14 Mayıs 2012 Pazartesi

Başka Yaşamlara Özlem!
















Hiçbirimiz sahip olduğumuz hayata tam anlamıyla malik değilizdir.

Başkalarının yaşamları, aileleri, çocukları hep örnek teşkil eder.

Herkes birbirini mukayese ile ne canlar yakar.

Memnuniyetsizlikler hep örneklemelerle gün yüzüne çıkartılır.

Bütün çevremiz gözden geçirilir ve örnek verilecek adaylar bulunur.

En ufak tartışmalarda ya da keyifsiz durumlarda hazır kişiler ortaya sunulur.

Herkesin kocası, çocuğu, karısı, annesi, babası, 

kardeşleri başka bir kıymet kazanır.

Bilmezler ki o örnek gösterilen aileler dört duvar arasında neler yaşarlar.

Gerçekten örnek midirler? 

Ya da onların gözünde de sizin örnek olabileceğiniz gibi,


“Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünür” Ne kadar güzel bir atasözüdür.


Sizde olan şeylerin, başkasında daha kıymetli gözükmesi…

İnsanlar ellerindekinin kıymetini gerçekten kaybedince anlarlar.

Her kaybettiklerinde de ders aldıklarını sanırlar ama 

bir zaman sonra değişen hiçbir şey olmaz.

Doğası gereği eski haline dönerler.

Sahip olduğu şeyi elinde tutma kavramını henüz keşfedememiştir.

Daha doğrusu çok şey yaptığını sanır ama yapılması 

gereken gerçek şeyleri yapmaz.

Sevdiklerinden sevgisini ve ilgisini esirger.

Madde gibi görür her şeyi.

"Bütün ihtiyaçlarını karşılıyorum daha ne istiyor" şeklinde!

Hiç kimse kaybetmeyi düşünmez.

Ama büyük bir detay atlanır.

Sahip olduklarınıza ‘sizin’ duygusuyla bakmayın!  

Anlık yanınızda olduğunu düşünün,

Ertesi günü başınıza neler geleceğini biliyor musunuz?

Sizin olduğunu sandığınız şeyler gerçekten sizin mi acaba?

Ölüm ve ayrılık denen bir kavramın olduğu yerde, 

bu kadar emin bir hayat nasıl yaşanır?

Her gün bir daha görüşmeyecekmiş düşüncesiyle 

baktığımız zaman, yine aynı ilgisizliği gösterebilir miyiz?

Size değer veren insanlarla oturup sohbet etmek yerine,

televizyon izliyorsanız ya da başka şeylerle zaman geçiriyorsanız 

kaybınız gerçekten çok derin olur.

Sadece iyi not alınca çocuklarınızı sevip takdir ediyorsanız 

onların çocukluklarını çalıyorsunuz demektir.

Onların her gün sağlık ve mutlulukla eve gelmeleri en büyük ödüldür.

Çocuklarınızı, eşinizi, dostunuzu değer vererek karşılayın ve uğurlayın,

Sizin için ne kadar önemli olduğunu hissettirin. 

Çünkü çok hazırlıksız yakalanabilirsiniz.

İçinizde ne çok keşkeleriniz kalır.


Bugünden itibaren var mısınız? Hayatınızı tekrar gözden geçirmeye.

Sahip olduğunuz her şeyle gurur duyun ve şükredin.


Başka hayatlara değil, kendi hayatınıza sahip çıkın 


çünkü birileri de sizin hayatınıza özeniyor olabilir.



Sevgilerimle...


Belgin BAYKAL

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Video Kliplerim




8 Mayıs 2012 Salı

Evlilik mi? Hazır mısınız gerçekten!



   




Evlilik kararımızdan sonra, nikah günü almak için çalıştığım

iş yerindeki müdürümden o gün için izin istemiştim.

İkinci evliliğini yapmış, evliliğin bütün sancılarını yaşamış biriydi.

Bana, “Aman! Evlen de, sen de gör nelerle karşılaşacaksın” demişti.

O günkü mutluluğumla bu sözler çok anlamsız gelmişti.

Kendisi kötü bir şey yaşamış olabilirdi, ama benimki farklıydı.

İlişkimin özel olduğunu düşünüyordum, herkes gibi…

İlk zamanlar her şeye özen gösteriliyordu.

Yemekler en az üç çeşit, gelen-giden misafirler neşeyle karşılanıyordu.

Zamanla o mutluluk, yerini yorgunluk ve gerginliğe bıraktı.

Herkeste dediğini yaptırma telaşı vardı.

“Sözümü geçirdim geçirdim, yoksa ipleri bir daha eline

alırsa bu iş yürümez” tarzı cümleler baş göstermeye başladı.

Koşulsuz itaat beklentisi…

Uyunursa iyisin, uymazsan kötüsün!

Hiçbir şey ilk heyecanı gibi kalmıyor.

Dengede başlayan tahterevalli, zamanla tek tarafın 

yüklendiği bir mücadeleye dönüşüyor.

Bir taraf rahat davranıyor, diğer taraf tüm eksiklikleri tamamlamaya çalışıyor.

Evlilik kurumuna duyduğu saygı ve çevrenin 

"yuva kutsaldır" telkinleriyle kendi mesaisini ikiye katlıyor.

Ancak tüm bu çabalar, karşı tarafın kendini değerli hissetmesinden 

öteye geçmiyor.

Zamanla bir tarafın sevgisi azalıyor, diğerinin ise bundan haberi bile olmuyor.

Ta ki finale gelene kadar…

İlişkinizin gerçekten farklı olmasını istiyorsanız,

saygı ve dayanışma vazgeçilmezdir.

Dengeleri koruyabilmek için, her iki tarafın da empati yeteneği güçlü olmalı.

Eğer sadece kendinizi düşünürseniz,
bir gün karşı taraf sizi taşımaktan yorulur.

Ve o gün geldiğinde,

“Neden böyle oldu?” diye sormayın.

Kendinizi kollamayı bırakın…

Güzel günler sizi bekliyor.

Sevgilerimle,

Belgin Baykal


Ruh İkiziniz Var mı?









Aşkı yaşama ya da âşık olma hayali,
sizi yeni umutlara taşırken ruh ikizinizi bulma isteği devreye girer.

Fallar bakılır, her şekil yorumlanır.

Adım adım ruh ikizinize kavuşma vakti geldiği

söylendikçe içinizi mutluluk kaplar.

Kimdir bu "Ruh İkizi"?

Gerçekten siz ne yaparsanız onu mu yapar?
Sizin gezdiğiniz, sizin yediğiniz şeylerden mi hoşlanır?
Düşünceleri sizinle birebir aynı mıdır?
Giyimi kuşamı sizin tarzınız mıdır?
Onu her düşündüğünüzde o da sizi mi düşünür?

Yoksa âşık olma vaktiniz geldiğinde,
gördüğünüz iki benzerlikten sonra
kendinize ruh ikizinizi bulduğunuzu mu itiraf edersiniz?
Yalnız kalmaktan mıdır, sevgi açlığından mıdır?

“Uysa da olur, uymasa da” diyerek
gözü kapalı atlanıyor ilişkilere.
Hızlıya alınmış film gibi yaşanan ve
çabuk tüketilen ilişkilerde nedense ruh ikizi çabucak kayboluyor.
Ya da bulunduğu sanıldığı için, gidişi bir sır oluyor.
İki taraf da birbirinin arkasından atıp tutuyor.

Bir ilişkiyi yaşamadan adını koymak çok zor.
Bazen olmaz dediğiniz ilişkiler çok güzel yol alır,
bazen de tam tersi olabilir.

Ruh ikizi, “Olsa da olur, olmasa da” denilecek biri değildir.

Kendimi düşünüyorum…

Ruhum sürekli değişiyor.
Bir gün beğendiğimi zamanla beğenmeyebiliyorum.
Yemek alışkanlıklarım değişebiliyor,
gezilerim, hobilerim, keyiflerim…
Her şeyim değişebilirken,
yani ben kendi ruhuma ikiz olamamışken,
benim ruhumun ikizini bulmak kime nasip olabilir?

Ya da benimle aynı özelliklere sahip biriyle
ne kadar süre beraber olunabilir?
Bazen kendi ruhumuzdan sıkılırken,
aynı ruhun ikizinden zaman içinde sıkılmaz mıyız?

Ruhunuzu yormayacak,
sizi dinlendirecek,
sizi eğlendirecek ve
sorun yerine çözüm olabilecek birisini bulursanız…
İşte ruh ikiziniz o’dur.
Sonuna kadar sahip çıkın ve bırakmayın.

Ruhunuza ve bedeninize iyi bakın.


Sevgilerimle,


Belgin BAYKAL

Her Zaman Masum muyuz?










    Ne kadar kendimize inanan, hatalarından ders almayan insanlarız?
    Her olayda savunmadayız.
    Diğer taraftan bakıp düşünmek yerine,
    sonuna kadar savaşmayı tercih ediyoruz.

    Olayların üzerine gitmemeyi,
    durup üzerinde düşünmeyi öğrenemedik bir türlü.
    Geçmişten gelen savaşçı ruhumuzdan mı kaynaklanıyor acaba?

    Kelimeleri içimizde tutmak zor geliyor,
    haklıyken haksız yere düşüyoruz.
    Sözler tüketiliyor, kalpler kırılıyor…

    Bunun üzerine özür dileyemeyecek kadar da "gururluyuz"…

    Hayatta bütün seçimlerimizi aslında kendimiz yapıyoruz.
    Sadece seçemediklerimiz ailemiz ve çocuklarımız.
    Doğduğumuz zaman elimize bir katalog verselerdi,
    herhalde üzerinde çok oynamalar yapardık:
    "Annem bu olsun, babam bu olsun, kardeşlerim şunlar olsun..." diye. :)

    Ne yazık ki elimizdekilerle yetinmek durumundayız.
    Aynı zamanda geçinmek ve kabullenmek zorundayız.
    Her zaman haklı olamayız. Önce bunu bilmemiz gerekiyor.
    Hataları başkalarına yüklemek yerine,
    önce kendimizi gözden geçirelim:

    • Ne kadar doğruyuz?

    • Ne kadar güveniliriz?

    Herkes kendisini sevmeli diyoruz ama
    bu kavram sıkça karıştırılıyor.
    Bencillik ile kendisiyle barışık olmak,
    çok başka şeyler.

    Ben kendimi insan olarak seviyorsam,
    başkalarını da sevmeliyim.
    Ama sadece kendimi seviyor ve kolluyorsam,
    başkalarını sevme ihtimalim çok azalır.
    O zaman sadece sözde sevebiliriz.

    Peki, neleri değiştirebiliriz?
    Kendimizi… tabii ki.
    Ne kadar huylarımız ve karakterimiz
    değişmeyecek gibi gözükse de,
    üzerinde biraz çalışırsak bir hayli yol alabiliriz.

    Ben kendimde bunu denedim.
    Eski takıntılarımdan kurtulmayı başardım.
    Değer bulduğum yerde vakit geçirir oldum.
    “Asla” kelimesini kullanırken
    daha ılımlı yaklaşmaya başladım.
    Herkesi olduğu gibi kabul etme şekli,
    hayatımı kolaylaştırır oldu.

    Ama!
    Yol alamayacağımı hissettiğim insanları bir kenara ayırdım.

    Siz de kendinize bir şans verin.
    Hayata kendinizi olduğunuz gibi bırakın.
    Tıpkı denizde sırtüstü yüzer gibi…

    İnsanlara kendinizi olduğunuzdan farklı gösterme çabalarıyla yorulmayın.
    İnanın her şey bütün çıplaklığıyla ortada.
    Siz ne kadar üzerinizi pahalı şeylerle örtmeye çalışsanız da,
    sizin görgünüz, bilginiz, kendinize kattığınız değerler
    gerçek değerinizi ortaya koyacaktır.

    Başkası olma, kendin ol. Böyle çok daha güzelsin
    diye boşuna dememiş Tarkan. :)

    Belgin Baykal

    Kendine Kalıyor İnsan Eninde Sonunda...










    Uzun zamandır Nişantaşı’na çıkmamıştım.
    İstanbul’da yaşayıp bazı yerleri arada bir de olsa görmemek olmuyor.
    Hep aynı yerleri tavaf etmekten bunalıyor insan.
    Birkaç ayda bir de olsa Boğaz’ı görmeli, Taksim’de yürümeli,
    Adalar’a gitmeli… ama hafta arası.

    Yaş ilerledikçe insanların kalabalığı, şehrin yoğunluğu yormaya başladı.
    Yeni korna almış sevindirik minibüs ve taksi şoförlerinin,
    her fırsatta ellerini çekmeden kornaya basması…
    İnsanların birbirlerini ite kalka dolaşmaları…
    Durup dururken öfkelenen esnafın birbirleriyle dalaşması
    ve daha birçok sebep...

    Evi sever oldum, kendimi özler oldum.
    Sıcak olsun, temiz olsun,
    ocakta pişen yemeği, kaynayan demli çayı olsun.
    Evimde arınmaya başladım tüm kirliliklerden.
    İki nefesim oldu mekânım.

    Huzur kovalar oldum her yerde.
    Kendimi anlatmalardan ve anlaşılamamaktan yoruldum.
    Artık kendime döndüm.
    Ona güveniyorum ve inanıyorum.
    Bana yalan söylemiyor,
    beni kırsa da sonra yine barışıyoruz.
    Çünkü beni iyi tanıyor.
    Nelerden hoşlandığımı biliyor,
    sıkıntılıysam üstüme gelmiyor.
    Ya da halledemediğim bir sorunum varsa
    beni dinliyor ve rahatlatıyor.

    Bazen her şeyi yüzüme söylüyor.
    Haklı ya da haksız…
    Onun sözleri kırmıyor.
    Çünkü gerçek dostum olduğunu biliyorum.

    Ne zaman yalnız kalsam,
    ondan başka yine kimsem yok...
    Beni oyalıyor, eğlendiriyor, güldürüyor, sevindiriyor,
    bazen de ağlatıyor.

    Bu zamanda insana can lazım, yoldaş lazım…
    Ne sevda ne de dostluk ilişkileri...
    Hiçbirine güvenilmiyor artık.

    “Canımsın” dediğin insanlar,
    sessiz sedasız seni hayatlarından çıkarıyorlar,
    haberin olmuyor.
    Ne kadar çabuk infaz ediyorlar, sorgusuz sualsiz...
    Söz hakkın bile kalmadan kendini ipte sallanır buluyorsun.

    Böyle olunca,
    kimseye “Dostum var, sevdiğim var” diyemiyorsun.
    Varsa da o an var,
    gelecek için teminat yok.

    Hepimiz koşullu sevmeye başladık herkesi:
    “Bana iyi davranırsan,
    beni mutlu edersen seninle beraber olurum.”
    “Kimsenin nazını, sözünü çekemem.”
    Durumlarındayız.

    Bu şartlarda yalnızlığa gebeyiz.
    Aslında kendimize dönmeye başladık.
    Kendimizi nazlar olduk.
    Nelerden hoşlanıyorsak onu yapmaya başladık.
    Bizi sıkmayan insanlarla görüşmeye,
    hoşlandığımız ortamları paylaşmaya…

    Yani gittikçe azalır olduk.

    Küçükken mutluluğumuzu
    iki elimizi kocaman açarak ifade ederdik.
    Şimdi ise:
    “Bir avuç mutluluk yeter.” olduk.

    Candan Erçetin’in bir şarkısında söylediği gibi:

    Kendine kalıyor insan eninde sonunda…


    Sevgilerimle,

    Belgin BAYKAL

    Kelimelerin İhaneti!















      Ne zordur, içimizden gelen kelimeleri söylemeden tutmak…
      Düşünmeden, bir avazda çıkan sözler ortalığı kasıp kavururken, 
      telafisi mümkün müdür?

      Ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini bilemezsin.

      İçinden gelmiştir ve sana göre doğruları söylemişsindir.
      Haklı ya da haksızsındır…
      Söz ağızdan çıkmıştır bir kere.
      Sonra nasıl düzeltilir?
      Ya da yaralar nasıl sarılır?

      Kelimelerin ihaneti affedilebilir mi?
      Ya da senin başkasına ihanetin…

      Yapılan şeyleri görmek ve vefalı olmaktır dostluk.
      Görülmediği zaman büyük hüsran yaratır.

      Peki! Biz bunları beklerken kendimiz ne kadar vefalıyız?
      Yapılanları hemen unutuyor muyuz?
      Ya da bir kelime için tüm yaşananları silebiliyor muyuz?

      Cevabınız “evet” ise, siz hiçbir zaman dost olamamışsınız.
      Günümüz ilişkileri gerçekten vefadan ve dostluktan nasibini almamış.
      Her şey menfaat ve çıkar üzerine kurulmuş.

      “Sen ne kadar veriyorsan, benden o kadar” şekli…
      Vermediğin gün, veda günü.
      Yapılan her şey unutulmuş ve sen en kötü ilan edilmişsin.
      Sadece son kelimeler kalmış, sürekli tekrarlanan…

      Neden bu kadar acımasızca davranıyoruz?
      Acılarla büyümekten yorulmuyoruz.
      Her defasında aynı yerde tıkanıyoruz.

      Kim haklı? Kim suçlu?
      Bu çok mu önemli ilişkilerde?
      Davranışlarımızla “haklıyken haksız duruma düşmek” daha kötü değil mi?

      İlişkilerin tadını, tuzunu ayarlamak gerçekten zorlaştı.
      Bireysellik ve kendine düşkünlük,
      her şeyi yerle bir edecek seviyeye geldi.
      Herkes beklentili, herkes mutsuzluğa aday durumda…

      Rahat mı batıyor bizlere gerçekten?
      Sevmemeye yemin mi ettik güzel olan değerleri?
      Her şey bizim istediğimiz şekilde güzel gidince mi
      seveceğiz herkesi, her şeyi?

      Koşullu sevmelere mi gebe olacağız her zaman?
      Bir insanı olduğu gibi sevmeyi kabul etmeyecek mi bu yürekler?

      Acıları unutmakta geçmiş bizi hiç bırakmazken,
      iyilikleri hatırlamakta geçmişe yolculuk ne kadar zor!
      Güzel şeyleri çabucak unuturken,
      kötü şeyleri asla bırakmıyoruz.

      İnsanın doğası daha çok kötüye mi yatkın acaba?
      Canımız bir şeye sıkıldıysa,
      hiç olmadık birisinde patlayabiliyoruz.
      Benim de çok nadir yaptığım ve
      sonra kendime gelince utandığım bir duygudur.

      Geçen gün sevdiğim bir insanla sorun yaşadım.
      Canım o kadar sıkılmıştı ki…
      Bu arada internet bağlantımla ilgili de sürekli sorun yaşıyordum.
      Beklediğim gün gelmişti sanki.

      İnternet arıza servisini aradım.
      Karşıma o günün şanssız insanı çıktı.

      Bana güzel bir şekilde,
      “Sistemlerinde sorun olduğunu ve o anda bilgilerime bakamadığını,
      daha sonra tekrar aramam gerektiğini” söylüyordu.

      Ben de hiç onu dinlemeden:
      “Sizin sorunlarınız bitmez zaten!
      Ben sürekli sizi mi arayacağım? Siz beni arayın!”

      şeklinde yükleniyordum.

      Telefondaki kişi bant kaydı olduğu için
      sınırlarını zorluyor, kötü bir şey söyleyemiyor ama
      dişlerinin arasından sürekli aynı şeyleri söylüyordu.

      Sonunda fark ettim ki, onun yapacağı bir şey yoktu.
      Ama ben öfkemi başka yerde gidermeye çalıştım.

      Sonunda üzüldüm…
      “Ne kadar gereksiz bir çıkıştı bu” dedim.
      O kişinin mesaisini kötü geçirmesine sebep oldum belki…
      Ama iş işten geçmişti.

      Daha sonra tekrar aradım.
      Sistemlerindeki sorun hâlâ çözülmemişti.
      Ama benim kendimle yaptığım görüşme sona ermişti.

      Duygusal birikimlerimi başka insanlara boşaltmayacaktım.
      Siz de öfkenize yenik düşüp masum kurbanlar aramayın!

      Gerçek muhatap, kendimizden başka kimse olamaz.

      Sevgilerimle…


      Belgin BAYKAL

      Ezik Demeyin Kimseye

      Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...