12 Ağustos 2012 Pazar

Bir Yüreğin Şarkısı: Sezen Aksu





Geçen akşam açık hava konserinde, 

o minicik bedeninde koca bir yürekti Sezen AKSU.


Hayranları ona “Sen kraliçesin, sen en büyüksün” derken, 

onda büyük bir mahcubiyet vardı.


“Anlamıyorum sizin bu sözlerinizi ve inanın çok utanıyorum” diyordu.


Yıllardır sahnelerde, yere göğe sığdırılamamış ama 

onun karakterine hiç yansımamıştı şanı, şöhreti… 


Ne kadar “Yalnızlık” şarkısı yazsa da, 

hissederek yazmadığı tek kısım dostluklarına dair olanı olmalıydı.


Konserinde vazgeçemediği orkestrası, vokalleri ve tüm yardımcıları

o kadar candan ve yürekten yanındalardı ki, bunu anlamamak mümkün değildi.


Sezen Aksu olmak kolay değildi. Karşılıklı yapılan bir alışverişti aramızda…


Tüm acıları en derinlerinde yaşarken üretmekten vazgeçmemiş, 

bütün aşkların dile gelmiş haliydi o.


Onun şarkılarıyla her duygumuzun akortlarını yaptık.


Onunla sevindik, onunla üzüldük, onunla ağladık.


Tek ezberleyebildiğim şarkılar onun şarkılarıydı.


Bu da onun bir başka farkıydı işte.


Her yaşadığım duyguyu kendime has sanırken, 

Sezen o duygular üzerine şarkılar yapmıştı.


Kaybolan yılları olsa da yaşanmamış duyguları yoktu anlaşılan.


Ne kadar kabul etmese de bizim ve tüm aşk şarkılarının kraliçesidir o.



Sussan olmuyor susmasan olmaz


Dil dursa Hakim Bey tende can durmaz


Yazsan olmuyor yazmasan olmaz


Kaleme tedbir koma tek durmaz,


(18 yıl önce Sezen Aksu yazmış bunun sözlerini ve yeni meşhur olmuş.


Konserinde gülerek anlatıyor “ya ölseydim de göremeseydim bu günleri diye.” :)


Sen çok yaşa Sezen…Yaşa ki hep üret…



Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL


12 Haziran 2012 Salı

Eski Dostları Dinleyip Hüzünlenenlerden misiniz?






Unutulmuş birer birer
Eski dostlar, eski dostlar
Ne bir selâm ne bir haber
Eski dostlar, eski dostlar

Bu şarkı başladığında…
Bütün eller kilitlenir, bütün gözler buğulanır.
Kalpte saklanan hatıralar birer birer su yüzüne çıkar.
Dostu olmayanlar bile dostu varmış gibi hisseder o anda.
Öyle sihirli bir şarkıdır.

Hayatta her şeyin sahibi olabilirsiniz…
Ama dostunuz yoksa, eksiksinizdir.
Bir insanı hayatınızda tutamamışsanız, 

ya da onun hayatında kalamamışsanız…

İçinizde hep “yarım kalmış” bir şey olur.

“Hiç dostum yok” diyenler çoğu zaman karşı tarafı suçlar:
Beni anlamadı, beni hak etmedi…
Ama işin gerçeği bu mudur?

Gerçek bir dostluk için iki taraf da emek vermeli.
İyi günde yanında olmak kolay…
Peki ya kötü günde?
Onun sevincine, acısına kalpten ortak olabildiniz mi?
Sözleriniz, duruşunuz, bakışınız onunla birlikte miydi?

Eğer dostunuzun başarısı sizi rahatsız ediyorsa,
Sahip olduklarına imreniyor ve mutsuz oluyorsanız…
O zaman kendinize dürüst olun:
Dostluğu bilmiyorsunuz.

Samimiyet bulaşıcıdır.
Siz içtenseniz, o da olur.
Ama içten değilseniz, gözleriniz sizi ele verir.
Sevilip sevilmediğinizi, önemsenip önemsenmediğinizi…
Bakan gözler söyler size.

Unutmayın:
Dost olamayanın dostu da olmaz.

Vefa ve içtenlik, en temel iki değerdir.

Kusurlarınız varsa, onları fark edin ve düzeltmeye çalışın.
Geçmişi ayıplamak, insanı ileriye taşımaz.
Dün yanlış yaptıysanız, bugün değişin.
Önemli olan sabah çıktığınız yolda, akşam da yürümeye devam edebilmektir.

Sevgiyle ve dostlukla kalın.
Belgin BAYKAL

17 Mayıs 2012 Perşembe

Ne Zaman Emekli Olacağım?



Emeklilik…
Yıllardır çalışan herkesin bir gün ulaşmayı hayal ettiği o sihirli kavram.
"Bir gün emekli olacağım" düşüncesiyle sabredilen yıllar,
Ertelemeler, planlar, umutlar…

"Hele bir emekli olayım" cümlesi,
çalışanların dilinden düşmeyen ortak bir umut hedefi.
Ben de bu konuda kendimi şanslı sayanlardanım.
Genç yaşta iş hayatına atılmamın avantajını,
erken emeklilikle görmüş biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum.

Ama çevreme baktığımda…
Aynı şansı herkes için söylemek mümkün değil.
Birçok kişi geleceğini göremiyor.
Herkeste ortak bir endişe var: "Nasıl olacak bu iş?"

Motivasyon düşüklüğü almış başını gitmiş durumda.
Çünkü alınan kararlar çoğunlukla masa başından,
hayatın gerçeklerine dokunmadan alınıyor.

"Avrupa’da böyle, Amerika’da şöyle…" diyerek yapılan düzenlemeler,
Türkiye'nin kendine özgü yapısıyla hiç örtüşmüyor.
Bizim çalışma şartlarımız, sosyal güvencemiz,
emekli olunca yaşayacağımız hayat…
Onlar gibi değil, olmadı da zaten.

İnsanlara umut değil, belirsizlik veriliyor.

“Ne zaman emekli olacaksın?” diye sorduğunuzda,
yüzler ekşiyor, cevaplar kaçamaklaşıyor.
"Sayamıyorum bile…" diyorlar.
Çünkü 30 yaşında olan birisi için o tarih,
sanki bir başka ömre aitmiş gibi görünüyor.

Üstüne bir de 58-60 yaş sınırı ve 7000 gün prim şartı…
Birçok insanın gözünde, bu tabloya bakınca,
gelecek yerine belirsizlik, huzur yerine tükenmişlik beliriyor.

Oysa bu konu sadece “maliyet” olarak görülmemeli.
Bir insan, ömrünün büyük bir kısmını çalışarak geçiriyorsa,
karşılığında hak ettiği dinlenmeyi de görebilmeli.

Çözüm yok mu? Elbette var.
İstenirse yaratılır.
Vergilendirmede ayrı bir fon oluşturulur,
“emekliliğe destek katkısı” gibi.
İnsanlar neden ödediğini bilerek katkı sunar.
Hem sistem ayakta kalır, hem insanlar umutla çalışır.

Ama asıl ihtiyaç duyduğumuz şey:
insanca bir sistem, insanca bir yaklaşım.

Biraz daha empati.
Biraz daha adalet.
Ve en önemlisi, çalışanlara “değerli” olduklarını hissettirecek bir bakış açısı.

Unutmayın, çalışanın motivasyonu, ülkenin geleceğidir.

Ve lütfen…

Hiçbir hayali, "Bir gün emekli olunca yaparım" diye ertelemeyin.
İmkânınız varsa, bugün başlayın.
Çünkü gerçekten geleceğin ne getireceğini kimse bilmiyor.

Sevgiyle kalın,

Belgin BAYKAL

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Magazin mi, Mahremiyet mi?












Gündemdeki aşklar ve skandallar sanki hepimizi çok yakından ilgilendiriyor.


"Kim kiminle birlikte?",

"Evlenmiş mi, ayrılmış mı?",

"Hamile mi, değil mi?",

"İlk sevgilisi kimmiş?",

"Kaç kişiyle beraber olmuş?"


Bu sorular ekran başında hepimize sorulmuş gibi izliyoruz magazin programlarını.

Oysa gerçekten bu kadar ilgilenmemiz gerekiyor mu?


Magazin haberlerine bakıyorum da…

İyi ki ünlü biri olmamışım!

Gerçekten bu kadar sabırlı olamazdım.


Yakın bir arkadaşımla yemeğe çıksam,

Ertesi gün gazetelerde sevgili olarak uyansam…

Ayağım burkulup yanlışlıkla birinin koluna tutunsam,

"Çok içti, ayakta duramıyordu!" diye başlık atılsa…


Her gün gerçekle ilgisi olmayan bir haberle güne başlamak…


Evet, magazin haberciliği 'ne kadar abartı, o kadar reyting' formülüyle iş yapıyor.

Ama o insanların bir hayatı, bir ailesi, bir mahremiyeti var.

Ve bazıları gerçekten sadece işini yapıp sahneden inmek istiyor.


“Onları biz ünlü yaptık, istediğimiz gibi haber yaparız” yaklaşımı,

zorbalıktan başka bir şey değil?


Evet, kameraların ilgisini seven ve her fırsatta görünmek isteyen isimler var.

"Şurada olacağım, gelin beni çekin!" diyenler…

Onların haberini yapın, ne istiyorlarsa versinler size.


Ama sırf tanınıyor diye, sokakta yürürken bir fotoğrafını 

ya da videosunu çekmek,


sürekli özel hayatına müdahale etmek…


Bu çok hazmedilir bir şey değil.


Işıl ışıl görünen hayatların bedeli de ağır oluyor.

Yediğiniz, içtiğiniz, sevdiğiniz, güldüğünüz, ağladığınız...

Her şeyiniz ortak alan oluyor.

Bir sabah baş ağrısıyla kalksanız bile görenler için haber oluyor.

“X çok bitkin görüntülendi.”


Ve maalesef bazı insanlar bu haberlere koşulsuz inanıyor.

O yüzden basın özgürlüğü kadar, mahremiyete de saygı olmalı.


Ünlü olmak, özgürlüğünden vazgeçmek zorunda kalmak değildir!


Bu baskılardan bunalan birçok isim, çareyi yurt dışında, 

özellikle Amerika’da buluyor.


Basın mensupları biraz da empati yapmalı.

Haber başlığı atmadan önce iki kere düşünmeli.

Magazin sadece eğlence değil, aynı zamanda etik olabilir.


Birinin utancı, mahcubiyeti ya da mutsuzluğu,

sizin mesleki "başarınız" olmasın.


Sevgiyle kalın,

Belgin BAYKAL


Eğitim Sistemimiz Nereye Gidiyor?














Eğitim ve öğretim sisteminde alınan ani kararlarla, 

milyonlarca gencin ve yeni eğitim hayatına atılan 

çocuklarımızın geleceği ciddi anlamda etkileniyor.


Bir dönem "Dershaneler kapatılacak!", sonra 

"Sınav sistemi değişiyor!", ardından "Uzaktan eğitime geçiyoruz!", 

şimdi de "Etüt merkezleri, online platformlar ve 

özel derslerle destekleyin" deniliyor.


Ama hâlâ ne öğrenciler ne öğretmenler bu değişikliklerin hızına yetişebiliyor.


Bir yandan EBA, online dersler, pandemideki kopukluklar derken, 

diğer yandan LGS, YKS gibi tek bir güne sıkıştırılmış 

sınavlarla geleceğini belirlemeye çalışan bir nesil büyüyor.


Çocuklar neye inanacağını şaşırdı. 

Kimliklerini tanımadan, ailelerinin beklentileri ve sistemin baskısıyla 

baş etmeye çalışıyorlar.


Devlet okullarında eğitim kalitesi eşit değil. 

Birçok öğretmen, maddi tatminsizlik nedeniyle kendini geliştirmek yerine

özel derse yöneliyor.


Çocuklar, okulda öğrenemediklerini sosyal medyada videolarla ya da özel platformlarla tamamlamaya çalışıyorlar.


Yabancı dil bilgisi hâlâ "hello-how are you" seviyesinde, 

matematik dört işlemden ibaret, 

tarih ezber, coğrafya haritasız... 

Türkçe ise sosyal medyada katlediliyor. 

Noktalama işaretleri, büyük harf kuralları neredeyse kullanılmaz hale geldi.


Eğitimin temel amacı, sadece sınav kazandırmak değil, ahlaklı, 

üretken, sosyal bireyler yetiştirmek olmalı.


Sınavlar bu kadar belirleyici olmamalı. 

Gençler, tüm bir yılı sadece 3 saatlik sınav için yaşıyor. 

Sınav günü mide spazmı geçirenler, bayılanlar, kaygıdan uyuyamayanlar 

geleceğini bu sistemle belirliyor.


Aile baskısı, "başarılı ol" cümlesinin ardına gizlenmiş hayal kırıklıklarını da beraberinde getiriyor.


Eğitimde önce altyapı oluşturulmalı. 

Pilot uygulamalar yapılmalı. Avrupa ülkeleri bu konuda örnek alınmalı. 

Öğrenciler yeteneklerine göre yönlendirilip desteklenmeli.


Ve en önemlisi: Çocuklarınızdan robot gibi davranmalarını beklemeyin. 

Onlara değer verin, sevgi gösterin, mutlu olmalarını önemseyin.


Klasik nasihatlerle değil, birlikte zaman geçirerek yol gösterin. 

Renkli, anlayışlı, esprili olun. Eğitimi birlikte yaşayın.


Unutmayın, her şey sizin elinizde.


Hepinize kolay gelsin, iyi dersler:)


Belgin BAYKAL

Ne Kadar Samimisiniz?







Size biri derdini anlatırken, onu nasıl dinlersiniz?
Canı gönülden tüm kalbinizle mi?
Yoksa bir an evvel anlatsa da gitse durumunda mı?

Sizin etrafınıza yaydığınız elektriğiniz ve ifadeleriniz 
karşı tarafa olduğu gibi yansır.

Size notunuzu verir, daha sonra ne yaparsanız yapın 
her zaman onun beyninde öyle kalırsınız.

Başkalarına verdiğiniz değer kadar değer görürsünüz.

Bunu vermeden beklerseniz çok hayal kırıklığı yaşarsınız
ve farkında olmadan karşı tarafı suçlarsınız.

Neden öyle davranıldığına ve söylendiğine dair hiçbir fikriniz yoktur.

Hak etmeden bu durumla karşılaştığınızı sanırsınız.

Halbuki, karşılaştığınız bu durum sizin verdiğiniz olumsuz elektriktir.

Siz, kaşınız gözünüz bir havada soru sordunuz, ona göre de cevap aldınız.

Bir gün gerçekten en samimi duygularınızla birisiyle görüşmeye çalışın.

Net olun ve içinizden geldiği gibi kendinizi anlatın.

Hiçbir abartıya ve gösterişe kaçmadan…

Karşı tarafın sizi önemsediğini ve daha sıcak davrandığını göreceksiniz.

Çünkü ona tüm samimiyetinizle yaklaştınız ve içinizi açtınız.

Size farklı dönmesi mümkün mü?

Yine kendinizden örnek verin! Bir arkadaşınız geldi 
ve çok hoşlanmadığınız her zaman farklı bulduğunuz birisi.

O gün gerçek benliğiyle ve tüm içtenliğiyle size 
sorunlarından ya da kendinden bahsetti.

Ona karşı kaba ve duyarsız konuşma yapabilir misiniz?

Eğer dostluk ve arkadaşlık ölmüş diyorsanız, yine kendinize bakın!

Siz ne kadar dostsunuz?

Karşı tarafın her zaman yanında mı oldunuz?

Siz onun her zamanında güveneceği insan mıydınız?

Sadece anlatan olmayın, aynı zamanda iyi bir dinleyici olun,

Unutmayın ki! Karşı tarafta sizin gibi dinlemekten zevk almıyor olabilir.

Onun da birikmiş hikayeleri olabilir.

Bir nefeste her şeyinizi anlatıp ama onu dinlemezseniz, 
artık sizinle çok hevesli görüşmek istemeyecektir.

Konuşurken eleştirel ve yıkıcı olmayın.

Karşı tarafın buna ihtiyacı olmayabilir. 

Daha yapıcı ve anlayışlı yaklaşın.

Sonunda her şeyin sizde bittiğini anlayacaksınız.

Dünya güzeli bile olsanız, kimse sizi idare etmek zorunda değil!

Bir süre sonra karşı tarafta bıraktığınız etki, sadece ruhuna yansıyacaktır.

Anlayışlı ve içten olun…

Montaigne bir sözünde, “Senin herkesten beklediğin muamele, herkesin de beklediği muameledir”


Sevgiyle Kalın...

Belgin BAYKAL


Kadının Yeri!








"Hanım" lafı nereden geliyormuş meğer!

Söylenir ki, bir gün Cengiz Han, tüm hanlarını toplamış, 

sağ yanına da eşini oturtmuş.

Cengiz Han, hanlarına:

— “Ben Hanlar Han’ı Cengiz Han, hepinizin hanıyım” demiş.

Eşini göstererek:

— “Bu da benim hanım” demiş.

İşte erkeklerin “eşim” anlamında kullandıkları “hanım” kelimesi oradan geliyormuş.

O zamanlar bile, güç ve kuvvetinin en zirvede olduğu döneminde Cengiz Han, 

eşinin yerini ne kadar önemli kılmış.

Herkesin önünde, saygınlığını ve toplumdaki yerini belirtici 

bir şekilde seslenmiş hanımına.

Bizde ise kadının yeri hâlâ tam olarak saptanamamış…

Ne yaparsa yapsınlar, erkeklerin birçoğunun gözünde kadın hâlâ 

koca bir hiç olarak görünüyor. Ya da öyle görmek istiyorlar.

“Eksik etek” diye adlandırılan kadın, ne kadar çalışıp didinse, 

toplumda bir yer edinse de, eşinin gözünde gerekli sevgiyi ve ilgiyi göremiyor.

Bazı kadınlarımız, köle pazarı gibi hem para kazanıp hem de 

işsiz kocalarına bakarken, ayrılmayı ağzına bile alamıyor.

Cesur olanlar ise ölümü göze alarak evlerinden ayrılıyorlar.

Burada devreye cehalet, kıskançlık ve aşağılık kompleksi giriyor.

Kendisine yetemeyen erkeğin gözü dönüyor ve evine dönmeyen 

karısını gözünü kırpmadan öldürüyor.

Şiddet gören kadınlar için “Mor Çatı” kurumu tüm sorumluluklarını üstlenerek 

onlara yardımcı olmaya çalışıyor.

Toplum olarak bizim de destek vermemiz gerekiyor.

Ama en çok da görev emniyetimize düşüyor.

Şikayetler önemsenmeli ve kadınlarımız daha fazla korunmalı…

Daha çok eğitici seminerler verilmeli, bununla ilgili televizyon programları olmalı.

Artık televizyonun girmediği ev yok gibi. En etkin iletişim aracı.

Ama bizde maalesef daha çok, lüks hayata özendirici ya da aşiret

ve intikam dolu diziler yer alıyor.

Artık bu ölümlere bir son verilmeli…

Kadın, tüm toplumlarda gerçekten kutsal bir değer taşımalı.

Öncelikle “anne” olma özelliğinden dolayı.

Her kadın, sevildiği sürece yapamayacağı özveri yoktur.

Çalışma şekli sadece ve sadece “sevgi ve övgüdür”.

Kadınlarımıza sahip çıkalım…

Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

Başka Yaşamlara Özlem!
















Hiçbirimiz sahip olduğumuz hayata tam anlamıyla malik değilizdir.

Başkalarının yaşamları, aileleri, çocukları hep örnek teşkil eder.

Herkes birbirini mukayese ile ne canlar yakar.

Memnuniyetsizlikler hep örneklemelerle gün yüzüne çıkartılır.

Bütün çevremiz gözden geçirilir ve örnek verilecek adaylar bulunur.

En ufak tartışmalarda ya da keyifsiz durumlarda hazır kişiler ortaya sunulur.

Herkesin kocası, çocuğu, karısı, annesi, babası, 

kardeşleri başka bir kıymet kazanır.

Bilmezler ki o örnek gösterilen aileler dört duvar arasında neler yaşarlar.

Gerçekten örnek midirler? 

Ya da onların gözünde de sizin örnek olabileceğiniz gibi,


“Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünür” Ne kadar güzel bir atasözüdür.


Sizde olan şeylerin, başkasında daha kıymetli gözükmesi…

İnsanlar ellerindekinin kıymetini gerçekten kaybedince anlarlar.

Her kaybettiklerinde de ders aldıklarını sanırlar ama 

bir zaman sonra değişen hiçbir şey olmaz.

Doğası gereği eski haline dönerler.

Sahip olduğu şeyi elinde tutma kavramını henüz keşfedememiştir.

Daha doğrusu çok şey yaptığını sanır ama yapılması 

gereken gerçek şeyleri yapmaz.

Sevdiklerinden sevgisini ve ilgisini esirger.

Madde gibi görür her şeyi.

"Bütün ihtiyaçlarını karşılıyorum daha ne istiyor" şeklinde!

Hiç kimse kaybetmeyi düşünmez.

Ama büyük bir detay atlanır.

Sahip olduklarınıza ‘sizin’ duygusuyla bakmayın!  

Anlık yanınızda olduğunu düşünün,

Ertesi günü başınıza neler geleceğini biliyor musunuz?

Sizin olduğunu sandığınız şeyler gerçekten sizin mi acaba?

Ölüm ve ayrılık denen bir kavramın olduğu yerde, 

bu kadar emin bir hayat nasıl yaşanır?

Her gün bir daha görüşmeyecekmiş düşüncesiyle 

baktığımız zaman, yine aynı ilgisizliği gösterebilir miyiz?

Size değer veren insanlarla oturup sohbet etmek yerine,

televizyon izliyorsanız ya da başka şeylerle zaman geçiriyorsanız 

kaybınız gerçekten çok derin olur.

Sadece iyi not alınca çocuklarınızı sevip takdir ediyorsanız 

onların çocukluklarını çalıyorsunuz demektir.

Onların her gün sağlık ve mutlulukla eve gelmeleri en büyük ödüldür.

Çocuklarınızı, eşinizi, dostunuzu değer vererek karşılayın ve uğurlayın,

Sizin için ne kadar önemli olduğunu hissettirin. 

Çünkü çok hazırlıksız yakalanabilirsiniz.

İçinizde ne çok keşkeleriniz kalır.


Bugünden itibaren var mısınız? Hayatınızı tekrar gözden geçirmeye.

Sahip olduğunuz her şeyle gurur duyun ve şükredin.


Başka hayatlara değil, kendi hayatınıza sahip çıkın 


çünkü birileri de sizin hayatınıza özeniyor olabilir.



Sevgilerimle...


Belgin BAYKAL

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Video Kliplerim




8 Mayıs 2012 Salı

Evlilik mi? Hazır mısınız gerçekten!



   




Evlilik kararımızdan sonra, nikah günü almak için çalıştığım

iş yerindeki müdürümden o gün için izin istemiştim.

İkinci evliliğini yapmış, evliliğin bütün sancılarını yaşamış biriydi.

Bana, “Aman! Evlen de, sen de gör nelerle karşılaşacaksın” demişti.

O günkü mutluluğumla bu sözler çok anlamsız gelmişti.

Kendisi kötü bir şey yaşamış olabilirdi, ama benimki farklıydı.

İlişkimin özel olduğunu düşünüyordum, herkes gibi…

İlk zamanlar her şeye özen gösteriliyordu.

Yemekler en az üç çeşit, gelen-giden misafirler neşeyle karşılanıyordu.

Zamanla o mutluluk, yerini yorgunluk ve gerginliğe bıraktı.

Herkeste dediğini yaptırma telaşı vardı.

“Sözümü geçirdim geçirdim, yoksa ipleri bir daha eline

alırsa bu iş yürümez” tarzı cümleler baş göstermeye başladı.

Koşulsuz itaat beklentisi…

Uyunursa iyisin, uymazsan kötüsün!

Hiçbir şey ilk heyecanı gibi kalmıyor.

Dengede başlayan tahterevalli, zamanla tek tarafın 

yüklendiği bir mücadeleye dönüşüyor.

Bir taraf rahat davranıyor, diğer taraf tüm eksiklikleri tamamlamaya çalışıyor.

Evlilik kurumuna duyduğu saygı ve çevrenin 

"yuva kutsaldır" telkinleriyle kendi mesaisini ikiye katlıyor.

Ancak tüm bu çabalar, karşı tarafın kendini değerli hissetmesinden 

öteye geçmiyor.

Zamanla bir tarafın sevgisi azalıyor, diğerinin ise bundan haberi bile olmuyor.

Ta ki finale gelene kadar…

İlişkinizin gerçekten farklı olmasını istiyorsanız,

saygı ve dayanışma vazgeçilmezdir.

Dengeleri koruyabilmek için, her iki tarafın da empati yeteneği güçlü olmalı.

Eğer sadece kendinizi düşünürseniz,
bir gün karşı taraf sizi taşımaktan yorulur.

Ve o gün geldiğinde,

“Neden böyle oldu?” diye sormayın.

Kendinizi kollamayı bırakın…

Güzel günler sizi bekliyor.

Sevgilerimle,

Belgin Baykal


Ezik Demeyin Kimseye

Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...