farkındalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
farkındalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2019 Pazar

Sen Çok Özelsin









İnsan her şeyden gider, kendinden gidemez.
Herkesi bırakır, bir tek kendini bırakamaz.
Herkesi değiştirmeye çalışır, kendine dokunamaz.
Çünkü kendini değiştirmeye kıyamaz.
Doğru olduğuna öyle inanır ki,
Anlaşılmadığını düşünür, yalnız kaldığını sanır.
Oysa yalnız değildir, sadece diğerleri gibidir.
Eleştirdiği, beğenmediği kişiler gibi...
Hatalarını göremez, başkalarıyla oyalanır.
Olduğu gibi kabullenmez, oldurmaya çalışır.
Görmek istediği: karşısındaki kendine benzesin ister.
Ama o başkasıdır, başka bir düşünce, başka bir beyin.
Allah herkese “Sen çok özelsin” egosu yüklemiş.
Bu yüzden herkes özel, herkes biraz yalnız kalmış.
Evet, insan yaratılmışların en özeli…
Ama kendi değerini bildiği sürece.
Kendisi gibi olduğu sürece.
Karşısındakinin duygularını görebildiği sürece.
Kalabalık ailelerde bile insanlar kaybolmuş hisseder.
Anlaşılamamış, unutulmuş, kenarda kalmış gibi.
Çünkü ailede bile kimse kimseyi anlamak istemez.
Herkes değer görmek, anlaşılmak ister.
Kimse kimsenin mücadelesine dikkat etmez.
Kendisi ne yaşıyor, ne hak ediyor, önemli olan budur.
Bu bireysel hesaplaşmalar, yalnızlığı artırır.
Ailedeki yalnızlık, toplumda daha da büyür.
Vermeden almak, anlamadan anlaşılmak...
Bu duygularla ne kadar yol alınabilir?
Kendimizi terk edip “biz” olduğumuzda,
İşte o zaman her şey değişir.
Mutluluk bireysellikte değil.
Üretmekte, paylaşmakta ve anlamakta gizli.

Sevgilerimle,
Belgin BAYKAL

8 Mayıs 2012 Salı

Bu Bize Olmaz!


















Ne kadar da "önemliyiz" kendimiz için.
Her şeyin doğrusunu, eğrisini biz biliriz ya!
Herkes her şeyi yanlış yapar bizim gözümüzde.
Onların davranışları karşısında bir de hayrete düşeriz...

Peki, neden hayrete düşeriz?
Hangi mantıkla?

Başka hayatlar yaşamış, başka şeylere inanmış bir insan 

neden senin gibi düşünsün ki?


Onun değerleri, onun yaşanmışlıkları nasıl seninkiyle birebir örtüşsün?

Farklı bir insandan aynı düşünceyi, aynı tavrı beklemek neden?
Unutma, o "sen" değil ki!

Sürekli kullandığım bir cümle geliyor aklıma:
“Ben olsam asla yapmam.”

Evet, yapmam. Çünkü ben "benim".
Kendi doğrularıma göre "yapmam" diyorum.
Peki ya onun doğruları? Onun yaşadıkları?

Ya gerçekten haklı olan oysa?

Kime göre doğru?

Karşı tarafa bu kadar yüklenmemek gerek aslında.
Başka hayatlara saygı duymalıyız ki, 

onlar da bizim hayatımıza saygı duysun.

Saygı gösterip de saygı görmüyorsak,
belki de çevremizi elemenin zamanı gelmiştir.

Gerçek sevgiye ve içten bir dokunuşa kim “Hayır” diyebilir ki?

Millet olarak, aslında sevilmeye açız.
En ufak bir sevecenlik bile şaşırtıyor, mutlu ediyor bizi.

Mesela alışverişlerde duyduğumuz sıcak cümleleri düşünelim:
"Bu size olmaz ama...",
"Size daha uygun bir şey bulalım...",
"Bakın, sizin için şunu ayırdım..."

Ne kadar hoş gelir insana.
Kendini özel hissettirir. Ait hissettirir.

Tabii bazı huysuz tiplerde bu ters etki yapar; o ayrı. 😉
"Niye bana iyi davranıyor ki?"
"Ben ister alırım, ister almam!" der geçer...

Ama genel olarak, nerede olursak olalım,
özel hissetmek isteriz.

Garip olan şu ki; bunu beklerken biz,
başkalarını özel hissettirmekten çekiniriz.

Birine yardım etmek, derdini dinlemek, yol göstermek,
yakın davranmak...
Bunlar neden zor gelir?

Hep almaya mı alışığız?
Egolarımız sadece kendimize mi çalışıyor?

Birilerini anlamak, idare etmek neden bu kadar zor?

Neden hep “biz” daha önemliyiz?

İşte gizli gerçek burada yatıyor:

Beklediklerimiz, aslında bizim yapmamız gerekenlerdir.

Eğer biz bunları yapmadan sadece bekliyorsak…
"Bu bize olmaz."


Sevgilerimle,


Belgin BAYKAL


Oğlum Var Derken





Mutlu bir başlangıçla gerçekleşen evlilik ve sonrasında 

erkek çocuk beklentisi... 

Birçok ailede büyük önem taşır erkek çocuk sahibi olmak.

"Erkek adamın oğlu olur" lafı da bunu iyice ateşler.

Her ne kadar "Erkek, kız fark etmez! Sağlıklı olsun yeter ki"

deseler de babalar, hep bir erkek çocuk beklentisi yatar. 

O müthiş olay gerçekleştiğinde şenlik olur evler.
Erkek çocuğu sahibi olan baba, ağzını doldurarak “Oğlum oldu” der.
Annenin de çok başka bir haz duygusu başlar.

Bütün dünya, yeni doğan o küçük erkek çocuğunun üzerine kurulur.
Bir ailenin başına gelen en iyi şey olmuştur.
Erkek çocuğuna o gözle bakılır.

Bu özenle büyütülen çocuk, büyük bir törenle sünnet edilerek
aile tarafından “Erkek oldu” unvanına eriştirilir.

Oyunlar, maçlar, taraftarlık, skorlar... Her şey erkek çocuğu içindir.

Oğlum değil mi? Ne isterse yesin, ne isterse yapsın, 

Bütün kızlar elinin kiridir. Çapkınlık onun şanından gelir.

Bu şekildeki abartılı sözlerle büyütülen erkek çocuğu için askerlik vakti gelir. Ailenin o heybetli bakış açısı ve erkek çocuğuna gösterdikleri özel durum, yerini matemli bir havaya bırakır.

Tabii ki zor bir durumdur: Ayrı kalmak, eski rahatını sağlayamamak... 

Ama "Bir oğlum var" diyorsanız;

Gerçekten bir özrü olmadığı sürece, 1 ay da olsa askerlik yapmalıdır.

Onun dışında, bütün askerlik yapanlara büyük haksızlıktır bu "bedelli yasası."

"Oğlum var" derken, iyi düşünün:

Ne kadar iyi yetiştirdiniz? 

Ülkesini, milletini, vatanını, ailesini sevip koruyacak kadar mı?

Yoksa bedelini ödeyebildiği her şeyi, 

kendi menfaatleri doğrultusunda kullanacak kadar mı?

Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

Anı Yaşamak!








Nedir Bu “Anı Yaşamak”?

Kimler gerçekten yaşar?

Kural nedir?

Annemin bir sözü vardır:
“Gittiğin yere kendi mutsuzluğunu götürüyorsan, boşuna zahmet etme.”
Ve ne kadar da doğrudur bu söz.

İçinizde cevaplanmamış sorular, geçmişin öfkesi, geleceğin kaygısı varsa…
Bunlar her gittiğiniz yere sizinle beraber geliyorsa, anı yaşayamazsınız.

Bir seyahate çıkmaya karar verdiniz.
Hava değişikliğinin iyi geleceğini düşünüyorsunuz…
Ama durun.
Kendinizi büyük bir valiz gibi düşünün.
Gerekli gereksiz ne varsa doldurun içine.
Sonra da onu taşımaya çalışın, yorulun, şikayet edin.
Dönüşte ise kendinize söylenin:
“Ne çok gereksiz şey almışım yanıma, çoğunu kullanmadım bile.”

İşte ruhun seyahati de böyle başlar.
İçine ne doldurduğumuzla ilgilidir.
Eğer yanınıza bir dolu olumsuz düşünce aldıysanız, gittiğiniz her yere o yükle varırsınız.
Ve farkında bile olmadan… manzaraları, detayları, güzellikleri kaçırırsınız.

Hayat, fazla anlam yüklenemeyecek kadar kısa.
Yediğiniz yemeği hissederek yiyin.
İçtiğiniz suyu fark edin.
Gördüğünüz yerleri şansınız sayın.

Eğer bu dünyaya bir anlam yüklemek istiyorsanız, önce kendi hayatınıza anlam katın.
Küçük şeylerden keyif almayı bilin.
Ve her gittiğiniz yere bedeninizi değil, ruhunuzu da götürün.

Burası olmadı, “Başka nereye gitsem mutlu olurum?” diye bir şey yok!
Mutluluk, sizin gözlerinizle gördüklerinizde gizlidir.
Nasıl bakarsanız, öyle görürsünüz.

Farkındalıklarınızı artırın.
Sadeleşin.
Birkaç tişört ve bir pantolonla dünyayı gezebilecek kadar hafifleyin.

Orhan Veli’nin de dediği gibi:

Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava…

Eğer bunların kıymetini biliyorsanız,
İşte o zaman…
“Anınızı yaşamaya” başlamışsınız demektir.

Sevgiyle kalın,

Belgin BAYKAL

Ezik Demeyin Kimseye

Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...