8 Mayıs 2012 Salı

Ruh İkiziniz Var mı?









Aşkı yaşama ya da âşık olma hayali,
sizi yeni umutlara taşırken ruh ikizinizi bulma isteği devreye girer.

Fallar bakılır, her şekil yorumlanır.

Adım adım ruh ikizinize kavuşma vakti geldiği

söylendikçe içinizi mutluluk kaplar.

Kimdir bu "Ruh İkizi"?

Gerçekten siz ne yaparsanız onu mu yapar?
Sizin gezdiğiniz, sizin yediğiniz şeylerden mi hoşlanır?
Düşünceleri sizinle birebir aynı mıdır?
Giyimi kuşamı sizin tarzınız mıdır?
Onu her düşündüğünüzde o da sizi mi düşünür?

Yoksa âşık olma vaktiniz geldiğinde,
gördüğünüz iki benzerlikten sonra
kendinize ruh ikizinizi bulduğunuzu mu itiraf edersiniz?
Yalnız kalmaktan mıdır, sevgi açlığından mıdır?

“Uysa da olur, uymasa da” diyerek
gözü kapalı atlanıyor ilişkilere.
Hızlıya alınmış film gibi yaşanan ve
çabuk tüketilen ilişkilerde nedense ruh ikizi çabucak kayboluyor.
Ya da bulunduğu sanıldığı için, gidişi bir sır oluyor.
İki taraf da birbirinin arkasından atıp tutuyor.

Bir ilişkiyi yaşamadan adını koymak çok zor.
Bazen olmaz dediğiniz ilişkiler çok güzel yol alır,
bazen de tam tersi olabilir.

Ruh ikizi, “Olsa da olur, olmasa da” denilecek biri değildir.

Kendimi düşünüyorum…

Ruhum sürekli değişiyor.
Bir gün beğendiğimi zamanla beğenmeyebiliyorum.
Yemek alışkanlıklarım değişebiliyor,
gezilerim, hobilerim, keyiflerim…
Her şeyim değişebilirken,
yani ben kendi ruhuma ikiz olamamışken,
benim ruhumun ikizini bulmak kime nasip olabilir?

Ya da benimle aynı özelliklere sahip biriyle
ne kadar süre beraber olunabilir?
Bazen kendi ruhumuzdan sıkılırken,
aynı ruhun ikizinden zaman içinde sıkılmaz mıyız?

Ruhunuzu yormayacak,
sizi dinlendirecek,
sizi eğlendirecek ve
sorun yerine çözüm olabilecek birisini bulursanız…
İşte ruh ikiziniz o’dur.
Sonuna kadar sahip çıkın ve bırakmayın.

Ruhunuza ve bedeninize iyi bakın.


Sevgilerimle,


Belgin BAYKAL

Her Zaman Masum muyuz?










    Ne kadar kendimize inanan, hatalarından ders almayan insanlarız?
    Her olayda savunmadayız.
    Diğer taraftan bakıp düşünmek yerine,
    sonuna kadar savaşmayı tercih ediyoruz.

    Olayların üzerine gitmemeyi,
    durup üzerinde düşünmeyi öğrenemedik bir türlü.
    Geçmişten gelen savaşçı ruhumuzdan mı kaynaklanıyor acaba?

    Kelimeleri içimizde tutmak zor geliyor,
    haklıyken haksız yere düşüyoruz.
    Sözler tüketiliyor, kalpler kırılıyor…

    Bunun üzerine özür dileyemeyecek kadar da "gururluyuz"…

    Hayatta bütün seçimlerimizi aslında kendimiz yapıyoruz.
    Sadece seçemediklerimiz ailemiz ve çocuklarımız.
    Doğduğumuz zaman elimize bir katalog verselerdi,
    herhalde üzerinde çok oynamalar yapardık:
    "Annem bu olsun, babam bu olsun, kardeşlerim şunlar olsun..." diye. :)

    Ne yazık ki elimizdekilerle yetinmek durumundayız.
    Aynı zamanda geçinmek ve kabullenmek zorundayız.
    Her zaman haklı olamayız. Önce bunu bilmemiz gerekiyor.
    Hataları başkalarına yüklemek yerine,
    önce kendimizi gözden geçirelim:

    • Ne kadar doğruyuz?

    • Ne kadar güveniliriz?

    Herkes kendisini sevmeli diyoruz ama
    bu kavram sıkça karıştırılıyor.
    Bencillik ile kendisiyle barışık olmak,
    çok başka şeyler.

    Ben kendimi insan olarak seviyorsam,
    başkalarını da sevmeliyim.
    Ama sadece kendimi seviyor ve kolluyorsam,
    başkalarını sevme ihtimalim çok azalır.
    O zaman sadece sözde sevebiliriz.

    Peki, neleri değiştirebiliriz?
    Kendimizi… tabii ki.
    Ne kadar huylarımız ve karakterimiz
    değişmeyecek gibi gözükse de,
    üzerinde biraz çalışırsak bir hayli yol alabiliriz.

    Ben kendimde bunu denedim.
    Eski takıntılarımdan kurtulmayı başardım.
    Değer bulduğum yerde vakit geçirir oldum.
    “Asla” kelimesini kullanırken
    daha ılımlı yaklaşmaya başladım.
    Herkesi olduğu gibi kabul etme şekli,
    hayatımı kolaylaştırır oldu.

    Ama!
    Yol alamayacağımı hissettiğim insanları bir kenara ayırdım.

    Siz de kendinize bir şans verin.
    Hayata kendinizi olduğunuz gibi bırakın.
    Tıpkı denizde sırtüstü yüzer gibi…

    İnsanlara kendinizi olduğunuzdan farklı gösterme çabalarıyla yorulmayın.
    İnanın her şey bütün çıplaklığıyla ortada.
    Siz ne kadar üzerinizi pahalı şeylerle örtmeye çalışsanız da,
    sizin görgünüz, bilginiz, kendinize kattığınız değerler
    gerçek değerinizi ortaya koyacaktır.

    Başkası olma, kendin ol. Böyle çok daha güzelsin
    diye boşuna dememiş Tarkan. :)

    Belgin Baykal

    Kendine Kalıyor İnsan Eninde Sonunda...










    Uzun zamandır Nişantaşı’na çıkmamıştım.
    İstanbul’da yaşayıp bazı yerleri arada bir de olsa görmemek olmuyor.
    Hep aynı yerleri tavaf etmekten bunalıyor insan.
    Birkaç ayda bir de olsa Boğaz’ı görmeli, Taksim’de yürümeli,
    Adalar’a gitmeli… ama hafta arası.

    Yaş ilerledikçe insanların kalabalığı, şehrin yoğunluğu yormaya başladı.
    Yeni korna almış sevindirik minibüs ve taksi şoförlerinin,
    her fırsatta ellerini çekmeden kornaya basması…
    İnsanların birbirlerini ite kalka dolaşmaları…
    Durup dururken öfkelenen esnafın birbirleriyle dalaşması
    ve daha birçok sebep...

    Evi sever oldum, kendimi özler oldum.
    Sıcak olsun, temiz olsun,
    ocakta pişen yemeği, kaynayan demli çayı olsun.
    Evimde arınmaya başladım tüm kirliliklerden.
    İki nefesim oldu mekânım.

    Huzur kovalar oldum her yerde.
    Kendimi anlatmalardan ve anlaşılamamaktan yoruldum.
    Artık kendime döndüm.
    Ona güveniyorum ve inanıyorum.
    Bana yalan söylemiyor,
    beni kırsa da sonra yine barışıyoruz.
    Çünkü beni iyi tanıyor.
    Nelerden hoşlandığımı biliyor,
    sıkıntılıysam üstüme gelmiyor.
    Ya da halledemediğim bir sorunum varsa
    beni dinliyor ve rahatlatıyor.

    Bazen her şeyi yüzüme söylüyor.
    Haklı ya da haksız…
    Onun sözleri kırmıyor.
    Çünkü gerçek dostum olduğunu biliyorum.

    Ne zaman yalnız kalsam,
    ondan başka yine kimsem yok...
    Beni oyalıyor, eğlendiriyor, güldürüyor, sevindiriyor,
    bazen de ağlatıyor.

    Bu zamanda insana can lazım, yoldaş lazım…
    Ne sevda ne de dostluk ilişkileri...
    Hiçbirine güvenilmiyor artık.

    “Canımsın” dediğin insanlar,
    sessiz sedasız seni hayatlarından çıkarıyorlar,
    haberin olmuyor.
    Ne kadar çabuk infaz ediyorlar, sorgusuz sualsiz...
    Söz hakkın bile kalmadan kendini ipte sallanır buluyorsun.

    Böyle olunca,
    kimseye “Dostum var, sevdiğim var” diyemiyorsun.
    Varsa da o an var,
    gelecek için teminat yok.

    Hepimiz koşullu sevmeye başladık herkesi:
    “Bana iyi davranırsan,
    beni mutlu edersen seninle beraber olurum.”
    “Kimsenin nazını, sözünü çekemem.”
    Durumlarındayız.

    Bu şartlarda yalnızlığa gebeyiz.
    Aslında kendimize dönmeye başladık.
    Kendimizi nazlar olduk.
    Nelerden hoşlanıyorsak onu yapmaya başladık.
    Bizi sıkmayan insanlarla görüşmeye,
    hoşlandığımız ortamları paylaşmaya…

    Yani gittikçe azalır olduk.

    Küçükken mutluluğumuzu
    iki elimizi kocaman açarak ifade ederdik.
    Şimdi ise:
    “Bir avuç mutluluk yeter.” olduk.

    Candan Erçetin’in bir şarkısında söylediği gibi:

    Kendine kalıyor insan eninde sonunda…


    Sevgilerimle,

    Belgin BAYKAL

    Kelimelerin İhaneti!















      Ne zordur, içimizden gelen kelimeleri söylemeden tutmak…
      Düşünmeden, bir avazda çıkan sözler ortalığı kasıp kavururken, 
      telafisi mümkün müdür?

      Ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini bilemezsin.

      İçinden gelmiştir ve sana göre doğruları söylemişsindir.
      Haklı ya da haksızsındır…
      Söz ağızdan çıkmıştır bir kere.
      Sonra nasıl düzeltilir?
      Ya da yaralar nasıl sarılır?

      Kelimelerin ihaneti affedilebilir mi?
      Ya da senin başkasına ihanetin…

      Yapılan şeyleri görmek ve vefalı olmaktır dostluk.
      Görülmediği zaman büyük hüsran yaratır.

      Peki! Biz bunları beklerken kendimiz ne kadar vefalıyız?
      Yapılanları hemen unutuyor muyuz?
      Ya da bir kelime için tüm yaşananları silebiliyor muyuz?

      Cevabınız “evet” ise, siz hiçbir zaman dost olamamışsınız.
      Günümüz ilişkileri gerçekten vefadan ve dostluktan nasibini almamış.
      Her şey menfaat ve çıkar üzerine kurulmuş.

      “Sen ne kadar veriyorsan, benden o kadar” şekli…
      Vermediğin gün, veda günü.
      Yapılan her şey unutulmuş ve sen en kötü ilan edilmişsin.
      Sadece son kelimeler kalmış, sürekli tekrarlanan…

      Neden bu kadar acımasızca davranıyoruz?
      Acılarla büyümekten yorulmuyoruz.
      Her defasında aynı yerde tıkanıyoruz.

      Kim haklı? Kim suçlu?
      Bu çok mu önemli ilişkilerde?
      Davranışlarımızla “haklıyken haksız duruma düşmek” daha kötü değil mi?

      İlişkilerin tadını, tuzunu ayarlamak gerçekten zorlaştı.
      Bireysellik ve kendine düşkünlük,
      her şeyi yerle bir edecek seviyeye geldi.
      Herkes beklentili, herkes mutsuzluğa aday durumda…

      Rahat mı batıyor bizlere gerçekten?
      Sevmemeye yemin mi ettik güzel olan değerleri?
      Her şey bizim istediğimiz şekilde güzel gidince mi
      seveceğiz herkesi, her şeyi?

      Koşullu sevmelere mi gebe olacağız her zaman?
      Bir insanı olduğu gibi sevmeyi kabul etmeyecek mi bu yürekler?

      Acıları unutmakta geçmiş bizi hiç bırakmazken,
      iyilikleri hatırlamakta geçmişe yolculuk ne kadar zor!
      Güzel şeyleri çabucak unuturken,
      kötü şeyleri asla bırakmıyoruz.

      İnsanın doğası daha çok kötüye mi yatkın acaba?
      Canımız bir şeye sıkıldıysa,
      hiç olmadık birisinde patlayabiliyoruz.
      Benim de çok nadir yaptığım ve
      sonra kendime gelince utandığım bir duygudur.

      Geçen gün sevdiğim bir insanla sorun yaşadım.
      Canım o kadar sıkılmıştı ki…
      Bu arada internet bağlantımla ilgili de sürekli sorun yaşıyordum.
      Beklediğim gün gelmişti sanki.

      İnternet arıza servisini aradım.
      Karşıma o günün şanssız insanı çıktı.

      Bana güzel bir şekilde,
      “Sistemlerinde sorun olduğunu ve o anda bilgilerime bakamadığını,
      daha sonra tekrar aramam gerektiğini” söylüyordu.

      Ben de hiç onu dinlemeden:
      “Sizin sorunlarınız bitmez zaten!
      Ben sürekli sizi mi arayacağım? Siz beni arayın!”

      şeklinde yükleniyordum.

      Telefondaki kişi bant kaydı olduğu için
      sınırlarını zorluyor, kötü bir şey söyleyemiyor ama
      dişlerinin arasından sürekli aynı şeyleri söylüyordu.

      Sonunda fark ettim ki, onun yapacağı bir şey yoktu.
      Ama ben öfkemi başka yerde gidermeye çalıştım.

      Sonunda üzüldüm…
      “Ne kadar gereksiz bir çıkıştı bu” dedim.
      O kişinin mesaisini kötü geçirmesine sebep oldum belki…
      Ama iş işten geçmişti.

      Daha sonra tekrar aradım.
      Sistemlerindeki sorun hâlâ çözülmemişti.
      Ama benim kendimle yaptığım görüşme sona ermişti.

      Duygusal birikimlerimi başka insanlara boşaltmayacaktım.
      Siz de öfkenize yenik düşüp masum kurbanlar aramayın!

      Gerçek muhatap, kendimizden başka kimse olamaz.

      Sevgilerimle…


      Belgin BAYKAL

      Acı Kaybımız! "İnsanlık Öldü"








        Hepimizin başı sağ olsun!

        Uzun zamandır tüm olumsuzluklara karşı direnen ve mücadele eden,
        içinde yıllardır sevgiyi, paylaşımı ve vefayı barındırmış,
        herkesin yardımına koşmuş insanlık, artık aramızda yok.

        Her geçen gün daha yalnız ve daha sorunlu olmaya başladık.
        Geçim ve seçim şeklimiz tuhaflaştı.
        Biz de aldığımız besinlerden, genetiğimizle oynatıp
        GDO akımına uyduk galiba.
        Zaten bir şeye uymak zorunda da bırakıldık.

        Her gün karşımıza çıkan yeni tehlikeler karşısında
        huysuzlaşıyor ve hırçınlaşıyoruz.
        Sevdiklerimizi ve kendimizi,
        nelere karşı ve nasıl koruyacağımız konusunda
        tedirginleştikçe tahammül ve hoşgörümüz azalıyor.

        Tüm haberleşme kaynaklarından aldığımız haberler karşısında
        hepimiz şüphe dolu olduk.
        Artık birbirimize bile güvenmemeye başladık.
        Kimse çocuğunu bir yere gönderemez oldu.
        Yakınlarımızın dışarıda geçirdiği zamanlarında bile
        endişelenir olduk.

        Acaba!
         Cep telefonundan arayıp
        “Biz polisiz, derhal nerede olduğunu söyle!”
        diyen soysuz organ mafyası mı arayacak?

        Yaşlı bir kadının yardım isteğine koşarak,

        insani duygularından dolayı böbreklerinden mi olacak?

        Yolda sakin sakin giderken,
        gözleri dönmüş kapkaççılar tarafından mı sürüklenecek?

        Yediği ve içtiği gıdalardan mı zehirlenecek?

        Görüştüğü arkadaşları tarafından başı mı kesilecek?

        Trene binerken tinerciler tarafından mı sıkıştırılacak?
        İhmaller yüzünden selden, yangınlardan, depremlerden mi ölecek?

        Arabalarının sürekli kaç bastığını deneyen,
        üç şerit gezen trafik canavarlarının vahşetinden mi gidecek?

        Evimize girmek için bin bir plan yapan soygunculardan mı?

        Her yerde olabilecek terör saldırılarından mı?

        Neden ve neye karşı koruyabiliriz?

        Önümüzde birisini öldürseler,
        başımız derde girmesin diye görmezden gelir olduk.
        Sitelerde, binalarda kim kime ne yapmış umurumuz değil!
        Yeter ki o kişi biz olmayalım...
        Ta ki bir şey başımıza gelene kadar!

        Geldiği gün,
        eğer biz de yanımızda kimseyi bulamıyorsak,
        boşuna suçlu aramayın.

        Tıpkı herkes sizin yaptığınızı yapıyor demektir.
        Çünkü içimizdeki insani duyguları öldürdüler ve hukukun olmadığı yerde

        hepimizi sindirdiler.

        Evet! “İnsanlık öldü”…
        Onu hasretle anıyoruz…

        Belgin BAYKAL

        Evlilik mi?









        Herkesin gelecekle ilgili hayallerini süsleyen
        ve bu hayalin gerçekleşmesinden bir süre sonra
        “Bu muydu?” denilen süreç mi evlilik?

        Baştan aynı hayatı yaşamak,
        aynı yatakta uyumak,
        sabahları güne beraber başlamak güzel gelirken;
        bir süre sonra o da zamana ve alışkanlıklara yenik düşer.

        Birbirini eleştirme, aile çatışmaları,
        karşılıklı beklentilerin arasında kendini
        hayal ettiklerinin dışında başka bir yerde bulursun.
        Aşkın çok çabuk tüketildiğini görür, üzülürsün.
        Geri kalan zamanını, eski günlerdeki duygularını
        yeniden kazanmak adına umut ederek ve hayal kurarak geçirirsin…
        Sorumluluklar ve beklentiler seni yorar…

        O ihtişamlı evlilik hayalleri ve düğün arkası,
        tıpkı Külkedisi masalında saat on ikiyi vurduğunda
        kabağa dönüşmek gibidir.
        Kendini pirinç ve patates çuvallarının arasında iş yaparken bulursun.

        Peri masalı sona ermiştir.
        Bundan sonrası, küçük mutluluklar ve beklentilerle zaman doldurma kısmıdır.
        Canın çok yanmadığı sürece karın tokluğuna çalışırsın.
        Başının okşanması, arada hatırlanmak ve değer görmek için neler vermezsin...

        Sonra düşünürsün:
        Neden bu hâle geldik? Başka türlüsü olamaz mı?
        Başka türlüsü tabii ki olur…

        Evlilik rahata gelmez!
        Her zaman kaybetme duygusuyla evliliğinize sahip çıkmalısınız.
        “Nasılsa evlendik, alan almış satan satmış” felsefesinden uzak durmalısınız.

        Kadınınız ve erkeğiniz sizin için kıymetli olmalı.
        Ona güveniniz ve inancınız tam olmalı…
        İki tarafın ailesi de incitilmeden bu kurumdan uzak tutulmalı.
        İki taraf da birbirine zaman ayırmalı.
        Arada birbirini özleyecek aralar verilmeli.
        Yokluğun kıymeti hissettirilmelidir.

        Eğer ortada kayda değer bir sevgi varsa,
        bu uğurda çok emek verilmeli.
        Paylaşıldıkça çoğalan en güzel duygulardan birisidir evlilik.

        O hâlde bu güzellikleri bitirmek için bu çaba neden verilir?
        Küçük detaylar üzerine büyük sevgiler yok mu edilmeli?

        Beraberliklerinize sahip çıkın, hoşgörülü ve açık olun.
        İçinizdekileri “Bir şey yok” diye geçiştirmeyin!
        Patlamalarınız büyük olmasın.
        Birbirinizin hayatlarına ve özgür alanlarına saygı duyun.

        Her şey bu kadar kontrol altına alınırsa,
        sizce evliliğinizde sorun olabilir mi?
        Bence olamaz, her şey sizde saklı…

        Tabii gerçekten mutlu olmak istiyorsanız…

        Sevgiyle kalın…


        Belgin BAYKAL

        Erkek, Kadın İkilemi!






        Erkek, Kadın İkilemi!

        İki farklı metabolizma, iki farklı kültür, iki farklı cins…
        Bir araya gelir ve birbirlerini çözmeye çalışırlar.
        Kadının sevdiği, hoşlandığı şeyler ve beklentiler, 

        erkeklerin beklentilerinden çok uzaktır.

        Erkek, bir kadının istediği ya da beklediği şeyleri anlamak istemez. 

        Çünkü onun dünyasında, yaşam tarzında yoktur.

        Anlamak istese de kadın gibi düşünmesi mümkün olamaz.

        Bir erkeği saatlerce alışveriş merkezinde gezdiremezsin!

        İlk zamanlar dolaşır, uyum gösterir.

        Mutlu gezer ya da mutluymuş gibi davranır.

        Sonra hafiften başlar söylenmeye:
        “Ne gerek var, evde yok mu?”
        “Bugün olması şart mı?”
        Ya da: “Şimdi sırası mı?”

        Kadının asla duymak istemediği sözlerdir.
        O da her dakika kendisine uyacak, onunla gezmekten zevk alacak,

        onu önemseyecek birisiyle beraber olmak ister.

        Kadın ve erkeğin muhabbeti her zaman sarmaz birbirini…
        Kadın ister ki; arada da olsa romantik, övgü dolu güzel sözler duysun,

        sohbetler güncel ve içten olsun, içinde eleştiri olmasın!
        Elinde çiçeği ile gelen, önemli günleri unutmayan, 

        çocuğuna, yuvasına, ailesine sevgi ve saygı duyan 

        birisiyle ömür boyu mutlu olsun.

        Erkek ise; güzel, becerikli, ailesine saygılı, çocuklarına iyi anne, 

        kendisine de beklentisiz bir eş ister.

        İstediği saatte gelsin, gitsin, aranmasın, 

        hesap sorulmasın, maçına, içkisine, oyununa, 

        sohbetine karışılmasın; o her şeyi kendi isterse yapsın ister.

        Bunlardan bir tanesinin bile olmaması, aldatmak için haklılık sebebidir.

        Kendisine bahaneler uydurur: 

        “Benim istediğim gibi davransa ben yapar mıyım?”

        Aslında değişiklik zamanı gelmiştir.

        Biraz havalanıp yine yuvasına dönmek ister.

        Bu durumda da kadından anlayış bekler:
        “Ben erkeğim, farklıyım, beni anlamalısın.”
        Kadın ve erkeğin anlaşılmazlığı burada son bulur.
        Çünkü hiçbir kadın bunu kabul etmek istemez.
        Kabul etmiş gözükse de asla unutmaz.
        Her fırsatta erkeğe bunu hatırlatır.
        Erkekler de yapılan her şeyin kadın tarafından

        bir an evvel unutulmasını ister.

        Kadının sürdürmesine de anlam veremez.

        Ama bunun tersi bir durum, erkek tarafından asla kabul görmez

        ve göremez de.
        Çünkü onlar erkektir ve dokunulmazlıkları vardır.

        Toplum ve aile yapısı her zaman erkeğin yanındadır bu konuda.

        Kadın olduğun için, toplum tarafından büyük bir aceleyle 

        hazmettirilir ihanetler, aldatılışlar.

        Bilmezler ki; erkek ve kadının bu konudaki duyguları aynıdır.
        İhanet ve aldatılış büyük yaradır her iki cinste de.

        Geçici kalp çarpıntıları uğruna gerçek sevgiler harcanmamalı.

        Sevgiyle kalın…

        Belgin BAYKAL

        Ezik Demeyin Kimseye

        Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...