Sıcak bir günde kitabını, kulaklığını alan ben gözlüğünü unutarak havuzda yerimi almıştım.
Kimsenin olmaması her zamanki gibi tercihimdi.
Koca alanı beş kişi kullanıyorduk.
Gözlüğümün olmaması benim sadece müzik dinlememe ve etrafımı gözlemlememe neden olmuştu.
Oysa evden çıkarken hep ‘ne unuttum acaba?’ sorusuyla çıkan ben yine yenilmiştim hafızama.
İyi ki de unutmuşum, o küçük kızı gözden kaçırsaydım çok üzülürdüm.
Bazen üzüldüğüm şeyler sevincim oluyordu nedense.
Kendi kendine küçük bir çanta yapıp gelmişti havuza küçük Ela.
Güzelce bir şezlonga havlusunu itinayla sererek yerleşti.
Çantasından havuz gözlüğünü ve şnorkelini çıkarttı. Sonra sağına soluna bakmadan koştu duşunu alıp havuza atladı.
Sıcak soğuk demeden zorunlu yüzücü gibiydi.
Üşüdüğünü bile çaktırmıyordu, o kadar kendine sahipti ki…
Suyun içinde özgürlüğünü ilan etmiş, oradan oraya kendini savuruyordu.
Hiç üşenmeden defalarca atlama provaları yapıyordu, kendisine ‘iyisin’ onayı verene kadar.
Onu görünce özenip yanına gelmeye çalışan başka kızı bile önemsemeden kendisiyle eğleniyordu.
Sonra yoruldu çıktı, iki şezlong yanımda serdiği havlusuna kurulanarak oturdu.
O güzel çantasından güneş kremini çıkarttı ve her yerine sürmeye çalıştı.
O kadar bilinçli hareketleri vardı ki büyük insan gibiydi.
Oysa yaş tahminlerinde çok başarılı olmayan bana göre en fazla 10 yaşındaydı. Ama iç sesim 8 diye bağırıyordu.)
Sonra güneşin dik ışınlarına kendini bıraktı. Onun adına endişelendim, ya yanarsa beyaz teni, gece acı çekerse diye.
Karışmak istedim ama o kadar huzurlu yatıyordu ki bozamadım, sonuçta kremini sürmüştü.
Ona dikkatle bakarken yüzündeki o huzurlu gülümseme çok tanıdıktı.
Ben o an çocukluğumdaki benle karşılaşmıştım yıllar sonra. Neden bu kadar takibe aldığımı daha iyi anlamıştım. Psikolog seanslarında yıllar öncesine git ve kendi çocukluğundan bir kare seç derler. O çocuğa git ve sarıl…
İşte benim o seanslara katılmama yine gerek kalmamıştı.
Çünkü o çocuk yanı başımda uzanıyordu güneşe karşı.
Kendi sorumluluklarının bilincine küçük yaşta sahip olmuş; az hata, çok sorumluluk ve huzurlu yaşamdı amacı sanki.
O yatarken ben güneşten bunalmış ve içeriye geçmiştim. Daha sonra duş bölümünde karşılaştık ama ben onun olduğunu bilmeden anladım ‘o’ olduğunu.
O arada arkadaşı gelmiş onun arkasını topluyordu bu sefer…
“Şampuanı kesin duşta bıraktın değil mi?” deyip eliyle koymuş gibi almıştı. Arkadaşı da onun yaşlarında ama onun bilincinden çok gerilerde kalmıştı.
Yeni yetiştirilen kız çocukları gibiydi işte. Anneye bağımlı ve kendi kendine bir şey yapmakta zorlanan ya da işine gelmeyen cinstendi.
Artık dayanamadım ve girdim araya, bu küçük kızla konuşmam gerekiyordu.
İçimden bir ses bu ‘kova burcu’ olmalı diyordu.
Çok burçlara hakimiyetim olmamasına rağmen yüzeysel bilgim bile yetmişti.
Arkadaşının ismini söylemesinden adını öğrenmiştim.
–Küçük Ela senin burcun ne dedim…? Şaşırarak bana baktı şnorkelini yıkarken.
–Kova burcuyum ben dedi o sıcak gülümsemesiyle.
O an içimde çok başka bir şeyler harekete geçmişti. Geçmişe ışınlanmak ve küçük Ela’ ya sarılmak gibi.
–Biliyordum işte ben de kova burcuyum, seni havuzdan beri gözlemliyorum biliyor musun? O kadar sorumluluk sahibi ve bilinçlisin ki beni çok şaşırttın dedim.
Bütün kibarlığıyla, “sizin hangi gün peki” dedi, 6 Şubat dedim.
–Ama benim de 6 Şubat, sadece kışın olmasından şikayetçiyim. Çünkü herkes ara tatilde oluyor dedi.
Onun derdi çok başkaydı, bense bu tesadüfün peşindeydim. Neydi bu? Ben ölmeden, çocukluğumla karşılaşma sebebim, o günlere gitmem nedendi?
Ela’nın yanından ayrılırken bana bir sürü detay anlattı; arkadaşını, dayısını, yengesini…
Gevezeliği bile bana benziyordu. Ben de çocukken evde olan biten ne varsa anlatırdım benimle yakınlık kuran kişiye.)
Ah Ela, artık çocukluğumu özlediğimde sen varsın…
Umarım yine karşılaşırız seninle, geleceğin yorgun ama huzurlu kızı.
Sevgilerimle,
Belgin Baykal