29 Eylül 2015 Salı

Notunuz Var!





Posta kutusunda bulduğum o not beni çok etkiledi.

“Keşke senin gibi olabilsem”

Kimdi? Neden beni seçti?

Neden olamadıklarını bende gördü?

Ya da gördükleri gerçekten kendisinde olmayanlar mıydı?

Ben kendimle bu kadar kavgalıyken bir başkasına

nasıl mükemmel görünebiliyordum?

Ya da nasıl özenilecek bir hayat sergiliyordum.

“Komşunun bahçesi her zaman bize güzel görünür”

O da beni öyle görüyordu anlaşılan.

Bu not farkındalık yaratarak bende bir dönüm noktası oldu.

Artık kendimi daha az üzmeye ve yormamaya karar verdim.

Bana bir şey vermeyen ve zamanımı çalan herkesle araya mesafe koydum.

Daha çok okuyup, kendimle olan kavgamı bitirmeye karar verdim.

Okudukça başkalarına yakınlaşıyor kendimden uzaklaşıyordum.

Kendimden uzak durdukça bir nevi barış imzalamıştım.

Artık azat etmek gerekiyordu bir yerden sonra…

Başka hayatlar, başka olaylar dikkatimi dağıtıyordu.

Çoğunda onların karakterine dönüşüyordum.

O zamanlarda yaşayıp, o duyguları paylaşıyordum.

Kimisinde gözyaşlarına boğulurken, kimisinde yeniden sevmeyi öğrenip onun

yüceliğini tadıyordum.

Bazılarında büyük kayıplar veriyordum, dayanılması güç ve sancılı.

Ruhum beden beden geziyordu, bende değildi adeta.

İşte kendimde görmek istediğim son buydu. 

Kendimi rahat bırakmak ve geldiğim noktada mutlu olmak!

Çünkü her zaman sizin hayatınıza özenecek bir dolu insanlar olacaktır.

İşte günlerden sonra yine posta kutusunun önündeyim ve elimde oraya koymak için hazırladığım küçük bir not.

“Kendinle gurur duymalısın”

Siz de hayata yeniden sarılmak istiyorsanız kendinize notlar yazın.

Her nefesin size bir ödül olduğunu ve bunun bedelini seçtiğiniz yaşamla

ödeyeceğinizi iyi bilin…


Sevgiyle Kalın…


Belgin BAYKAL














    

    Anneyiz Derken!!







    “Kadınlar Zayıftır Ama Analar Kuvvetlidir” demiş Victor Hugo…


    Gerçekten de öyledir annelik, karnında ilk hissettiğin anda başlar bu muhteşem duygu.

    Önem verdiği her şey gerilerde kalır. Onun için gerçek olan ve yaşanılması gereken tek duygu o andan itibaren hissettiği “annelik duygusudur”.

    Tek sorumlu hisseder kendini, hiçbir zarar gelmesine izin vermez.

    Hiç kimseye laf söyletmez, panter kesilir çocuğu için.

    Babası bile çocuğuna bir şey söylese kendisine söylenmiş hisseder.

    Çocuğu için yapamayacağı fedakârlık yoktur.

    Hiçbir erkek anlayamaz bu duyguyu. Sadece anne ve çocuk arasında gelişen özel bir bağdır yaşanılan.

    Çocuğun da koşulsuz aldığı tek sevgi anne sevgisidir.

    Her zaman istisnalar vardır. 
    Ama bu oldukça az görülen bir durumdur.

    Hep etkisinde kaldığım ve gözlerim dolarak okuduğum bir hikayedir bu.


    Fedakâr Anne


    Bebeğimi görebilir miyim?” dedi yeni anne. 

    Hemşire eline uzattı, minik bebeğinin yüzünü görmek için kundağını açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu!


    Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan dışarı bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu…


    Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.


    Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı.


    Bir gün okul dönüsü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.

    Hıçkırarak ağlıyordu…
    Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı;

    Annesi sarılarak öğrenmeye çalıştı.

    Ağlayarak “Büyük bir çocuk bana ucube kulaksız dedi…” ve diğerleri de güldüler dedi.

    Annesi, her zaman ona “Genç insanların arasına karışmalısın” diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.

    Annesi ile babası, aile doktorları ile görüştü; “Hiçbir şey yapılamaz mı ?” diye sordular.

    Doktor “Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir” dedi.

    Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı.

    Aradan iki ay geçti. Bir gün babası “Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır” dedi.

    Operasyon çok başarılı geçti. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. 

    Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.

    Yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu:

    “Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? 


    Ben o insan için hiçbir şey yapamadım… 

    Bir şey yapabileceğimi de sanmıyorum” dedi


    Babası, “fakat anlaşma kesin, su anda öğrenemezsin, henüz değil…”

    Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. 

    Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi… Hayatinin en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu.


    Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; Kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.


    “Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu” diye fısıldadı babası “ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?”


    Oğlu hıçkırıklarla ağlamaya başladı. 


    Nasıl bunu düşünemediği için kendisini hiç affetmedi.


    Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!

    Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir…


    Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir.


    Anne çocuk ilişkisini düşününce, bir evlat kaybını yaşayan annenin acısını hiçbir şey dindiremez.

    Çocuğunu kaybeden bir anne için her gün ilk gündür; bu ıstırap ihtiyarlamaz. Victor HUGO

    Tüm evladını yitiren annelerimize Allah'tan sabır dilerim.


    Belgin BAYKAL

    Şimdi okullu olduk!


















    Okullar açıldı yine büyük telaş…

    Çocuklarımız adam olacak ya, bir koşu gönderelim okullara…

    Sonra bütün başarıyı notlara yükleyelim.

    Öğretmenini, arkadaşlarını ya da neler öğrendiğini sorgulamayalım.

    Önemli olan derslerinin çok iyi olması ve yüksek notlarla yüzümüzü kara çıkartmaması.

    Sonra sınavdan sınava koşturalım.

    Her gün düşünelim! “Bu çocukların durumu ne olacak diye”?

    Sonra bir sürü paralar ödeyerek o eşsiz üniversitelere gönderelim.

    Mezun oldu olacak derken yıllar geçsin…

    Sonra onları doktor, mühendis, avukat, eczacı en başta gelen meslekler olmak üzere işlerine kazandıralım.

    Ne oldu? Bitti mi?

    Tabii ki yeni başlıyoruz. Şimdi iş bulma zamanı…

    Eşe dosta haber salalım. En süslü özgeçmişlerini hazırlayalım.

    Bekleyelim, bekleyelim aylar geçsin…


    Bugün artık dün değil!
    Maalesef, artık beklentimizi yükseltmeyelim.

    Çünkü hiçbiriniz özel değilsiniz artık.

    Belli başlı mesleklere eskiden sayılı insan sahip olurdu.

    Onun için hepsi kıymetliydi.

    Özel üniversitelerle beraber bu mesleklerde artık çoğaldı.

    Başarıdan çok paranın sözü geçtiği için iş bulma şansı azaldı.

    Mecburen fark yaratmak adına Yurtdışı deneyimi de gerekir oldu.

    Yurtdışından yabancı dil ve yüksek eğitim de alındı.

    Yine bitmedi. Bunlar sadece özgeçmişinizi süsleyecek.

    Büyük bir şirkete mühendis alınacak, 500 kişi müracaat etmiş.

    Hepinizin eğitimi neredeyse aynı!

    Sizi neden tercih etmeliler?

    Dolayısıyla en başa dönüyoruz, hani sadece notlar vardı ya önemli olan.

    Şimdi onların yanına, dış görünüm, saygı, kendini ifade gücü, temizlik ve duruş olarak ilave edelim.

    Sıralamayı ilk karşılaştığımız bir insanın bizde bıraktığı etkiye göre yaptım.

    Diplomanın yanına bunları koymazsanız, hayatınız boyunca unvanınızla oradan oraya sevilmeden savrulursunuz.

    Çünkü mesleğinizin kıymeti değil, insan olarak donanımız ve edebiniz ön planda olacaktır.

    Sizi diğerlerinden öne geçirecek şey o önemsemediğiniz değerler olacak!

    Şimdi oturun düşünün!

    Çocuklarınıza gerçekten kazandıracağınız şey sadece diploma mı?

    Yoksa saygıdeğer bir kişilik mi?

    Eğitim evde başlar, okulda devam eder…

    Lütfen çocuklarınızı “Önce İnsan” yetiştirin.

    Yeni eğitim dönemi hayırlı olsun!


    Sevgilerimle,

    Belgin BAYKAL

    30 Temmuz 2013 Salı

    Brad PITT Diyor ki!










    Brad PITT’ in karısı hakkındaki Konuşması:

    “Karım hasta. Kişisel yaşamı, işi, kendi hataları ve çocukların sorunlarından 
    dolayı sürekli gergindi.
    Karım 14 kilo verip, 40 kiloya kadar düştü.
    Çok sıskaydı ve sürekli ağlıyordu.
    Karım mutlu bir kadın değildi.
    Devamlı başı ağrıyordu, kalp ağrısı vardı ve kaburga arkasında sinirleri sıkışıyordu.
    Sağlıklı bir uyku düzeni yoktu, sadece sabahları ve
    çok yorgun olduğu zamanlarda hemen uykuya dalıyordu.
    Bizim ilişkimiz bitmek üzereydi, ayrılma eşiğine gelmiştik.
    Karım kendi güzelliğini bırakmıştı, gözlerinin altına torbalar vardı, yüzüyle alay ediyordu ve kendine bakmayı bıraktı.
    Kendisine gelen tüm filmleri ve rolleri reddetti.
    Artık ben de umudumu kaybetmiştim, yakında boşanacağımızı düşündüm...
    Ama sonra bir şeyler yapma kararı aldım ve onun yanında uykuya dalmaya, ona sarılmaya başladım.
    Çiçeklerle beraber duş almaya, onu öpmeye, övgüler söylemeye başladım.
    Onu her dakika memnun görüyordum ve ona hediyeler alıyordum.
    Beni yeniden sevme ihtimalini düşünemiyordum bile.
    Sadece onun için yaşamaya başladım.
    O’nun hakkında basınla sadece ben konuştum.
    Bütün olayları onun yönetiminden aldım.
    Onun ve ortak arkadaşlarımızın yanında onu övdüm,
    inanmayacaksınız ama yüzünde çiçekler açtı, daha iyi hissetti.
    Sinirlenmiyordu, beni hiç olmadığı kadar çok seviyordu ve kilo almaya başladı. 
    Ve sonra bir şey fark ettim: Kadın, erkeğinin yansımasıdır.
    Eğer erkek kadını deliler gibi seviyorsa, kadın gelecektir.


    Bu yazılanları okuduğumda yine aynı kanıya vardım. 

    Sevmediğiniz sürece sevilemezsiniz.

    Emek vermediğiniz sürece mutlu olamazsınız.
    Bu yaşanılanlar belki bütün evliliklerde ya da ilişkilerde olabilen şeyler. 
    İnsanın günü gününe uymayabilir. 
    Çok yorgun düşebilir. Eskisi gibi neşeli ve mutlu olmayabilir. 
    Hemen bunları görünce “Artık evliliğim eskisi gibi değil! 
    Karım iyice değişti ve hırçınlaştı. Beni anlamıyor” diye kenara çekilip izlemek yok. 
    Karınız neden böyle davranıyor önce onu bir anlamaya 
    çalışın.
    Gerçekten ona kadınlığını yaşatıyor musunuz?
    Her zaman ona destek oluyor musunuz? 
    Onu gerçekten seviyor ve hissettiriyor musunuz?
    Yoksa çocuklarınızın annesi unvanını verip, bir kenarda hayatını geçirmesini mi izliyorsunuz?
    Eğer böyle yapıyorsanız iki mutsuz var hayatınızda.
    Karşı tarafı mutlu edemediğiniz sürece sizde mutsuz ve küçük avuntularla tamamlarsınız hayatınızı.
    Mutlu olmak hayaliniz olur
    Kısaca; Mutluluk size gelmez.
    Sizin verdiğiniz emeğe gelir.

    Hiç kimse sizi sürekli mutlu etmek zorunda değildir. 
    Sizin davranışlarınız o mutluluğu sürdürür ve kalıcı kılar
    Haydi! Artık sizde kendiniz için bir şeyler yapın.
    Mutluluk hepinizin hakkı. Hakkınıza sahip çıkın.
    Brad Pitt, bunu o ego ile yapabiliyorsa, sizin yapamamanız düşünülemez.

    Sevgilerimle;
    Belgin BAYKAL

      Para ve Hayat
















      “İnsan mı paraya bağlı, para mı insana bağlı?

      Bu, insana bağlı.” demiş, “Özdemir ASAF”

      Ne de güzel söylemiş!

      Her şeyin para olduğu bu devirde, insanların para için yapamayacakları bir şey kalmadı gibi.

      Dinini, dilini, ırkını, şerefini, namusunu, sevgisini, her şeyini satan insanlar.

      Yine mutluluğu yakalayamıyorlar.

      Gerçek mutluluğu aldıklarında değil, alamadıklarında arıyorlar.

      Sahip olduklarını kendilerinin, yeni alacaklarını ise gelecekteki mutlulukları olarak görüyorlar.
      Şu makama gelirsem! Her şey çok güzel olacak!
      Şu evi alırsam, kredilerimi kapatırsam,
      Şu arabayı değiştirirsem,
      Şu yat,

      Şu kat derken!

      Altından kalkılması güç istekler ve elde var yine mutsuzluk!

      Siz hayatınızı sadece bunlara sahip olursanız yaşabileceğinizi  sanıyorsunuz.

      İşte yanılgı orada başlıyor…

      Hayatın her anı güzel, elinizde olanaklarınız varken değerlendirin.

      İnsanlara bakarken gözlerinizde “Para” ibaresi oluşmasın.

      İnsan olarak bakın, "Bu insanın bana maddi getirisi nedir" diye değil!

      Daha az kazanın, daha çok yaşayın.

      Çok kazanmak adına hayatı kaçırmayın.

      Hırslarınız mutsuzluğunuz olmasın.

      Onlara teslim olmayın.

      Çok lüks yerlerde yemek yemeseniz de olur!

      Önemli olan karnınızı ve ruhunuzu doyurmak değil mi?

      Arabanız az yakan normal bir aile arabası olsun ne çıkar?

      Kime hava atacaksınız?

      Telefonunuz sadece ihtiyacınızı görsün, hiç anlamadığınız bir sürü özellikleri olan telefonu sadece” Alo” demek için almayın.

      Hobiler geliştirin, geç yaşlanmak için sağlığınıza ve 
      bedeninize yatırım yapın.

      Kendisini geliştiren, sorunlarıyla baş edebilen insanlarla görüşün.

      Sizi geriye götüren ve mutsuzluk aşılayan kişilerden kaçın.

      Seçici olun hayatta!

      Her şeyiniz az ve öz olsun, görüştüğünüz insanlar bile.

      Kuru kalabalık sadece sorun getirir onu zenginlik sanmayın.

      Düştüğünüzde, hastalandığınızda yanınızda kaç kişi görebilirsiniz onu belirleyin.

      Gerçek dostlar iyi günde, kötü günde, her anınızda yanınızda 
      bulabildiğinizdir…

      Sizin idare ettikleriniz dostunuz değildir. 

      Arada idare edilen oluyorsanız,  sevinin! 

      Dostluğunuz iyi gidiyor demektir.

      Gelelim sağlığa;

      Bütün gün masa başında çalışan insanlar, bedeninize 
      bir iyilik yapın ve onu biraz sporla yorun.

      Hiç kıpırdamadan sadece ihtiyaç molası vermek adına yapılan 
      hareketlerle bedenin ölümünü gerçekleştiriyorsunuz.

      Sağlığınıza dikkat edin, abur cubur ne varsa midenizi doldurmayın.

      İnancınızı ve dualarınızı eksik etmeyin, en büyük meditasyon 
      içten okunan dualardır.

      Suni olan her şeyden kaçın…

      Kendinize ve duygularınıza sahip çıkın.

      Kimseyi sevmek zorunda değilsiniz! Ama saygı göstermek 
      zorundasınız.

      Kimseyi kandırmayın! Unutmayın ki her mazlumun arkasında 
      onu koruyanı vardır.

      Kendinize önem verin ama başkalarının da önemli olduğunu 
      unutmayın!


      Sevgilerimle,
      Belgin BAYKAL

      Geleceğin Suçlusunu Yetiştirmek!









      Üstün DÖKMEN derki; Geleceğin suçlusunu yetiştirmenin 8 Basit kuralı!

      1-Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye başla! ki, herkesin onun geçimini sağlamakla mükellef olduğuna inansın…

      2-Fena sözler söylediğinde gül! ki, kendisinin akıllı olduğuna inansın…

      3- Ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın! Bırak, on sekizine gelince kendisi karar versin.

      4- Yerde bıraktığı her şeyi kaldır: kitaplarını, giysilerini, pabuçlarını, Onun için her şeyi sen yap! Ki, sorumluluklarını hep başkalarına yüklesin…

      5- Onun önünde sık sık kavga et! Ki, bir gün aile parçalanırsa pek de şaşırmasın…

      6- Ona istediği kadar harçlık vermekten kaçınma!  Asla kendi parasını kazanmanın
      ne demek olduğunu öğrenmesin…

      7- Yiyecekmiş, içecekmiş, konformuş, tüm arzularını yerine getir! Ki, istediklerini her zaman elde etmeye şartlansın…

      8- Komşulara, öğretmenlere, polise, vs. karşı hep onun tarafında ol! Ki, hepsine karşı ön yargılarla davransın…
      Evet, evet, bütün bunları yap! Ki, günün birinde onun başına bir bela gelirse; kendinden özür dile ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığın için kendine de teşekkür etmeyi unutma! 


      Üstün Dökmen’i takip edip de kötü çocuk yetiştirmek mümkün olur mu? Acaba!

      Verdikleri mesajlar o kadar yerinde ve doğru ki, kendimizin hatalarına ayna tuttuğu çok güzel tespitler.

      Ne çok yapıyoruz bu gibi hataları…
      Kusursuz düzen onlar için işliyor adeta…
      Hayatlarımızı sessizce ellerine vermişiz…
      Düşünün ki! En pahalı telefonları çocuklarımıza alıp okula gönderecek kadar gözümüz dönmüş.
      Onların ve bizi buna alet edenlerin esiri olmuşuz.
      Her istediğini yaptırmaya alışmış çocuklarımız, büyüdükleri ve sorumluluk aldıkları zaman nasıl başarılı olabilirler ki?
      Her nefeslerinde, her sorunlarında yanında olan bizler, onlara yalnız yaşamı hiç öğretiyor muyuz acaba!
      Ya da öğrettik mi?
      İyilik yaptığımızı sanırken, en büyük kötülüğü yapıyoruz.
      Hepimizin ölümlü olduğu bir gerçek ve biz ömrümüzü sigorta ettirmişiz gibi görüyoruz.
      Her daim onların yanında olabileceğimizi düşünerek yaşıyoruz ve yaşatıyoruz.
      Çocuklarımıza yokluğumuzda ki yaşamdan bahsetmeliyiz.
      Hayatlarını biz yokken nasıl sürdürebilecekler?
      Bunu öğretmeliyiz!
      Bizim çocukluğumuzu düşününce, aramızda ki farkı görmemek mümkün değil!
      Biz de kıymetliydik, bizim de önemimiz büyüktü ama bu kadar her dediğimizin, her istediğimizin yapıldığı bir dönem değildi.
      Ailemizin kaşıyla, gözüyle yönetildiğimiz dönemlerdi.
      Etimizle, kemiğimizle öğretmenlere teslim edildiğimiz,
      Fazlasıyla eğitime ve eğitimciye saygı duyulan dönemlerdi.
      Ayrı odalarımız, büyük yalnızlıklarımız yoktu.
      Azla yetinmenin ve paylaşmanın zorunlu olduğu, birbirimizi sevip saydığımız kutsal dönemlerdi.
      Bu şartlarda yetişince hayata daha sahip çıktık.
      Her işin altından kalkmayı öğrendik.
      Ailemizden destek almak yerine onlara destek vermeyi tercih ettik.
      Çünkü ister istemez güçlü ve dayanıklı yetiştik.
      Hepimiz çok isteriz, çocuklarımızın en iyi hayatlarda yaşamalarını.
      Ama iyi sandığımız şeyler belki onlar için gerçekten iyi değildir.
      Hazır sunulmuş hayatlar onları mücadelesiz ve heyecansız kılar.
      Onlara bu kötülüğü yapmayalım. Kazanarak başarmanın değerini yaşasınlar.
      Bizler onların gözetmeni olalım, her sorumluluklarını üstlenip onları amaçsız ve dayanıksız bırakmayalım. 

      Sonra başka mutlulukların peşine düşerler ve istemediğimiz şeylerin bağımlıları olurlar. 
      Sevgiyle Kalın...

      Belgin BAYKAL

      Bazen Aptal Olmak Gerek!












      İnsanlar beyinlerinin çok çalışmasından şikayetçi, son günlerde en çok duyduğum cümle.
      “Keşke biraz aptal olsaydım, başka bir şey istemezdim” 
      “Her şeyin farkında olmak beni çok yoruyor”.
      Burada amaç farklı, ne kadar zeki olduğunu belirtmek istiyor.
      Zeka ve akıl neye göredir?
      Kimin ölçülerine göre zeki ya da akıllısınız.
      Yoruluyorsanız aptal olun…
      Her şeye, “ben biliyorum, ben seni anladım diye” atlamayın.
      Refleks haline getirdiğiniz çıkışlar sizi yorar.
      İnsanlar bir şey yaparken sizi aptal olarak düşünmüyor.
      Onlar normal akışında davranıyor.
      Siz de aynı şeyi onlara yapıyorsunuz.
      Karşılıklı yapılan bir alışveriş bu.
      Bazen sadece işimiz düşünce birilerini ararız ya da görüşürüz.
      Bunu karşı taraf bilir, bunu siz de bilirsiniz, ama gerekeni yaparsınız. 

      İletişim kurma şeklimiz budur.
      Birisinin yalanlarını dinlediğinizde çok inanmayabilirsiniz.
      Yüzüne vurduğunuz her şey size daha büyük bir yalanla geri döner. 

      Hem siz üzülürsünüz hem de karşı taraf.


      “Hayatta başarılı olmak için akılsız görünmeli, ama akıllı olmalıyız.”

      Charles De Montesguieu’nun konu ile ilgili güzel bir sözü olayı yeterince açıklıyor öyle değil mi?
      Aklınız ve zekanız sizi vezir de eder, rezil de.
      Nasıl kullanacağınıza bağlı…
      "Ne akıllıyım" diye her şeyi anlayıp tepki gösterin ne de “Aptal” görünüp karşı tarafa “O anlamaz” imajını verin.

      Aklınız, yaptığınız işlerle kendini gösterir. Sizin kendinizi akıllı bulmanızla değil.

      Siz anladınız ne demek istediğimi;) 
      Sevgiyle kalın…
      Belgin BAYKAL

      Konuşmamız Gerek

        Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...