8 Mayıs 2012 Salı

Zamanın Farkında mısınız?









Zamanın Farkında mısınız?

“Zaman su gibi geçiyor” derdi hep büyüklerim.
Ben küçüktüm, bu sözleri anlayamazdım elbet.
Her şey sanki onlara olurmuş gibi gelirdi.
Yüzde kırışıklıklar, hastalıklar, “bizim zamanımızda” cümleleri...
Anlatacak birçok hikâyeleri, öğütleri olurdu onların.
Ben dinlerdim; masaldı benim için.
“Bizimkiler farklı” derdim içimden, önemsemezdim fazla.
Arada bir zaman farkı vardı sonuçta.
Nesil değişmişti, her şey aynı olabilir miydi?
Ama ilişki boyutunda yaşananlar aslında hep aynıymış.

Nedir bu “zaman”? Ne büyük, ne ilginç bir kavram.
Bazen bir akıntı gibi içine çekip götüren,
Bazen de durgun, içinde bizi bırakan bir deniz.
Bazen harcadığımız, bazen kıymetini çokça bildiğimiz...
Üzüntülerde avutan, sevinçte bitmesin dediğimiz şey.
O her yerde, her duyguda bizimle birlikte ilerliyor.
O yüzden her doğan gün bir umut olsun.
Son nefese dek güzel şeylerle meşgul olmalıyız.
Hobilerimiz olmalı, ruhumuzu besleyen tatlı uğraşlar.
Soframızı paylaşacağımız dostlarımız, yoldaşlarımız olmalı.
Bir dolu okunacak kitaplarımız bizi beklemeli rafta.

Artık anlıyorum, kırışıklıklar sadece yaşın belirtisi değil.
Ruh ve bedenin ayrı ayrı yaptığı sessiz bir yarış.
“Eskiden…” diye başlayan her söz, deneyimden bir iz.
Yaşlanmaya direnmek, gençliğe tutunmak herkesin derdi.
Ama tek değişen yüzler ve gelen giden kişiler.
Yaş hep aynı kalmıyor, biz de büyüyor ve anlıyoruz o sözlerin ne demek olduğunu.
Geleceği sağlam kurmak, sonuna dek faydalı olmak şart.
Ruhumuzu ve bedenimizi ihmal etmeden yatırım yapalım.
Çünkü geçen zamana karşı tek siperimiz budur:
Sağlam bir beden ve huzurlu bir ruh.

Sevgilerimle… 


Belgin BAYKAL



    Çoklu Yalnızlık!















    Çoklu Yalnızlık

    Ne kadar çok hissederiz bu tanıdık duyguyu aslında.
    Kalabalık içinde bile yalnız kalır ruhumuz sessizce.
    Psikologlar en çok bu cümleyi duyarlarmış danışanlarından:
    “Kendimi çok yalnız hissediyorum.” Bu cümle çok tanıdık.
    İnsana en yakın ve en gerçek duygu: yalnızlık.
    Tek doğarız, tek ölürüz, yalnızlıkla geliriz dünyaya.
    Yalnızlık doğuştan gelir, sonradan edinilmiş bir duygu değildir.
    Doğamızda vardır, kendi doğrularımızla yürürüz bu yolu.
    Bu yolda bazıları ruhumuza dokunur, bazıları geçer.
    Dokunmayanlara mesafe koyarız, çünkü bağ kuramayız.

    Hayat, yönünü bilenler için akışında ilerleyen bir nehirdir.
    Peki hatalar nerede başlar, nerde kopar ipler?
    Ruhuna dokunulduğunu sananlar, yanılır ve sapar.
    Yanlış hissin peşine düşüp karışır çoklukla hiçlik.

    Kendine yer bulamaz, sığamaz hiçbir yere gönlün.
    Benlik ve ruh arada kalır, yalnızlaşır fark etmeden.
    Pişmanlık ve haklılık arasında kaybolur, zarar verir.
    Nereye ait olduğunu bilememek, acı verir insana.
    Bu iç sıkıntısı, yaşamın geri kalanına gölge düşürür.

    İçsel savaş başlar, dışarıdan görünmeyen bir kıyametle.
    Ne kendini mutlu edebilir, ne de yakınlarını güldürebilir.
    Yüzleşemediği duygularla didişip durur içinde sessizce.
    Benliğindeki gelgitler, daha da derinleştirir yalnızlığı.
    Anlaşılmadığını söyler, hatta buna inanır zamanla.
    En sevdikleri yanındayken bile sevgiye aç kalır.
    İlgi bekler, dokunulmak ister ama söyleyemez bile.

    Hayat da doğa gibidir aslında, sade ve net.
    Evrensel yasalar hep işler: ne verirsen onu alırsın.
    Ve bazen çok büyük bedeller ödetir hatalı seçimler.
    O yüzden dönüşü olmayan hatalarda dikkatli olun.
    Yalnızlık duygusunu körüklemeden yürüyün bu yolu.

    Mutlu ve iç huzuruyla kalın…

    Belgin BAYKAL

    O Şarkıyı Henüz Yazmadım!













    O Şarkıyı Henüz Yazmadım!

    Hani sisli bir akşam, perdeler titriyordu,
    Gözüm ufka dalmıştı, arkama dönmüyordum.
    Kapıyı açıp gittin, bitmişti biliyordum…
    İşte ben o şarkıyı henüz yazmadım.

    Neco’nun söylediği o şarkı, çok anlamlıydı.
    Sonra yaşamına da geçirdi, çok da konuşuldu.
    Ayrılık kararı bomba gibi düştü medyaya.
    Hele ki genç birini sevince konu büyüdü.
    Eşi Oya Hanım önce kabullenmek istemedi.
    “Seviyorum, mutsuzum” diyerek duygusunu anlattı.
    Haklıydı… Yıllarca süren bir hayat arkadaşıydı.
    Ama giden gidince duygular neye yarar?
    Zamanla insan alışır… Ya da alıştırılır.

    Ve öyle de oldu, başka bir hayat kurdu.
    Kendi derdinden çok başkalarınınkini dinledi.
    Elindeki fenerle başkalarına yol gösterdi.
    Ve o ışıkta kendi yolunu da buldu.

    Oya Hanım bu ayrılıkta aslında kendini kazandı.
    Başta reddettiği olay, onun lehine döndü.
    Belki ilk kez huzurlu, ilk kez özgür oldu.
    Belki ilk kez “bırakmanın” sevgiden olduğunu anladı.

    Ama çok da sürmedi, hayat tekrar döndü.
    Kızı Ayşe, Ali Taran ile evlenince şaşırttı.
    Hem de babası yaşındaki kişiyle.
    Tarih döndü, kişiler değişip yine geldi.

    Hayatta bedel ödemek böyle bir şeymiş…
    Babası da aynı durumu yaşadığı için,
    Kızının kararına karşı çıkamaz hale geldi.
    Söylediği her söz, kendine geri dönecekti.
    Anne Oya Hanım da sessiz kalmak zorundaydı.
    Ne diyebilirdi ki yaşanmışlıklara?

    Bu yazıyı medya dedikodusu diye okumayın.

    Yaşananlar herkesin başına gelebilir bir gün.
    Hayat, almasını bilene en güzel öğretmendir.
    Kınamayın, eleştirmeyin kimseyi.
    Çünkü ne yaşayacağımızı hiç bilemiyoruz…


    Sevgiyle Kalın,


    Belgin BAYKAL

    "Hoş Sada" ile Ayrılmak!



    Hoş Sada ile Ayrılmak

    Hayatta hoş sada ile anılmak en büyük mirastır.
    Bugün geçmişe dair bir albüm yolculuğuna çıktım.
    Yaşanmışlıklarla dolu uzun bir hayat düşündüm.
    Bir o kadar da kısa geldi bazı anlar.
    Sanki hayatımın özeti alınmış gibi hissettim.
    Ana fikri çıkarılmış, detaylar unutulmuş gibiydi.
    Resimler elimden kayarken, içimde izler bıraktı.
    Bazısına kızgındım, bazısına kırgınlıkla baktım.
    Bazılarıysa yüzümde gülümsemeler bıraktı sessizce.
    Bazıları hayatta değildi, derin bir hüzün duydum.
    Bazıları ise fazlasıyla özleniyordu içten içe.
    Bazılarını hızlıca geçtim, anlamını yitirmişti.
    "Ne kadar gereksizmiş hayatımda" dedim içimden.

    Akıl ne saçmalıklara takılmış zamanında.

    Bugün kendime kızdım abarttığım şeyler için.


    Ve gün gelir, her şeyin hoşluğuyla yüzleşiriz...


    Bu yüzleşme de bence bir başarı sayılır.


    İyilikler, kötülükler kazınır zihinlerin duvarına.


    İnsanları vefası ya da cefasıyla anarsın hep.


    Hayat sana iki seçenek sunar: iyi ya da kötü.


    İçimizde beslediğimiz duygular yön verir yaşama.


    Yaptıklarımız eninde sonunda karşımıza çıkacaktır.


    Adın geçtiğinde güzel sözler söyleniyorsa, şanslısın.


    Demek ki hoş sada ile ayrılacaklardansın sen.


    Tıpkı büyük şair Baki’nin dediği gibi olur:
    "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş."

     

    Sevgilerimle 
    Belgin BAYKAL



    Kadınlar Neden Süslenir?











    Kadınlar Neden Süslenir?

    Geçen gün iş arkadaşım şöyle bir şey söyledi:
    Kadınlar erkekler için değil, kadınlar için süslenir.
    Yani hemcins yarışı! Diğer arkadaşlar da onayladı hemen.
    Sonra düşündüm: "Ben neden süsleniyorum acaba?" dedim.
    Beynimde tarama yaptım, dürüstçe kendime sordum.
    Ve sonunda karar verdim: Kendim için süsleniyorum.

    Bazen aceleyle yanlış kıyafet giyersem huzurum kaçar.
    Ya da saçımı istediğim gibi yapamazsam mutsuz olurum.
    Sonra biri gelip “Hiç beğenmedim seni” derse
    Çaktırmadan bittiğim andır, ruhum toparlanamaz kolayca.

    Gerçeği söyleyen dostlar eleştirsin, hiç sorun değil.
    Ama mutsuzluğunu üzerimde test edenlere payım yok.
    “Ben mutsuzum, sen de ol” felsefesi yaygınlaştı maalesef.

    Kendini sevmek ve inanmak her şeyin başlangıcıdır.
    Çoğu erkek abartılı süsten hoşlanmaz, sadelik sever.
    Onlara göre temizlik ve doğallık en yeterli olanıdır.

    Kadın eleştirilse bile bildiğini her zaman okur.
    Takar, sürer, yakıştırır, geçer sevdiğinin karşısına.
    Yani yarış çoğunlukla hemcinsle ya da kendiyledir.

    Kişisel bakım sadece süs değil, bir ihtiyaçtır aslında.
    Makyajsız da güzel hissedebilirsin, mesele ruhundur.
    Kimi tembellikten, kimi boş vermişlikten ilgisizdir kendine.
    Ama saygısı olan biri, dışına dikkat eder mutlaka.

    El, yüz, diş, saç… Hepsi karşıya mesaj verir.
    Aynı zamanda kişiye de moral verir, ruhu besler.

    Kadını kadın yapan şey ilgidir, özendir.
    Önce kendini tanı: Nasıl bir kadınsın sen?
    Kendin gibi birinden hoşlanır mıydın gerçekten?

    “Kadın” kelimesi bizde çok derin anlamlar taşır.
    Anne olmakla birleşince bu yük daha da artar.
    Ama bu, bakımsızlığı asla mazur göstermemeli.

    Aynaya baktığında kendini iyi hissetmen önemlidir.
    Karşında nasıl biri olsun istersin, düşün biraz.
    Sen de öyle biri olmaya çalış her zaman.

    Kendinden daha kıymetli hiçbir şey yok bu hayatta.
    Verdiğin değer kadar değer görürsün unutma.

    İnsan dışıyla karşılanır, kişiliğiyle uğurlanır dünyadan.


    Sevgiyle Kalın


    Belgin BAYKAL

    Esaretiniz Seçiminiz mi?









    Esaretiniz Seçiminiz mi?

    Asya’da maymun yakalamak için bir tuzak kurulur.
    Hindistan cevizi oyulur, iple bir yere bağlanır.
    Altına dar bir yarık açılır, içine yiyecek konur.
    Yarık sadece açık el sığacak kadar dardır.
    Maymun kokuyu alır, elini içeri uzatır hemen.
    Tatlıyı yakalar ama eli artık dışarı çıkmaz.
    Çünkü yumruk olunca yarıktan geçemez hâle gelir.
    Kaçamaz, çünkü elindekini bırakmayı reddeder.
    Onu tutan ip değil, kendi ihtirası olur.
    Yapması gereken sadece: elini açmak ve bırakmak.

    Peki ya biz, insanlar? Ne kadar farklıyız gerçekten?
    Nelerden vazgeçemiyoruz? Nelerin bağımlısı olmuşuz?
    Tutkularımız bizi nereye sürüklüyor, farkında mıyız?
    Kimin yanında ne kadar varız? Gerçek miyiz?
    Paylaşamıyoruz, vazgeçemiyoruz, tutunmaya devam ediyoruz sürekli.
    Tutsağız, zaaflarımıza, isteklerimize, geçici olan her şeye.
    Yapılacak şey çokken, can sıkıntısından yakınırız.
    Zaman geçer ama hiçbir yere varmadan yaşarız.
    Her şeyin yeterince olması huzur verir insana.
    İhtiyacın kadar yaşamak en büyük zenginliktir aslında.

    Alma zaafını vermeye dönüştür, sonra sadece bekle.
    Tıpkı nadasa bırakılmış, dinlenen topraklar gibi.
    Hayatta ne yaparsan, dönüp sana gelecektir.
    O yüzden iyi şeyler yap ki hasadın bereketli olsun.

    Sevgilerimle,

    Belgin Baykal

    Siz de Fırtınada Uyuyabiliyor musunuz?











    Siz de Fırtınada Uyuyabiliyor musunuz?

    Hayatta alınan unvanların bedeli ağırdır.
    Ve bu unvanların getirdiği sorumlulukları hakkıyla yerine getirmek 

    hiç de kolay değildir.

    İnsanı insan yapan ve onu başkalarından ayıran şey, 

    üstlendiği görevleri layıkıyla yerine getirmesidir.


    İşinizi eksiksiz yapıyorsanız, özel durumlarda sıkıntı yaşamazsınız.


    Ama işin sorumluluğunu başkalarına devreder, 

    kendinizi bu işten soyutlarsanız...


    Bir gün sorun kapınızı çaldığında şaşırmayın. 

    Ve kimseyi de suçlamayın!

    Bu noktada yıllardır aklımdan çıkmayan bir hikâye gelir aklıma:


    🌪 Fırtınada Uyuyabilirim

    Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir bölgede bir çiftlik satın alır.
    İşe başlar başlamaz bir yardımcı arar.
    Ama herkes çiftliğin konumunu görünce geri kaçar:

    “Burası çok fırtınalı, burada çalışılmaz.”

    Nihayet çelimsiz, yaşını almış bir adam işe başvurur.
    Çiftçi sorar:

    “Çiftlik işlerinden anlar mısın?”

    Adam cevap verir:

    “Sayılır... Fırtına çıktığında uyuyabilirim.”

    Çiftçi bu tuhaf cevaba çok takılmaz, çaresiz işe alır.

    Zamanla adamın işini iyi yaptığı görülür.
    Ta ki o büyük fırtına gecesine kadar...

    Gece yarısı çiftçi fırtınayla uyanır, bina çatırdamaktadır.
    Koşarak işçiyi uyandırır:

    “Kalk! Fırtına çıktı, her şey uçmadan bir şeyler yapalım!”

    Adam mırıldanır:

    “Gidin yatın. Size söylemiştim, fırtına çıktığında uyuyabilirim.”

    Çiftçi sinirlenir ama dışarı çıkar.
    Bir bakar ki...
    Saman balyaları bağlanmış, üstü örtülmüş.
    Ahır kapıları desteklenmiş, hayvanlar içeri alınmış.
    Evin kepenkleri kapatılmış.

    Her şey hazırdır.
    Çiftçi gülümseyerek yatağına döner ve mırıldanır:

    “Fırtına çıktığında uyuyabilirim.”


    Bu hikâye sadece bir çiftliği değil, bir toplumun ve 

    bireyin sorumluluk anlayışını anlatır.


    🌍 Peki biz?

    Yıllardır maden ocaklarında yaşanan kazalar...
    Depremlerle yıkılan şehirler...
    Yarım kalan önlemler, ihmal edilen canlar...

    Bazen şehitlerimiz için yandı kalbimiz, bazen evini kaybeden insanlar için. 

    Böylesi acılarda her şeyin planlamasını önceden 

    yapmamış olmanın bedeli çok ağır oldu.

    Herkesin unuttuğu günlerde bile bazıları o fırtınada uyanık kalmak zorundaydı.

    Hayat, "bir gün bakarız" diyerek yürütülecek bir program değildir.

    Bugün rütbeniz, mevkiiniz ne olursa olsun...
    O önemli gün geldiğinde siz de fırtınada uyuyabilecek misiniz?

    Sevgiyle kalın...

    Belgin BAYKAL

    Ezik Demeyin Kimseye

    Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...