardı.


Hayatta bedel ödemek bu olsa gerek…


Babası aynı durumu yaşadığı için kızının yanında yer almak 

zorunda kaldı.

Çünkü her sarf ettiği kelime, dönüp dolaşıp kendisini

bulacaktı. Anne Oya Hanım artık kimseye bir şey diyecek

durumda değildi.

Tüm duyguları şaha kalkmış ve yaşananları kabullenmekten

başka çaresi kalmamıştı.

Bu yazıyı medya takip açısından okumayın!

Yaşanılanlar her zaman insanların başına gelebilecek olaylar.

Hayat, almasını ve görmesini bilene en güzel okul.

Kimseyi kınamamak ve eleştirmemek gerek,

Kimin ne olacağı ve ne yaşayacağı bilinmiyor maalesef…


Sevgiyle Kalın

Belgin BAYKAL

"Hoş Sada" ile Ayrılmak!





Hayatta kalıcı işler yapıp hoş sada ile anılmak, bir kişinin en büyük mirası olmalı.

Bugün albümler ve resimler arası geçmişe doğru bir yolculuğa çıktım. 

Yaşanmışlıklarla dolu uzun bir hayat.

 Bir o kadar da kısa…

 Sanki özeti alınmış hayatımın...

 Ana fikri çıkarılmış ve bugüne gelinmiş.

 Öznesi ve yüklemi değerini kaybetmiş.

 Elimden kayarken resimler;

 Kimisine kızgınlıklarım,

 Kimisine kırgınlıklarım,

 Kimisine de yüzümde gülümsemelerim vardı.

 Bazıları hayatta değildi, hüzünleri vardı...

 Bazıları daha çok özleniyordu…

 Bazılarını geçiştiriyordum hızlı hızlı ve düşünüyordum aynı anda, “Ne kadar gereksizlermiş hayatımda”

 Zaman kaybı bu olmalıymış.

 Ne kadar anlam yüklenirmiş her kelimeye, her satıra.

 Ne çok takılırmış akıl, olur olmaz saçmalıklara.

 İşte gün gelir her şeyin boş olduğunun anlaşıldığı dönemle yüzleşir insan.

Bununla yüzleşmekte başarıdır.

İyilikler ve kötülükler duvar yazısı gibi kazınır akıllara.

 Herkesi bu doğrultuda anarsın.

 Kimisini vefası, kimisini cefası ile.

 Hayat iki farklı şey sunar bize.

 İyi olmak ya da kötü olmak…

 İçimizde beslediğimiz ve bizi yönlendirmesine izin verdiğimiz duygularla hayatımıza hükmederiz.

Neler yaptıysak iyi ya da kötü karşımıza çıkar.

 Adınızın geçtiği yerde, güzel sözlerle anılıyorsanız,

 Siz de “Hoş sada” ile ayrılacak insanlardansınız.

 Tıpkı büyük şair Baki’nin dediği gibi

 Her şeyin gelip geçici olduğu bu fani dünyada, 

"Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş"

 

Sevgilerimle 
Belgin BAYKAL



Kadınlar Neden Süslenir?











Geçen gün bir iş arkadaşım, kadınların erkekler için değil
diğer kadınlardan daha güzel olmak için süslendiğini söyledi.
Yani hemcins yarışı! Diğer arkadaşlarda bunu doğruladılar.
Sonra kendimi düşündüm; "Neden süsleniyorum “diye!
Beynimde geniş bir tarama yaptıktan sonra, kendim için süslendiğime karar verdim.
Bazen acele ile rahat hissetmeyeceğim bir kıyafet giyersem, bütün günüm kötü geçiyor.
Ya da saçlarımı istediğim gibi yapamadıysam.
Bir de karşıma “Bugün seni hiç beğenmedim, neden böyle
oldun “diyen birisiyle karşılaşırsam, değmeyin o günümün keyfine.
Zaten kendini bir türlü rahat hissedememişsin, aynalardan kaçar vaziyettesin.
Karşına yürüyen ayna çıkıyor ve sana gerçekleri sesli olarak söylüyor.
Gerçeği söyleyen ve samimiyetine inandığım tüm arkadaşlarım beni eleştirsinler hiç umursamam.
Ama üzerimde mutsuzluklarını test eden insanlara payım yok.
“Ben mutsuzum, sende mutsuz ol” felsefesi…
Başkasının mutsuzluğunu ve kötülüğünü istiyorsan, zaten mutluluktan çok uzaksın demektir.
Sonuçta insanın kendisini sevmesi ve ona inanması doğru olanı.
Erkeklerin birçoğu, kadınların çok süslü olması ile ilgilenmiyor.
Onlar için temiz, bakımlı ve çok göze batmayan şekilde süslenmesi yeterli olanı.
Kadınlar, beraber olduğu kişi tarafından; kılığı, kıyafeti, makyajı, takıları, ojesi üzerine ne kadar eleştiri yapılırsa yapılsın, bildiğinden şaşmaz.

Yine takar takıştırır, sürer sürüştürür, dalga geçer gibi geçer karşısına sevdiğinin…
Buradan da anlıyoruz ki, kadınlar gerçekten ya kendileri ya da hemcinsleri ile yarıştan dolayı süsleniyorlarmış.
Kişisel bakım çok önemlidir aslında.
İnsan kendisini makyajsızda iyi hissedebilir.
Önemli olan ruhunuz ne alemde?
Kimisi tembelliğinden,
Kimisi yakışmadığını düşündüğünden,
Kimisi gereksiz bulduğundan, dış görüntüsüne önem vermez.
Oysa ki, kendisine ve çevresine saygısı olan herkes görüntüsüne dikkat etmek zorundadır.

El, yüz, diş, saç bunlar hep karşı tarafa hitap eden şeylerdir.
Aynı zamanda kişiye de moral verir.
İnsanın düzeltemeyeceği bir hastalığı ya da kusuru yoksa bakım kadını kadın yapan özelliktir.
Öncelikle nasıl bir kadın olduğunuzu düşünün, kendinizi değerlendirin?
Siz, sizin gibi bir kadından hoşlanır mıydınız?
“Kadın” kelimesi bizde çok kutsaldır.
Anne olma özelliğinden dolayı.
Dolayısıyla işi de hiç kolay değildir.
Ama bunlar bakımsız olmasına etken de değildir.
İnsanın kalbi ve ruhu dışına yansır.
Enerji de bir tür bakımdır.
İnsandan insana geçer.
Kendisini seven ve özen gösteren insan, karşısındakilerle de olumlu ilişkiler kurar.
Aynaya baktığınızda kendinizi iyi hissetmeniz açısından dış görünüme önem vermeliyiz.
Karşınızda nasıl bir insan görmek istersiniz?
Düşünceleriniz olumlu ise, sizde o tip insan olmaya çalışın.
Kendimizden daha kıymetli hiçbir şey yoktur.
Verdiğiniz değer kadar değer görürsünüz.
İnsanlar dış görünüşleriyle karşılanır, kişilikleriyle uğurlanır.

Bunu unutmayın!

 

 Sevgiyle Kalın

 Belgin BAYKAL

Esaretiniz Seçiminiz mi?











Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.

Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.

Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur.
Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir.
Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.
Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar,
ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz.
Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz.
Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur.
Onu sadece, kendi hırsı ve ihtirası tutsak etmiştir.

Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır.
Ya biz! insan olarak nelerden vazgeçebiliyoruz?
Nelerin bağımlısıyız?
Tutkularımız ve hırslarımız bizi nereye götürüyor?

Kendi çıkarlarımızı düşünmeksizin ne kadar gerçeğiz?
Kimin yanında ne kadar varız?
Tıpkı avcılar geldiği zaman çılgına dönen maymun gibiyiz aslında.
Ne sahip olduklarımızı paylaşabiliyoruz?
Ne de sahip olacaklarımızdan vazgeçebiliyoruz.
Tutsağız zaaflarımıza...
Geçici bir hayatta yol aldığımızı bile bile yine de insanlık adına bir şeyler yapmakta zorlanıyoruz.
Yapılacak o kadar çok şey varken, canımız sıkılacak kadar vaktimiz var ne yazık ki!
Her şeyin yeteceği kadar sahiplik duygusu olmalı.
İhtiyaçlarımızı karşılayacak kadar da yaşam kalitesi.
Alma zaafımızı verebilmeye çevirmek ve sonra beklemek…
Tıpkı nadasa bırakılmış toprak gibi.
Hayatta yapılan her şey insana geri döner.
Ne yaptığınla alakalı…
O zaman iyi şeyler yapalım ki hasatımız bol olsun.


Belgin BAYKAL

Sizde Fırtınada Uyuyabiliyor musunuz?













Hayatta alınan unvanların hep bedeli ağırdır.
Bunların sorumluluğunu yerine getirmekte gerçekten güçtür.
İnsanı insan yapan ve farklılık yaratan tek şey üstlendiği sorumlulukları hakkını vererek yerine getirmektir.
İşinizi tam anlamıyla eksiksiz yapıyorsanız özel durumlarda sorun yaşamazsınız.
Ama birilerine devredip kendinizi bu olaydan saf dışı tutarsanız bir gün sorunlar kapınızı çaldığında şaşırmayın. Kimseyi de suçlamayın!
Böyle zamanlarda her zaman keyifle okuduğum ve hayat felsefesi olarak gördüğüm bir hikaye aklıma gelir.
Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı.
Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu.
Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun
çiftliğinde çalışmak istemiyordu.
Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vaz
geçiyor, “Burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur” diyorlardı.
Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti.
Çiftlik Sahibi, adamın haline bakıp ‘Çiftlik işlerinden anlar mısın?’ diye sormadan edemedi.
"Sayılır" dedi adam, ‘Fırtına çıktığında uyuyabilirim’.
Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boş verip çaresiz adamı işe aldı.

Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü görünce içi rahatladı.
Ta ki o fırtınaya kadar;
Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı.
Öyle ki; bina çatırdıyordu.
Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: ‘Kalk, kalk! Fırtına çıktı.
--Her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.
Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı:

"Boş verin efendim, gidin yatın.
İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya."
Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı.

Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.
Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu, saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı.
Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti.
Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı.
Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı.
Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini
kapatırken mırıldandı;

"Fırtına çıktığında uyuyabilirim"
Van'da Pazar günü gündüz saatinde meydana gelen depremde, yine yaralarımız tazelendi.
Şehitlerimizin acısını paylaşırken diğer tarafta dışarıda kalan bir sürü evsiz ve acılı insanların durumları bizi yeniden kendimize getirdi.
Bizler sıcacık yataklarımızda yatarken, onlar gecelerini nasıl geçiriyorlardı acaba?
Mevsim normallerinin üzerinde ki soğukla nasıl baş ediyorlardı.
Bir sürü yakınları enkaz altındayken acıları ne kadar derindi.
İşte şimdi sorumluluk sahibi olan insanların görevlerini hakkıyla yapıp yapmadıklarının denetim zamanıydı.
Bütün boş verilen ve üzerleri dualarla kapatılan olaylarla baş edebilme günüydü.
Bakalım yeterince önlem alınmış mıydı?
Deprem tatbikatları yerini bulmuş muydu?
Her türlü ihtiyaçları karşılayacak erzak , araç , gereç var mıydı?
Bizde bu "Fırtınalı günlerde" rahatça uyuyabiliyor muyduk?
Bazı şeyleri anlamak için onu yaşamamız gerekmez.
Hayatta her şeyin planlaması önceden yapılmalı.
“Günü gelince yaparız” şeklinde yaşarsak ya da “Allah korusun bir şey olmaz” dersek o gün geldiğinde duyacaklarınıza hazırlıklı olun.

Her mevki çalışma ve disiplin gerektirir.

Fırtınalı günlerde uyuyabilmek üzere mutlu kalın.


Belgin BAYKAL




Mevkii Sizi de Değiştir mi?











Uzun zamandır bir yerlere gelmeyi hayal ediyorsunuz, bunun için sağı solu kurcalıyorsunuz.
Acaba bana faydası olabilecek bir yakınım var mı diye?
Arzu ettiğiniz mevkie gelmek için, ne kadar hak ettiğiniz ya da ne kadar hakkından gelebileceğiniz önemli değil!
Yükselmek ve mevki sahibi olmak tek hedefiniz.
Sizi celbeden tarafı bu…
Dolayısıyla değişime hazır olun.
Eskiden sürekli eleştirdiğiniz ve kınadığınız üst yöneticilerinizden daha da fena olmaya adaysınız.
“Boş başak dik durur, dolu başak eğilir” sözü bundan gelir.
İçi boş ve yeterli olmayan insan çabuk havalanır ve kendisini çok yukarılarda görür.
Kendisini dolduran yetiştiren ve tam anlamıyla yararlılık gösteren insanlar tevazu sahibidir.
Çünkü onun kendisini öyle hissettirecek bir egoya ihtiyacı yoktur.
“Bir insanı tanımak istiyorsanız ona mevki verin” derler,
Gerçekten de çok doğru bir sözdür.
Tabii ki hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
Daha çok işi ve sorumlulukları olduğu için zaman sorunu yaşamaya başlar.
Bunu da çevresine yansıtır.
Ama bu onun insanlığına ait duygularını yok etmemelidir.
Gerçekten alın teriyle ve emekle gelinen noktalar keyiflidir.
Çünkü hak etmediğiniz bir yerin hazımsızlığı olmaz.
Bildiğiniz alanlarda aldığınız sorumluluk sizi rahatsız etmez.
Sizi etmediği gibi başkaları da sizi gönül rahatlığıyla taşır.
İşleriniz ve ilişkileriniz düzenli gider.
Mevkiler gelip geçicidir.
Kimseye bugüne kadar kaldığı görülmemiştir.
Er ya da geç sizlerde başkalarına teslim edeceğiniz unvanlarınızla kalıcı işler bırakın.
İnsanların gözüne mevkinizi sokmayın.
Herkesle selamınız sabahınız olsun.
Sizi güzel anan ve arkanızdan güzel söz eden çalışanlarınız olsun.
İki günde yürüyüşü değişti dedirtmeyin.
Akıllı insan kazandığı paranın birazını, aldığı nasihatin ise bir çoğunu bir yana koyar.

Seçim size kalmış;)

Belgin BAYKAL

Konuşmamız Gerek

  Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...