29 Eylül 2015 Salı

Aşkın Yaşı Yoktur!







Aşkın yaşı var mıdır?

Ya da en çok kime yakışır?

Herkesin aşkıyla uğraşan bizler neye göre değerlendiririz acaba?

Yaşına başına, kariyerine, zenginliğine, fakirliğine, boyuna, 
kilosuna, her şeyine göre eleştiri yaparız.

Sanki aşkın bir ölçüsü varmış gibi beklentilerimiz şekilci bir değer taşır.

Aklımıza gelmeyen tek şey, aşkın bir gönül hastalığı olduğudur.

Kime ve neye tutulacağınızı bilemezsiniz.

Aşk, mantığın devreden çıkmış halidir.

Gerçekleri göremezsiniz, sadece bir noktaya odaklanır bakarsınız.

O da âşık olduğunuz kişidir.

Sizin dışınızda herkes görür ilişkinin geleceğini.

Bir tek size anlatılamaz bu.

Çünkü gönül hastalanmış ve sizi normal düşüncelerden uzağa almıştır.

Hiçbiri sizi hissettiklerinizden geri döndüremez.

Size ne kadar olmaz deseler de bunu bir tek siz anlayamazsınız.

Ayırmaya çalışsalar da yüreğinizden koparamazsınız.

O her zaman sizinle kalır.

Nereye giderseniz gidin, yanınızda götürdüğünüz tek şey yine ona olan

duygularınızdır.

Aşk’ı yok edecek tek şey yine sizsiniz.

Vazgeçtiğiniz anda aşk biter.

Aşkın yaşı başı yoktur.

Herkese yakışır sevmek.

Arada çok yaş farkları büyük sorunlar getirse de limitleri çok zorlamadan aşkı hak ettiği şekilde yaşamak en güzelidir.

“Okyanusta ölmez de insan, gider bir kaşık sevdada boğulur” demiş, Cemal Süreya

Aşk bu işte; olmaz dediğin, asla dediğin her şeyin olur hali.


Sevgilerimle

Belgin BAYKAL







Köpeğiniz Varsa!

 


Bir köpeğiniz varsa, fazla insana ihtiyaç duymazsınız…

O sizi çok güzel oyalar.

Size unuttuğunuz birçok duyguyu hatırlatır.

Vefayı, sadakati ve karşılıksız sevmeyi…

Sadece karın tokluğuna ve aldığı sevgiyle çalışır.

Size unutmamayı ve sorumluluk almayı öğretir.

Nereye giderseniz gidin aklınız hep ondadır.

Gece, gündüz yürüyüşe çıkmak isteseniz yanınızda en iyi 
arkadaştır.

Arabanın sağ koltuğunda onu gezdirmenin keyfi çok büyüktür.

Kimseyi mutlu edemezsiniz ama o sizinle her koşulda mutludur.

Eve gelirken onun tarafından karşılanma heyecanıyla gelirsiniz.

Evden ayrılırken onun hüzünlü gözleriyle ayrılırsınız aynı hüzünle…

Bazen çok yorulursunuz, kendinizi koltuğa zor atarsınız.

İşte o anda yanınıza gelen ve dibinize sokulan o muhteşem dost sizin yorgunluğunuzu bir anda alır.

Eğer köpeğinizle uzun zaman yaşamaya alıştıysanız ondan kopmak mümkün olmaz.

Sizden bir parça olur.

Siz de köpeğinizin bir parçası olursunuz.

Onu da sizin olmadığınız hiçbir şey mutlu etmez.

Eğer bir köpek sahiplenmek istiyorsanız, çok sevmeniz ve fedakâr olmanız gerekir. 

Karşılıklı bir alışveriştir aranızda olup bitenler.

Öylesine bir heves değil!

Tatile bile giderken onunla gideceğiniz yerler seçmek zorunda kalabiliyorsunuz.

En iyi pansiyonlarda bile kalsa yine aradığı sizsiniz.

Eğer zorunlu olarak bıraktıysanız kavuşmanız en büyük mutluluğunuz olur.

Sizinle eve geldikten sonra…

“İşte benim evim, benim ailem mutluluğuyla koşuşturması” dünyalara bedel olur.

Köpek sahiplenirken lütfen ömürlük düşünün. Ailecek hepinizin sevmesi ve sorumluluk alması gerekir. Bir heves uğruna yapmayın!

Benim vazgeçilmezim canım kızım Julia

Hayat seninle o kadar güzel ki…


Sevgilerimle...

Belgin BAYKAL

Hayatımız Yalan!

 


Her geçen gün değerlerimizden uzaklaşırken, diğerlerinden de uzaklaşır olduk.

Daha çok şeye sahip olma ama daha az kişiyle görüşme eylemi.

Herkesi potansiyel alıcı ve sömürücü görmek ama kendimizi her şeyden saf dışı tutmak…

Kimseye güvenmemek ama kendimizin de güvenilirliğini ölçmemek!

Her konuda ahkam kesmek ama “Sen yap” denildiği anda yok olmak!

Sadece almaya odaklı, talep ve istek dolu ama vermek konusunda düşünceli ve endişeli!

Sevmek konusunda temkinli, sevgi beklerken karşıdan fazlasıyla alma odaklı.

Saygı beklerken fazla hassas, başkasına gösterirken “Neden göstereyim ki” şekli…

Bütün bunları düşündükten sonra; insanın her şeye bakışı değişiyor. 

Neyi, neden ve kimin için yapmak gerektiğini algılayamıyorsun!

Bulunduğunuz ortamlarda, sahte bakışlar ve sahte gülüşlerle karşılaşıyorsunuz.

Ve aynı sahtelikte sizde cevap vermek zorunda kalıyorsunuz.

İçten hissettikleriniz sizin çevreniz, diğerleri de “Ötekiler” olarak yerini alıyor.

Hemen sınırlar koyuluyor ve ön yargılar başlıyor çalışmaya.

Tanımadığımız kişilerin asıyoruz fermanlarını, kesiyoruz bize ulaşan yollarını…

Başlıyoruz yalnızlıktan ve şansızlıktan dem vurmaya;

Yüzleşemiyoruz bir türlü kendi aynamızla!

“Her şeyi bekliyorum ama ne veriyorum ben insanlara” diyemiyoruz.

Herkeste bir haklılık olgusu, farkındalık yoksulluğu…

Herkesten anlayış bekliyoruz ama kimseye göstermek istemiyoruz.

Çünkü temel oyuncu “Ego” buna izin vermiyor!

Her an size, kim olduğunuzu hatırlatıyor.

Sizi diğerlerinden ayırıyor ve kibirli hale getiriyor.

Birisi için bir şey yaptığımız zaman havamızdan geçilmiyor,

İşte! Kendimizi fazlasıyla değerli hissederken, 1 dk. sonra başımıza neler gelebileceğini bilebiliyor muyuz?

Belki bir anda büyük bir doğa olayı ile karşı karşıya kalıp her şeyinizi kaybedeceksiniz.

Sizi siz yapan her şeyi… Bununla birlikte egonuzu da…

Hayat bu kadar pamuk ipliğine bağlıyken; biz neden bu kadar sahte ve bize ait olmayan şeylerle kafa yoruyoruz ki;

Neye sahip olmak istiyorsanız, gün gelecek onlarda sıradan olacak.

Önemli olan, sahip olduklarınızın kıymetini bilin ve ona göre yaşayın.

Gerçekten sevin, gerçekten sarılın, gerçekten üzülün ya da gerçekten nefret edin.
Duygularınızın arkasında durun yani!
Sahte olan her şey karşı tarafa geçer. Siz ne kadar saklamaya çalışsanız da.
Her şey doğasında güzeldir. Siz de “Gerçek” olun. 
Kendinizi farklı gösterme çabalarına girmeyin.

“Ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olun”


Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen “HİÇ” ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı, nasıl ki çömleği ayakta tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutanda benlik zannı değil! Hiçlik bilincidir…


Hz. Mevlâna…


Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

Notunuz Var!





Posta kutusunda bulduğum o not beni çok etkiledi.

“Keşke senin gibi olabilsem”

Kimdi? Neden beni seçti?

Neden olamadıklarını bende gördü?

Ya da gördükleri gerçekten kendisinde olmayanlar mıydı?

Ben kendimle bu kadar kavgalıyken bir başkasına

nasıl mükemmel görünebiliyordum?

Ya da nasıl özenilecek bir hayat sergiliyordum.

“Komşunun bahçesi her zaman bize güzel görünür”

O da beni öyle görüyordu anlaşılan.

Bu not farkındalık yaratarak bende bir dönüm noktası oldu.

Artık kendimi daha az üzmeye ve yormamaya karar verdim.

Bana bir şey vermeyen ve zamanımı çalan herkesle araya mesafe koydum.

Daha çok okuyup, kendimle olan kavgamı bitirmeye karar verdim.

Okudukça başkalarına yakınlaşıyor kendimden uzaklaşıyordum.

Kendimden uzak durdukça bir nevi barış imzalamıştım.

Artık azat etmek gerekiyordu bir yerden sonra…

Başka hayatlar, başka olaylar dikkatimi dağıtıyordu.

Çoğunda onların karakterine dönüşüyordum.

O zamanlarda yaşayıp, o duyguları paylaşıyordum.

Kimisinde gözyaşlarına boğulurken, kimisinde yeniden sevmeyi öğrenip onun

yüceliğini tadıyordum.

Bazılarında büyük kayıplar veriyordum, dayanılması güç ve sancılı.

Ruhum beden beden geziyordu, bende değildi adeta.

İşte kendimde görmek istediğim son buydu. 

Kendimi rahat bırakmak ve geldiğim noktada mutlu olmak!

Çünkü her zaman sizin hayatınıza özenecek bir dolu insanlar olacaktır.

İşte günlerden sonra yine posta kutusunun önündeyim ve elimde oraya koymak için hazırladığım küçük bir not.

“Kendinle gurur duymalısın”

Siz de hayata yeniden sarılmak istiyorsanız kendinize notlar yazın.

Her nefesin size bir ödül olduğunu ve bunun bedelini seçtiğiniz yaşamla

ödeyeceğinizi iyi bilin…


Sevgiyle Kalın…


Belgin BAYKAL














    

    Anneyiz Derken!!







    “Kadınlar Zayıftır Ama Analar Kuvvetlidir” demiş Victor Hugo…


    Gerçekten de öyledir annelik, karnında ilk hissettiğin anda başlar bu muhteşem duygu.

    Önem verdiği her şey gerilerde kalır. Onun için gerçek olan ve yaşanılması gereken tek duygu o andan itibaren hissettiği “annelik duygusudur”.

    Tek sorumlu hisseder kendini, hiçbir zarar gelmesine izin vermez.

    Hiç kimseye laf söyletmez, panter kesilir çocuğu için.

    Babası bile çocuğuna bir şey söylese kendisine söylenmiş hisseder.

    Çocuğu için yapamayacağı fedakârlık yoktur.

    Hiçbir erkek anlayamaz bu duyguyu. Sadece anne ve çocuk arasında gelişen özel bir bağdır yaşanılan.

    Çocuğun da koşulsuz aldığı tek sevgi anne sevgisidir.

    Her zaman istisnalar vardır. 
    Ama bu oldukça az görülen bir durumdur.

    Hep etkisinde kaldığım ve gözlerim dolarak okuduğum bir hikayedir bu.


    Fedakâr Anne


    Bebeğimi görebilir miyim?” dedi yeni anne. 

    Hemşire eline uzattı, minik bebeğinin yüzünü görmek için kundağını açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu!


    Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan dışarı bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu…


    Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.


    Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı.


    Bir gün okul dönüsü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.

    Hıçkırarak ağlıyordu…
    Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı;

    Annesi sarılarak öğrenmeye çalıştı.

    Ağlayarak “Büyük bir çocuk bana ucube kulaksız dedi…” ve diğerleri de güldüler dedi.

    Annesi, her zaman ona “Genç insanların arasına karışmalısın” diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.

    Annesi ile babası, aile doktorları ile görüştü; “Hiçbir şey yapılamaz mı ?” diye sordular.

    Doktor “Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir” dedi.

    Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı.

    Aradan iki ay geçti. Bir gün babası “Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır” dedi.

    Operasyon çok başarılı geçti. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. 

    Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.

    Yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu:

    “Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? 


    Ben o insan için hiçbir şey yapamadım… 

    Bir şey yapabileceğimi de sanmıyorum” dedi


    Babası, “fakat anlaşma kesin, su anda öğrenemezsin, henüz değil…”

    Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. 

    Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi… Hayatinin en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu.


    Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; Kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.


    “Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu” diye fısıldadı babası “ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?”


    Oğlu hıçkırıklarla ağlamaya başladı. 


    Nasıl bunu düşünemediği için kendisini hiç affetmedi.


    Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!

    Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir…


    Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir.


    Anne çocuk ilişkisini düşününce, bir evlat kaybını yaşayan annenin acısını hiçbir şey dindiremez.

    Çocuğunu kaybeden bir anne için her gün ilk gündür; bu ıstırap ihtiyarlamaz. Victor HUGO

    Tüm evladını yitiren annelerimize Allah'tan sabır dilerim.


    Belgin BAYKAL

    Şimdi okullu olduk!


















    Okullar açıldı yine büyük telaş…

    Çocuklarımız adam olacak ya, bir koşu gönderelim okullara…

    Sonra bütün başarıyı notlara yükleyelim.

    Öğretmenini, arkadaşlarını ya da neler öğrendiğini sorgulamayalım.

    Önemli olan derslerinin çok iyi olması ve yüksek notlarla yüzümüzü kara çıkartmaması.

    Sonra sınavdan sınava koşturalım.

    Her gün düşünelim! “Bu çocukların durumu ne olacak diye”?

    Sonra bir sürü paralar ödeyerek o eşsiz üniversitelere gönderelim.

    Mezun oldu olacak derken yıllar geçsin…

    Sonra onları doktor, mühendis, avukat, eczacı en başta gelen meslekler olmak üzere işlerine kazandıralım.

    Ne oldu? Bitti mi?

    Tabii ki yeni başlıyoruz. Şimdi iş bulma zamanı…

    Eşe dosta haber salalım. En süslü özgeçmişlerini hazırlayalım.

    Bekleyelim, bekleyelim aylar geçsin…


    Bugün artık dün değil!
    Maalesef, artık beklentimizi yükseltmeyelim.

    Çünkü hiçbiriniz özel değilsiniz artık.

    Belli başlı mesleklere eskiden sayılı insan sahip olurdu.

    Onun için hepsi kıymetliydi.

    Özel üniversitelerle beraber bu mesleklerde artık çoğaldı.

    Başarıdan çok paranın sözü geçtiği için iş bulma şansı azaldı.

    Mecburen fark yaratmak adına Yurtdışı deneyimi de gerekir oldu.

    Yurtdışından yabancı dil ve yüksek eğitim de alındı.

    Yine bitmedi. Bunlar sadece özgeçmişinizi süsleyecek.

    Büyük bir şirkete mühendis alınacak, 500 kişi müracaat etmiş.

    Hepinizin eğitimi neredeyse aynı!

    Sizi neden tercih etmeliler?

    Dolayısıyla en başa dönüyoruz, hani sadece notlar vardı ya önemli olan.

    Şimdi onların yanına, dış görünüm, saygı, kendini ifade gücü, temizlik ve duruş olarak ilave edelim.

    Sıralamayı ilk karşılaştığımız bir insanın bizde bıraktığı etkiye göre yaptım.

    Diplomanın yanına bunları koymazsanız, hayatınız boyunca unvanınızla oradan oraya sevilmeden savrulursunuz.

    Çünkü mesleğinizin kıymeti değil, insan olarak donanımız ve edebiniz ön planda olacaktır.

    Sizi diğerlerinden öne geçirecek şey o önemsemediğiniz değerler olacak!

    Şimdi oturun düşünün!

    Çocuklarınıza gerçekten kazandıracağınız şey sadece diploma mı?

    Yoksa saygıdeğer bir kişilik mi?

    Eğitim evde başlar, okulda devam eder…

    Lütfen çocuklarınızı “Önce İnsan” yetiştirin.

    Yeni eğitim dönemi hayırlı olsun!


    Sevgilerimle,

    Belgin BAYKAL

    30 Temmuz 2013 Salı

    Brad PITT Diyor ki!










    Brad PITT’ in karısı hakkındaki Konuşması:

    “Karım hasta. Kişisel yaşamı, işi, kendi hataları ve çocukların sorunlarından 
    dolayı sürekli gergindi.
    Karım 14 kilo verip, 40 kiloya kadar düştü.
    Çok sıskaydı ve sürekli ağlıyordu.
    Karım mutlu bir kadın değildi.
    Devamlı başı ağrıyordu, kalp ağrısı vardı ve kaburga arkasında sinirleri sıkışıyordu.
    Sağlıklı bir uyku düzeni yoktu, sadece sabahları ve
    çok yorgun olduğu zamanlarda hemen uykuya dalıyordu.
    Bizim ilişkimiz bitmek üzereydi, ayrılma eşiğine gelmiştik.
    Karım kendi güzelliğini bırakmıştı, gözlerinin altına torbalar vardı, yüzüyle alay ediyordu ve kendine bakmayı bıraktı.
    Kendisine gelen tüm filmleri ve rolleri reddetti.
    Artık ben de umudumu kaybetmiştim, yakında boşanacağımızı düşündüm...
    Ama sonra bir şeyler yapma kararı aldım ve onun yanında uykuya dalmaya, ona sarılmaya başladım.
    Çiçeklerle beraber duş almaya, onu öpmeye, övgüler söylemeye başladım.
    Onu her dakika memnun görüyordum ve ona hediyeler alıyordum.
    Beni yeniden sevme ihtimalini düşünemiyordum bile.
    Sadece onun için yaşamaya başladım.
    O’nun hakkında basınla sadece ben konuştum.
    Bütün olayları onun yönetiminden aldım.
    Onun ve ortak arkadaşlarımızın yanında onu övdüm,
    inanmayacaksınız ama yüzünde çiçekler açtı, daha iyi hissetti.
    Sinirlenmiyordu, beni hiç olmadığı kadar çok seviyordu ve kilo almaya başladı. 
    Ve sonra bir şey fark ettim: Kadın, erkeğinin yansımasıdır.
    Eğer erkek kadını deliler gibi seviyorsa, kadın gelecektir.


    Bu yazılanları okuduğumda yine aynı kanıya vardım. 

    Sevmediğiniz sürece sevilemezsiniz.

    Emek vermediğiniz sürece mutlu olamazsınız.
    Bu yaşanılanlar belki bütün evliliklerde ya da ilişkilerde olabilen şeyler. 
    İnsanın günü gününe uymayabilir. 
    Çok yorgun düşebilir. Eskisi gibi neşeli ve mutlu olmayabilir. 
    Hemen bunları görünce “Artık evliliğim eskisi gibi değil! 
    Karım iyice değişti ve hırçınlaştı. Beni anlamıyor” diye kenara çekilip izlemek yok. 
    Karınız neden böyle davranıyor önce onu bir anlamaya 
    çalışın.
    Gerçekten ona kadınlığını yaşatıyor musunuz?
    Her zaman ona destek oluyor musunuz? 
    Onu gerçekten seviyor ve hissettiriyor musunuz?
    Yoksa çocuklarınızın annesi unvanını verip, bir kenarda hayatını geçirmesini mi izliyorsunuz?
    Eğer böyle yapıyorsanız iki mutsuz var hayatınızda.
    Karşı tarafı mutlu edemediğiniz sürece sizde mutsuz ve küçük avuntularla tamamlarsınız hayatınızı.
    Mutlu olmak hayaliniz olur
    Kısaca; Mutluluk size gelmez.
    Sizin verdiğiniz emeğe gelir.

    Hiç kimse sizi sürekli mutlu etmek zorunda değildir. 
    Sizin davranışlarınız o mutluluğu sürdürür ve kalıcı kılar
    Haydi! Artık sizde kendiniz için bir şeyler yapın.
    Mutluluk hepinizin hakkı. Hakkınıza sahip çıkın.
    Brad Pitt, bunu o ego ile yapabiliyorsa, sizin yapamamanız düşünülemez.

    Sevgilerimle;
    Belgin BAYKAL

      Konuşmamız Gerek

        Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...