8 Mayıs 2012 Salı

Uzaktan Kumanda Annelik!














 

İşimiz, eşimiz, yaşımız derken çocuk sahibi olmaya karar veririz.
Aile ve çevremizin gerek bilimsel gerekse direkt sorguları, bizi artık koşulsuz bu yola iter.
Kadın hamile olduğu zaman artık mesaj netleşir.
Evet, bizde problem yok üreyebiliyoruz.
Herkes derin bir oh çeker. “Tamamdır bunları hallettik, sıradaki gelsin.”
İlk çocuk ortaya çıkar. Ailesi tarafından zar zor büyütülürken, çevre ve aile yine boş durmaz.
“Eee ikinci ne zaman geliyor?”, “Aman kardeşsiz kalmasın!”
şeklinde mesajlar verilmeye devam eder.
Kadın başım dönüyor ya da midem bulanıyor kelimelerini kullanamaz. 

Herkes jinekolog kesilir ve teşhisi hemen koyar.
“Ay sen hamilesin! Hadi hayırlısı!”
Bu konuda ikinci çocuğu görmeden ne aile ne de çevre pes
etmez. Ben bile etmemişimdir.)
Çalışan annenin çocuğu olmak hem güzel hem de zordur.
Çocuk uzaktan kumanda ile büyümeye mahkumdur.
Sürekli eve telefon açılır:
- Yemeğini yedi mi?
- Ateşi düştü mü?
- İshali geçti mi?
- Kaç saat uyudu?

Derken bir yarısını evde bırakıp, çalışma hayatına devam eder anne. 

Baba bu konuda daha rahattır.

Çünkü anne bütün sorumlulukları üzerine almıştır.
Sorumluluk verilmeyen baba, iyi bir baba olamadığı
konusunda da anne tarafından sürekli suçlanır eleştirilir.
- Şu çocukla biraz da sen ilgilen!
- Baba olarak otur da bir şeyler öğret!
- Bu çocuğu babamın evinden mi getirdim!
- Al biraz dolaştır, bir şeyler paylaş!

Şeklinde sitemli söylemler devam eder.)
Baba da aslında bu konuda ne yapacağını bilemez.
Bildiği tek şey vardır, eğer yakınlarda oturan ve hayatta olan ailesi varsa onlara götürmek.
O da ister ki hem annesi torununu görsün hem de kendisi rahatça televizyonunu izleyipkeyfine baksın.
Erkekler bir çocukla vakit geçirecek kadar sabırlı değillerdir.
Hatta onlarla oyun oynarken bile yenilmeyi göze alamazlar.
Tabii bu konuda istisna babalar da vardır.

Onlar da annenin görevini tamamen üstlenip çocuğun her şeyini araştırıp takip ederler.
Ne yedi?

Ne içti?
Hangi besinler gelişmesine daha etkilidir?
Hangi zekâ oyunları iyidir?
Anne ilk çocuğunu dünyaya getirdiği gün aslında iki çocuğu olmuştur.
Evin erkeği her zaman kendisiyle daha fazla ilgilenilmesini
beklediği için, çocukla ilgili ilk sorunlar yaşanmaya başlar.
Bu arada erkek annesine gün doğmuştur. “Bebek oldu, gelin çocuğuyla ilgileniyor, oğlum sonunda bana kaldı” diye…
“Kimse benim oğlumla ilgilenmiyor!”
“Ben sana bakarım yavrum” diye tam gelişmesini tamamlamak üzere olan aile reisini yine eski günlerine çevirir.)
Bu durumda, yeni anneyi zor günler beklemektedir.

Neye alışmak zorunda olduğunu tam kavrayamamıştır.
Bebeğine mi? Yoksa bebeğiyle birlikte gelişen ilişki değişikliklerine mi?
O hazin dönemi atlattıktan sonra işe dönme zamanı gelir.
Bebeğiyle bütünleşmiş annenin iyi bir bakıcıya ihtiyacı vardır.
Sağa sola tanıdıklara haber salınır, güvenilir bir bakıcı sonunda bulunur.
Çocuk en fazla zamanını bakıcısıyla geçirdiği için her şeyi ondan öğrenir.
Aileler başka seçenekleri olmadığı için çocuklardaki şive bozukluğuna ve televizyon kültürüne engel olamazlar.
Bütün gün kadın programları ve bakıcının seçtiği müzikleri dinleyen çocuğun alışkanlıkları karşısında aile de buna ayak uydurmak zorunda kalır.
Çocuk yetiştirme konusunda herkesin bir fikri vardır.

Herkes de en doğrusunu kendisinin yaptığını sanır.

Ama bu konuda doğru cevabı yine kimse bilemez.
Neye göre iyidir?
Mesleki yönden mi? 

Ailevi yönden mi?

İnsanlık yönünden mi?
Bu üç olguyu aynı insanda toplayabilirsenizişte o zaman iyi bir evlat yetiştirmiş olursunuz.
Çocuk, hayatımız boyunca bitmeyen sorumluluğunuzdur ve ihmale gelmez…


Sevgiyle kalın…

Belgin BAYKAL

Doğru Kadın! Doğru Adam!




Bin bir hayal ve umutla kurulur yuvalar.

Doğru kadın, doğru erkek bir araya gelir.

İkisi de kendisinin “Doğru” olduğuna inanır.

Ve başlar doğruluklar tartışılmaya;

Yazar Zig Ziglar’ın “Hayat Boyu Flört” adlı kitabında;


"Bir uçak yolculuğu sırasında, yanımdaki adamın alyansını

sağ elinin işaret parmağına taktığını fark ettim. O an yorum
yapmaktan kendimi alamayıp, “Bayım, alyansınızı yanlış
elinize takmışsınız,” dedim.
Adam bunun üzerine, “Yanlış kadınla evlendim de ondan”
diye karşılık verdi.
O adamın yanlış kadınla evlenip evlenmediği konusunda bilgi
sahibi olma şansım yoktu ama pek çok insanın evlilikle ilgili
yanlış fikirlere sahip olduğundan, mutlu ve başarılı bir evlilik
için neler gerektiğini bilmediğimden eminim.
Yanlış seçilmiş bir insana doğru insanmış gibi davranırsanız,
sonuçta doğru insanla evlenmiş olursunuz.
Diğer taraftan, doğru seçilmiş insanla evlendiğiniz halde
yanlış davranıyorsanız, kesinlikle yanlış bir evlilik yapmışsınızdır.
Doğru insan olmak, doğru insanla evlenmekten çok daha önemlidir. 
Kısacası, evlenmek için doğru mu yoksa yanlış eş mi seçtiğinizi sizin bakış açınız belirler.”
Doğruluk ve yanlışlık gerçekten de kişinin bakış açısında saklıdır.
Bir kişiye nasıl baktığınız, sizin özelliğiniz sizin yetişme tarzınızdır. 

Her şeyin en iyisini yaptığınızı sanırsınız ama en iyisi değildir. 

Karşı taraf onu yapmanız gereken bir şey olarak algılar. 

Yani bakış açısı, sizin beklediğiniz övgüyü ve değeri bulmanızı sağlamaz.
Sizse kendinizi başkalarıyla kıyaslarsınız. 

Çevrenizde hiçbir emek vermeden çok iyi hayat yaşayan ve takdir gören insanlar vardır. 

Onların olması size kendinizi kötü hissettirir.
Yapanla yapmayan bir mi diye kendinizi sorgulatır.
Yani beklentiniz bazen küçük kelimelerden oluşan takdir sözleridir. 

Bulunamadığı zaman mutsuzluk ve umutsuzluk hissettirir. 

İki tarafta birbirini mutlu edemez.
Bu tür giden bir birliktelik zaman içinde tükenmeye mahkûm olur. 

Doğru-Yanlış tartışması ilişkiyi istenmedik bir şekilde sona erdirebilir. 

İki tarafta şaşırır “Nasıl buraya geldik” diye.
Şaşırılacak tek şey, gelinen sonuç değildir aslında.
İki tarafın birbirine gösterdiği özensizliğin kaçınılmaz sonudur.
Unutmayın! Değer verdiğiniz kadar değer görürsünüz.
Hiç kimse sizi idare etmek ve anlamak zorunda değil.
Hz. Mevlâna “Ne Arıyorsan Kendinde Ara” demiş.
Her şey bizde saklı, nasıl bakıyorsak öyle görürüz.


Sevgiyle Kalın…

Belgin BAYKAL

Kadının Adı Var mı?








Kadının hayatı yaşadığı yer ve yetiştiriliş şekliyle başlar.

Kırsal alanlarda ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar erkekleri tarafından 

daha çok ezilir ve baskılarına maruz kalır.

Gideceği yeri olmayan kadın, üzerine getirilen kumaya bile razı olur.

Karşı koyacak olsa; kendisini aç sefil sokakta bulacağını ya da

“Beyaz gelinliğinle gidiyorsan, kefeninle dönersin” diyen ailesinin yanına da dönemeyeceğini iyi bilirdi.

Yine de başkaldıran kadının daha sonraki dönemi ayrı bir trajediydi…

Erkeğini terk eden kadın toplum tarafından da kabul görmezdi. Daha çok sabretmesi ve birçok şeyi görmezden gelmesi beklenirdi.

Önce anne-baba-abi baskısı daha sonra girdiği işten tutun, yaşadığı mahalleye kadar büyük

mücadeleyle başlardı hayatı.

Yalnız kadının neler hissedebileceğini bilen fırsatçı erkeklerle dolardı.

Kadın ne kadar namuslu olursa olsun, onu zorlayacak erkekler illa çıkardı.

“Acaba bugün kararını değiştirmiş midir, teklifimi kabul eder mi?” diye.

Türk erkeği, yalnız yaşayan kadınlara karşı çok duyarlı ve vefalıdır.

Kendi eşine göstermediği nezaketi ve özveriyi kocasından ayrılmış kadınlara gösterir.

Çok merhametli ve yardımseverdir.)

Bu erkeklerle baş etmek, yalnız yaşamaya direnen kadınlar için hiç kolay olmamıştır.

Kısacası; Kadın olmanın bedeli çok ağırdı.

Bir erkek, üzerine başka bir erkek getirilirse bu duyguyu nasıl hissederdi acaba!

Ya da aklına hiç gelmiş midir? Bir kadına neler yaptığı ya da yaşattığı?

Günümüz kadınları, geçmişin intikamını alırcasına her alanda başarılarını ve isimlerini duyurmayı başardılar.

Ekonomik gücünü kazanan onurlu kadınlar kendi mücadelelerini verirken kendi 

kimliklerini de kazandılar.

Erkekler bundan ne kadar rahatsız olsa da yaşatılan duygular ilahi adaletle yerini buldu.

Artık kadının adı; ezilen, hor görülen değil, kadın olarak var.

Hatta o kadar varlar ki; erkekler, kadınların tacizlerinden çekinir oldular.

Kadın istediğini elde eden, ne istediğini bilen bir birey olarak toplumda yerini aldı.

Her ne kadar “Kadının Adı Var” desek de yine erkeğin özgürlüğüne ve hoş görülmesine aday olamıyor.

Yine kınanıyor, yine ayıplanıyor ve yine suçlanıyor.

Çünkü kadın öncelikle anne olduğu için, her zaman farklı tutuluyor.

Kısaca; kadının adı yok ve olmayacak….

 

 

Sevgiyle Kalın…

Belgin BAYKAL

Yaşlılıkta Yalnız mıyız? Yoksa!









Hayat gelip geçiyor derken, bizde geçen zaman içinde yerimizi alırız. 
İyilikler, kötülükler bizimle beraber yolculuk eder.
Hepimizin amaçları ve yaptıkları farklılık yaratır yaşamımızda.

Kimimiz idare eden olarak devam ederiz.
Kimimiz idare edilen…
Kimimizin yükü ağırdır, taşıyamaz.
Kimimiz taşıdığı yükün farkına varamaz.
Kimimizde yaşanılanlar çok büyük izler bırakır, bedelini ödetecek arar. 
Kimisi bedelini ödediği her şeyi hayatı görür anlam yüklemez.
Kötü düşünceler insana hayatı boyunca rahat vermez.
Ne yaşadıklarını ne yaşatılanları unutur.
Kin ve öfkeyle geçirir zamanını.
Ne geçmişi silebilir ne de şimdi mutlu olabilir.
Avutur kendini geleceğe dair umutlarıyla.
Suçlu arar, hesap sorarcasına.
Affetmez ne kendini ne başkasını.
Hep anlaşılamadığını ve aldatıldığını düşünür.
Asla kendini suçlamaz ve yüzleşmez yaşadıklarıyla.
Her zaman haklılıkları ve kendine göre adaleti vardır.
Acı çeker, kahreder her şeye.
Onun dışında herkes suçlu ve haksızdır.
Sevmeyi reddeder yüreği, insanca yaşayacağı korkusundan.
Hayatınızı kolaylaştırmak istiyorsanız sevginizi paylaşın.
İnsanları dinleyin, anlamaya çalışın.
Bir gün hiç ummadığınız bir insanın, bir tas çorbasına ihtiyacınız olabilir.
Geleceğe sadece maddi yatırım yapılmaz, dostluklar da bir yatırımdır.
Sohbetler hayatın iksiridir.
Aranmak, sorulmak, merak edilmek yaşlılığımızda en çok gerekecek şeylerdir.
“Benim kimseye ihtiyacım yok” dediğiniz gün, gerçekten çok kişiye ihtiyacınız var demektir.
Kendinizi tanıyın ve ona göre hayatınızı düzenleyin.
Sorunlu olursanız, yükünüz başkaları üzerinde ağır olur taşıyamazlar sizi…

Ruhunuz da, bedeniniz de hafif olsun.
Yaşlılığınızda, bilgelikle dolu, yapıcı ve yol gösterici olun.

Oysa ki geçmişin muhasebesinin yapıldığı, tecrübe ve birikimlerin yeni nesillere aktarıldığı, hoşgörünün zirveye ulaştığı, anılarla yaşanılan güzel bir dönem değil midir yaşlılık”

Gelecekteki günlerin keyfini çıkarmak adına sağlığınıza, ruhunuza ve ekonomik durumunuza yatırım yapın.

O zaman her şey kendiliğinden çok güzel olacak…

İstediğiniz kadar şımarabilirsiniz çünkü çocuk gibi bakılacağınız günler sizi bekliyor.


Sevgiyle Kalın


Belgin BAYKAL

Yolunuz Açık Olsun!






 

Ne güzel bir cümledir, “Yolunuz açık olsun”

Hayatta neye el attıysanız engelsiz olsun.

Sizi kısıtlayan hiçbir şey olmasın…

Allah hep sizin yanınızda olsun…

Ama bazen bu cümleler yetmez yollarımızı açmaya.

Yollarımızı kendimiz kapatırız ya da kapalı yolları seçeriz hayatımızda. 

Ölçüp biçmeden atlarız, sonrada bocalarız…

Sanırız ki yollarımız kapanmış! 

Oysaki seçimlerimizin kapattığını düşünemeyiz.

Acı çekeriz, bedel öderiz.

Defalarca aynı yanlışları yaparak yol alırız.

Her defasında olgunlaştığımızı ve hatalarımızdan ders aldığımızı sanırız.

Kısmetsizlik deriz, nazar deriz, bir sürü sebepler buluruz.

Hayatımızın her alanında yollarımızı hep biz seçeriz.

Bazen korktuğumuz yollar açık olur.

Bazen hiç ummadığımız kapalı sandığımız yollar sadece bize açılır.

Yanılgılarımızda böyle başlar.

Hangisinin iyi olacağını düşünemeyiz, yaşayarak öğreniriz.

Bazen kötü bir deneyim, bazen de iyi bir gelecek olarak bize döner.

Bazen de gönüllü kullanırız bu cümleyi.

Yakınlarımızı sevdiklerimizi göndeririz uzaklara,

Boynumuz bükük, içimiz buruk uğurlarız başka hayatlara.

Boğazımızda düğüm düğüm olur kelimeler ve deriz ki;

“Yolun açık olsun”

Yüreğimiz başka, dilimiz başka söyler aslında…

Hayat bize daima değişik yollar sunar.

Biz her defasında denemek ve sonuçlarına katlanmak adına atılırız.

Bazen bilerek, bazen bilmeden umarsızca…

Seçtiğimiz bu yollarda, “Hepimizin Yolu Açık Olsun”

 

 

Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

Ne kadar Kendinizsiniz?














Ortaya karışık sipariş gibidir benliğimiz.
Her gün yeni kararlarla ve ruh haliyle güne başlarız.
Yapılacak ve yapılmış ne çok şey vardır.
Ama bunları neye göre yaparız, tam kestiremeyiz.
Gerçek karakterimiz ve isteklerimiz doğrultusunda mı?
Ya da toplumun ve çevrenin baskılarıyla şekillenmiş halimizle mi
Bir gün kendi doğrularımıza inanırken...
Ertesi günü başkasının bakış açısı ve yaşadıkları bizi etkileyebilir.
Ruhumuz ve kişiliğimizde olan değişimler birbirini kovalar.
Arada kendimiz gibi olmayı deneriz.
Sonra bunun yanlış olduğunu düşünür başka kararlar alırız.
Rollerimizde değişiklik yapar başkası oluruz.
Zaman aralıklarına sıkışır değişimlerimiz.
Bazen sıcak, ılımlı ve olumlu, bazen buzullar kadar soğuk,
mesafeli, karamsar…
Neyin iyi geldiğine bir türlü karar veremeyiz.
Mutluyum her şeyim var deriz.
Onu derken bile eksiklerimizi sayarız.
Övülmek ve değer görmek hoşumuza gider,
Ama bunu başkasına gösterirken cimrilik yaparız.
Gerçekler ve duymak istemediklerimiz bizi rahatsız eder.
Övgüleri beğeniyle, eleştirileri büyük tepkiyle karşılarız.
İyi olan her şeyi çabuk kabulleniriz.
Kötülerde isyan ederiz.
Hep “Muhteşem” olmak isteriz.
Ama bu kelimenin ne kadar “Muhteşem” bir değer taşıdığını
bilemeyiz.
Şeyh Şadi Şiraz bir sözünde “Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz, tenkit edin; basit bir adamı dost edinmek isterseniz methedin.
Kendisini geliştirmek isteyen insan eleştirilere açık olur.
Gerçeklerden rahatsızlık duymaz.
Ama ben “Oldum” diyen insan, hiçbir zaman gelişemez.
Her zaman öz eleştirinizi kendiniz yapın, başkalarına bu hakkı vermeyin.
Kendi kimliğinizle ve öz benliğinizle hayatla barışık kalın…
Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

Tanımazsın Beni!











Herkes birbirini tanıdığını sanır, aslında kimse kimseyi iyi tanımaz.
Her olay karşısında kişinin verdiği tepki ve aldığı kararlar değişkenlik gösterir.
Bir gün daha olumlu karşılarken, başka bir zaman yakar yıkar ortalığı…

Alphonse Karr’ a göre;

Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı.
İnsanları iyi tanıyın. Her insanı kötü bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin, demiş…
Ne çok bu hataya düşeriz. 

Herkesi kendimiz gibi görürüz.
Umutlarımız beklentilerimiz hep bu yönde olur.
Sevilmek isteriz, övülmek isteriz, saygı görmek isteriz, idare edilmek isteriz.
Ama kendimiz bunları yapmayı hiç düşünmeyiz.
Çünkü tanımayız kendimizi.
Başkalarını tanımak ve onlara anlam yüklemekten kendimize öz eleştiri getiremeyiz.
Her zaman karşı tarafı suçlamak daha kolayımıza gelir.


Hint Felsefesine Göre;

KURAL 1: "Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir.

Bunun anlamı şudur. Hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz.

Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır,

Ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.

KURAL 2: “Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır.

Hiçbir şey, hem de hiçbir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi.

Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz.

'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur.

Hayır! Ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır.

Dersimizi alalım ve ilerleyelim diye…

Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir."

KURAL 3: "İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar ne erken ne geç.

Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

KURAL 4: "Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. 
Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.

Hayatta hiçbir şey tesadüf değilse, her şeyin bir nedeni varsa!

Buna uyum göstermek ve akışa bırakmak en güzeli.

NE KADAR KENDİNİZSİNİZ?

 

 

Ortaya karışık sipariş gibidir benliğimiz.
Her gün yeni kararlarla ve ruh haliyle güne başlarız.
Yapılacak ve yapılmış ne çok şey vardır.
Ama bunları neye göre yaparız, tam kestiremeyiz.
Gerçek karakterimiz ve isteklerimiz doğrultusunda mı?
Ya da toplumun ve çevrenin baskılarıyla şekillenmiş halimizle mi
Bir gün kendi doğrularımıza inanırken...
Ertesi günü başkasının bakış açısı ve yaşadıkları bizi etkileyebilir.
Ruhumuz ve kişiliğimizde olan değişimler birbirini kovalar.
Arada kendimiz gibi olmayı deneriz.
Sonra bunun yanlış olduğunu düşünür başka kararlar alırız.
Rollerimizde değişiklik yapar başkası oluruz.
Zaman aralıklarına sıkışır değişimlerimiz.
Bazen sıcak, ılımlı ve olumlu, bazen buzullar kadar soğuk,
mesafeli, karamsar…
Neyin iyi geldiğine bir türlü karar veremeyiz.
“Mutluyum her şeyim var” deriz.
Onu derken bile eksiklerimizi sayarız.
Övülmek ve değer görmek hoşumuza gider,
Ama bunu başkasına gösterirken cimrilik yaparız.
Gerçekler ve duymak istemediklerimiz bizi rahatsız eder.
Övgüleri beğeniyle, eleştirileri büyük tepkiyle karşılarız.
İyi olan her şeyi çabuk kabulleniriz.
Kötülerde isyan ederiz.
Hep ‘muhteşem’ olmak isteriz.
Ama bu kelimenin ne kadar ‘muhteşem’ bir değer taşıdığını bilemeyiz.
Şeyh Şadi Şiraz bir sözünde “Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz, tenkit edin; basit bir adamı dost edinmek isterseniz methedin.
Kendisini geliştirmek isteyen insan eleştirilere açık olur.
Gerçeklerden rahatsızlık duymaz.
Ama ben “Oldum” diyen insan, hiçbir zaman gelişemez.
Her zaman öz eleştirinizi kendiniz yapın, başkalarına bu hakkı vermeyin.
Kendi kimliğinizle ve öz benliğinizle hayatla barışık kalın…

Sevgilerimle,

Belgin BAYKAL

Konuşmamız Gerek

  Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...