30 Temmuz 2013 Salı

Birisini Eleştirmeden Önce!











“İnsanın insana yaptığını kimse yapmaz” derler ya…

Yapar! En büyüğünü insan kendine yapar.


Başımıza gelen her olayda başkalarını suçlarız.

Ama yanlışımız tam da burada başlar.


Seçimlerimiz ve kendimize sunduğumuz yaşamlar,

bizim hak ettiklerimizdir.


Doğru bildiğimiz birçok şeyin gerçekten doğru olup olmadığını

sorgulamaya başladığımızda, içimizde bir karışıklık başlar.


Kendimizden emin olamadığımız her durumda,

başkalarıyla paylaşırız bu endişemizi.

İşte asıl hikâye böyle başlar.


Kızılderili atasözü der ki:

“Birini yargılamadan önce onun ayakkabılarını giyip yürümen gerekir.”


Karşı tarafın ne yaşadığını bilmeden eleştirmek,

sizi iyi bir insan olmaktan uzaklaştırır.


Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış…

Herkes onun eserlerini kusursuz bulurmuş.

Ona “Ranga Guru” derlermiş.


Onun yetiştirdiği bir öğrenci olan Raciçi,

eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak

Ranga Guru’ya götürmüş.

Ondan değerlendirme istemiş.


Ranga Guru demiş ki:

“Artık sen de ressamsın Raciçi.

Senin resmini halk değerlendirecek.”


Ondan resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini,

ve yanına bir kırmızı kalem bırakmasını istemiş.

“Beğenmedikleri yerlere çarpı koysunlar,” demiş.


Raciçi denileni yapmış.

Birkaç gün sonra resmine baktığında,

tüm resim çarpılarla doluymuş. Hemen hemen görünmüyormuş.


Çok üzülmüş, emeği bir kırmızı duvara dönmüş sanki.

Resmi alıp Ranga Guru’ya götürmüş.

Üzgün olduğunu söylemiş.


Ranga Guru ise:

“Üzülme. Yeniden yap aynı resmi,” demiş.


Raciçi tekrar çalışmış, aynı resmi yeniden yapmış.

Ranga Guru bu defa aynı meydanda,

bu kez resmin yanına bir palet dolusu boya,

birkaç fırça ve şu notu bırakmasını istemiş:


“Beğenmediğiniz yerleri düzeltin.”


Raciçi yeniden denileni yapmış.

Birkaç gün sonra gittiğinde,

resmine kimsenin dokunmadığını görmüş.

Fırçalar ve boyalar olduğu gibi duruyormuş.

Çok mutlu olmuş ve sevinçle Ranga Guru’ya gitmiş.


Ranga Guru gülümseyerek demiş ki:

“Sevgili Raciçi, birinci durumda,

insanlara eleştirme fırsatı verildiğinde

ne kadar acımasız olduklarını gördün.


Hayatında resim yapmamış insanlar bile

senin emeğini karaladı.


İkinci durumda ise, onlardan yapıcı olmalarını istedin.

Fakat kimse bilmediği bir işi düzeltmeye kalkmadı.

Çünkü yapıcı olmak, eğitim gerektirir.


Usta olmak yetmez, bilge de olmalısın.

Emeğini bilmeyenlere sunma,

bilmediği konuda konuşanla tartışma.”


Sizi tanımayan, ne yaşadığınızı bilmeyen insanlarla

derin fikir alışverişi yapmayın.


Yaptığınız işten emin olun ve doğru yapın.

Tereddütlerinizi sizin gibi yaşamış,

ve yorumlarına güvendiğiniz kişilerle paylaşın.


Hatalarınız, sizin çabanızın göstergesidir.

Hiç hata yapmayan insan, aslında hiç yaşamamıştır.


Başkalarına sizi yargılama hakkı vermeyin.

Sizin hayatınız, sizin hatalarınız.


Önce kendiniz hesap verin,

sonra ödülünüz de cezanız da sizden olsun.


Ve şunu unutmayın:

İnsanoğlu, yükselen ve takdir edilen insanı kolay sevmez.


Çoğu, onun düşmesini bekler.

Kimseye hatalarınızın sevincini yaşatmayın.


Sevgilerimle,


Belgin BAYKAL


Çocuklarımız Ne durumda?












Afrika’da görev yapan bir antropolog, 
bir kabilenin çocuklarına oyun teklif eder.

Ağacın altına meyveler koyar ve “İlk ulaşan hepsini alır” der.

Ancak çocuklar el ele tutuşarak birlikte koşar ve 
meyveleri paylaşarak yerler.

Şaşıran antropolog nedenini sorunca şu yanıtı alır:
“Bu Ubuntu’dur. Diğerleri üzgünken ben nasıl mutlu olabilirim?”

Ubuntu, “Ben, biz olduğumuz için Ben’im” demekmiş.

Bir Afrika kabilesinin bu derin paylaşım ve birlik duygusu, 
bizlere utandıracak kadar güçlü bir farkındalık sunuyor.

Kendi çocuklarımıza baktığımızda, ne yazık ki bambaşka 
bir tablo ortaya çıkıyor.

Onları hayatın merkezine koyuyor, her şeyin en iyisini sunmaya çalışıyoruz.
Ama çoğu zaman atladığımız bir şey var: 
Değer bilmeyi ve paylaşmayı öğretmiyoruz.

Onlar mutlu olsun diye kendi mutluluğumuzu feda ediyor, 
sonra da bunun kıymetini bilmelerini bekliyoruz.

Yaptıklarımızı söylemesek de içten içe minnet duymalarını istiyoruz.

Ama unuttuğumuz şey şu: Tüm bunları biz istedik. 
Ve çocuklar büyüdüğünde şu cümleler geliyor:
“Ben mi istedim?”, “Keşke yapmasaydınız!”, 
“Kendiniz için yaptınız…”

Ve bu sözler çoğu zaman doğru oluyor.

Bizse, iyi okul, iyi meslek ve yüksek başarı peşinde koşarken,
çocukluklarını, sosyal becerilerini ve paylaşmayı ihmal ediyoruz.

Ders çalış, ben sana ne istersen alırım diyerek şartlı sevgiler sunuyoruz.

Böylece paylaşım yerine, rekabeti öğretiyoruz.

Sonra da empati sahibi, düşünceli, sevgi dolu bireyler olmalarını bekliyoruz.

Ama unutuyoruz: Onlara vereceğimiz en büyük hediye, 
mutlu bireyler olmalarını sağlamak.

Bu da önce bizim mutlu olmamızla mümkün.

Çünkü mutlu ebeveyn, mutlu çocuk yetiştirir.

Ve belki de en önemli soru şu:
Ben çocuk olsaydım, nasıl bir anne-baba isterdim?

Afrika’da Ubuntu, bizde avuntu olmasın…

Sevgiyle kalın,

Belgin BAYKAL


Aşkın Adı Delilik mi?














Gerçekten de "Aşk, cennete yürüdüğünü sanırken, 
kendini cehennemde bulma şeklidir."
Bir filmden alıntı bu ama o kadar yerli yerinde ki!

Her şeyin olabilir… ama takıntın aşk olursa, geçmiş olsun.
Ne yediklerin, ne gezdiklerin, ne de gördüklerin teselli etmez seni.
Hayatın tehlikeye girmiştir artık.

İşin, evin, özel hayatın…
Hepsi birbirine karışabilir.
Sevdiklerini kırabilir, telafisi olmayan hatalarla baş başa kalabilirsin.
Sağlıklı düşünemez, gözünü karartıp ateşlere yürürsün.
Sana gerçekleri göstermek isteyen herkese düşman olursun.

Sadece o kişiyi düşünürsün.
Sadece o olsun, başka hiçbir şey konuşulmasın istersin.
Hayatın tek konusu olur…
İşte bu hastalıklı hâli isteyene, buna dua edene şaşıyorum.

“Hayatımı paylaşacağım birini istiyorum” 
demek daha akıllıca değil mi?

Bana göre aşkın tanımı: kavuşamamaktır.
Kavuştuğunda ve hayatı paylaştığında, geriye sadece sevgi kalır.
Heyecanın, tutkunun olmadığı yerde aşk durmaz.
Aşk bir kalp yangınıdır, sevgi onun külleridir.

Aşk… Aklı ve mantığı ele geçiren, insanı yoldan çıkaran bir hastalıktır.
O yüzden sevmeyi dileyin, aşkı değil!

(Eğer adrenalini sevmiyorsanız tabii 🙂)

Bakın Ümit Yaşar Oğuzcan, aşkı nasıl da anlatmış.
İşte şiir gibi aşk, yangın gibi aşk, bir isimde hayat bulan aşk:

Milyon Kere Ayten

Ben bir Ayten'dir tutturmuşum
Oh ne iyi Ayten’li içkiler içip
Sarhoş oluyorum ne güzel

Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin 

Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor 

Şarkılar söylüyorum 

Şiirler yazıyorum Ayten üstüne

Saatim her zaman Ayten'e beş var ya da Ayten’i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor 

Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz  

Günlerden Aytenertesidir
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim  

Ayten’i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten'li iki laf ederiz 

Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten'i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim 

Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse
Ben Ayten'i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar 

Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
Ona uğramayan gemiler batsın 

Ondan geçmeyen trenler devrilsin 

Onu sevmeyen yürek taş kesilsin 

Kapansın onu görmeyen gözler 

Onu övmeyen diller kurusun
iki kere iki dört elde var Ayten 

Bundan böyle dünyada
Aşkın adı Ayten olsun

Ümit Yaşar Oğuzcan 
Aşk, yaşayana çok güzel bir şey gibi görünür.
Ama derinliğini, deliliğini, sessiz yıkımını ancak yaşayan bilir.
Sevgiyle kalın.
Belgin BAYKAL

İşte! Yine 14 Şubat








Dal rüzgârı affeder,
Ama kırılmıştır bir kere.
Her gün yeni bir keder bulur,
Yakıştırır göğsüne.
Günler geçer yıl olur,
Aslında hepsi aynı hikaye.
Dal rüzgârı affetse bile,
Kırılmıştır bir kere.
Cam yapışır, kalp yapışmaz!
Sen unutsan bile ruhun unutmaz.
Zaten unutmak da bize yakışmaz.
Aşk acısı olsa bile,
Dal rüzgârı affeder.
Ama kırılmıştır bir kere…

Tuna Kiremitçi

İnsan ilişkileri işte bu şiir gibi…
Verdiğimiz değerin karşılığını göremediğimizde 
en çok biz kırılırız.
İçimize döneriz, yalnızlaşırız.
Duygularımız öksüz kalır.
Sonra kendimize kızarız:
"Niye ederinden çok değer verdim?"

Ama yine de kendimizi şöyle avutmaya çalışırız:
"Ben doğrusunu yaptım. Karşımdaki anlamadıysa bu onun sorunu."

Oysa bu artık iki kişinin ortak sorunu olur.
Edilen özürler, yapılan jestler…
Hiçbiri o içteki kırıklığı tamir edemez.
Bazen yalnızca içten bir “özür dilerim” iyileştirir.
Ama kırgınlık, her zaman bir kelimeyle, bir hatıra ile yeniden sızlar.

Bugün 14 Şubat.
Yine dört bir yanda sevgili olma telaşı…
Nasıl kutlasak, nasıl paylaşsak?
En iyi fotoğrafı kim atacak yarışları…
Oysa ki bazı şeyler iki kişilik olmalı.
Saklı kalmalı. Mahrem kalmalı.

Sevgi yalnızca karşı cinse duyulan his değil…
Kendinizin sevgilisi olun bugün.
O günü kendinize ayırın.
Ne zamandır gitmek istediğiniz bir yer varsa gidin.
Kendinize hediye alın.
İçinizden ne geliyorsa onu yapın.
Bir gün bile olsa “kendinize ait” bir gün olsun.

Sevgilisi olanlara da küçük bir not:
Bugün beklentisiz, huzurlu, sakin bir gün geçirin.
Küçük şeylere takılmayın, detaylarda boğulmayın.
Özüne bakın. Size değer verilmiş mi? Bir çaba harcanmış mı?
Hayat, sevginizi harcayacağınız kadar uzun değil.


Ben mi?
Sabahtan Taksim’de kendimi gezdiriyor olacağım. :)
Sizi bilemem…

Sevgililer Gününüz kutlu olsun.

Sevgiyle,

Belgin BAYKAL

Bir Kadını Mutlu Etmek!







Kadın, doğası gereği sevgiye, şefkate, anlaşılmaya ihtiyaç duyar. 
En güçlü görünen kadının bile içinde, incinmekten 
korkan küçük bir kız çocuğu yaşar.

Her kadının hayattan beklentisi farklıdır. 
Kimi aşkı arar, kimi sadakati... 
Kimi ilgiyle beslenir, kimi huzurla... 
Bazısı macerayı sever, bazısı sakinliği... 
Birçoğu da paranın getirdiği mutluluğu ister...

Burada asıl mesele, seçtiğiniz kişiyi ne kadar tanıdığınızla ilgilidir. 
Onu gerçekten tanıyor musunuz? 
Nelerden hoşlandığını, neyle mutlu olduğunu biliyor musunuz?
Yoksa birkaç huyunu gözlemleyip, hemen 
"Sen çok zorsun" yaftasını mı yapıştırıyorsunuz?

Çoğu zaman ikincisi...
Çünkü erkek, kendisini merkeze koyarak yaşar. 
Kadının ihtiyaçlarını anlamak yerine onları 
"gereksiz konuşma" olarak algılar.
Kadını anlamaya çalışmaz, sadece yönetmeye çalışır.

Oysa onu da bir kadın büyüttü. 
Ama anne figürüyle kadın kimliğini birbirinden ayırdı. 
Annesinin de bir kadın olduğunu, istekleri, arzuları, kırgınlıkları 
olabileceğini hiç düşünmedi.

Böyle bir yetişme tarzıyla, başka bir kadını anlaması da zor olur. 
Çünkü kadınları çoğu zaman "duygu yumağı" olarak tanımlar 
ama o duyguların içinde ne olduğunu hiç merak etmez.

Kadın olmak zor iştir. Göründüğü gibi kolay bir hayat beklemez sizi. 
Bir kadının anlaşılmaz görünmesinin nedeni 
çoğu zaman anlaşılmak için gösterdiği çabanın boşa çıkmasıdır.

Elbette her kadın da masum değildir. 
Ne istediğini bilmeyen, bir gün sevip bir gün soğuyan, 
sürekli şikayet eden, 
kendi iç huzursuzluğunun faturasını karşısındakine 
kesen kadınlar da vardır.

Bu kadınlar bir erkeğe o meşhur soruyu sordurur:
"Bu kadın ne istiyor?"
Ve o cümleyi söyletmek zorunda bırakan kadın, 
erkeğin çabasını yavaş yavaş yok eder.

İlişkilerde emek vereceğiniz kişiyi doğru seçmelisiniz. 
Huzuruna huzur katacağınız kişi, çabanızı görüp kıymet bilmelidir. 
Aksi halde iki taraf için de zaman kaybından başka bir şey olmaz.

Unutmayın, her zaman erkekler haksız değildir. 
Ama her zaman haklı da değiller.

Bir kadını anlamak, önce dinlemeyi, sonra hissetmeyi, 
sonra da gerçekten sevmeyi gerektirir.

Sevgiyle kalın,

Belgin BAYKAL

Bir Erkeğin Ayrılık Evresi








Her erkek gibi Selim de evlenecek, eğlenecek kız arayışındaydı.
30 yaşına kadar durulamadı.
Ta ki ailesinin de kabul edeceği, evlilik için uygun görülen 
Bahar'la tanışana kadar.
Kısa sürede evlenmeye karar verdiler.
Güzel bir düğün, güzel bir balayı derken, evlilik defteri açıldı.

İlk yıl üzerine düşeni fazlasıyla yaptı.
Ama zamanla eski özgürlüğünü özlemeye başladı.
Yalanlar, toplantılar, seyahatler derken Bahar'ı kandırmak alışkanlık oldu.
İkinci yılda bir oğulları oldu: Batuhan.
Selim mükemmel bir baba olmuştu.
Bez, biberon, oyuncak… Nereye gitse oğlunu da yanında götürüyordu.

Ancak ihanet devam etti.
Bahar artık yorgundu.
Takip etmekten, şüphelenmekten, çırpınmaktan…
Son bir yıldır evde sadece aynı çatı paylaşılır olmuştu.

Selim'in annesiyle olan gerilim bardağı taşırdı.
"Annem, oğlunun evine giremiyor!"
Selim bu bahaneye sığındı sürekli.
Bahar dayanamayıp ailesini çağırdı.
Boşanmak istiyordu artık.
Selim şaşırdı ama hala gerçekleri görmekten uzaktı.

Bahar'ın babasıyla yapılan konuşmada yine aynı cümleler:
"Annem evimize gelemiyor, ben de gelmek istemiyorum."
Bahar daha fazla dayanamadı:
"Senin sorunun annen değil, sadakatin. 
Evine değil dışarıya ait oldun artık."

Bahar, boşanma davasını Selim’in açmasını istiyordu.
İnat başladı.
Ailesi evden gitmedi.
Selim, mutfağa hapsedildi adeta.
Sabah erkenden çıkıyor, gece geç saatte dönüyordu.
Oğlunu bırakıp gitmek istemiyordu.
Ama kendine de itiraf edemediği şey,
‘Aslında bu hayata alışmış olmasıydı.’

Oysa dışarda da huzuru bulamıyordu artık.
Hiçbir ilişki yürümedi.
Bahar’ın sabrı taştığında, ailesiyle ev tutup gitti.
Selim’in hayatı o an çöktü.
O boş evde yalnız başına kala kaldı.

Her zamanki gibi, bir arkadaşını aradı.
“Yolun sonundayım,” dedi.
Arkadaşı, eşyalarını almak bahanesiyle Bahar’ı aramasını önerdi.
Konuşma şaşırtıcıydı.
Bahar hala seviyordu.
Sadece yorulmuştu.
“Sen hiçbir çaba göstermeyince ben yoluma baktım,” dedi.

Selim umutlandı.
Ama işte o klasik ego yine devredeydi.
Arkadaşına dönüp şöyle dedi:
“Bilmem… Kararsızım.”
Arkadaşının cevabı netti:
“Bahar seni terk etmekte haklıymış.
Sadece tek hatası, yeniden dönmeyi düşünmesi olabilir.”

Yine de Bahar’ı ikna etti.
Eve döndü Selim.
Ama gerçekten iyi bir eş olacak mı,
Zaman gösterecek.

Selim bir örnek sadece.
Çok fazla Selim var etrafımızda.
Ne kendini mutlu edebiliyor ne yaşadığı insanları.
Başka hayatları karıştırmaktan ve huzur kaçırmaktan başka 
bir işe yaramıyorlar maalesef.

Allah, tüm “Selim zedelerin” yardımcısı olsun.

Sevgilerimle,
Belgin BAYKAL

Hoş Geldin Yeni Yıl!




Yine bir yıl daha geldi. Yılbaşı telaşı başladı.

Yeni yıla nerede ve kiminle girsek!

Evde mi otursak! Dışarıda mı kutlasak!

Kimlerle beraber olsak ya da bir başımıza pijamalarımızı 

giyip televizyonun karşısına geçip,

bütün yılbaşı programlarını mı eleştirsek!

Yılbaşı ağacı süslesek mi ya da kaldırması 

zor oluyor deyip üşensek mi?

Ya da günahtır, Hıristiyanların inancıdır deyip vaz mı geçsek!

O da olmadı! “Benim ağacımdan ve inancımdan kime ne” 

deyip en güzelinden yine de süslesek mi?

Bir sürü çelişkiyle yeni yılı karşılamaya hazırız.

Yeni yılın anlamı adı üzerinde;

Yaşanmamış yepyeni bir yıla geçiş, arınma, temizlenme…


O yıl yaşadığınız olumsuzlukların silinip yeni bir yılda 

daha az hata ile yola devam etme şekli.

Bu sene yapamadıklarını gelecek seneye aktarma.

Yeni başlangıçlar, yeni umutlar!

Bunların hepsi bir araya gelince insanın içinde 

başka bir coşku oluşuyor.


 

İçinizde bu coşku varsa;

Süsleyin evinizi, ofisinizi gönlünüzce.

Nerede ve kiminle olmak istiyorsanız orada olun!

Yaşadığınız hiçbir şeyin pişmanlığını duymayın!

Kendisini seven ve tanıyan insan, sonradan üzüleceği şeyleri yapmaz.


Yapsa da pişmanlık duymaz.

Bu yıl bambaşka bir yıl olsun sizin için.

Gerçekten! İçinizde kalan ne varsa hayata geçirin.

Boş şeylere takılmayın, dedikodulara yoğunlaşmayın!

Bu yıl sizin müstakil yılınız olsun! Sadece size ait…

Sorumluluklarınızdan biraz izin isteyin, 

minik molalar verin gün içinde.

Daha çok telefonla konuşun sevdiğiniz insanlarla, 

olumlu şeyler radyasyon etkisini yok eder.)

Eski arkadaşlarınızı bulun,  hepsi size ayrı enerji verecektir.

Moral ve umut insanı her türlü hastalıklardan korur.

Yıllarca üye olduğunuz spor kulüplerinin artık hakkını verin.

Ödediğiniz para ile değil, orada yaptığınız fiziğinizle övünün.

Güzel yaşlanmanın bilincine varın.

Yaptığınız her şeyin zevkini çıkarmaya çalışın.

Elleriniz dolu marketten çıktıysanız, söylenmeyin!

Alabildiğiniz her şey için şükredin!

İş hayatınızda, ev hayatınızda yükünüzü azaltın.

Sadece kendi işinizden sorumlu olun.

Her türlü yeniliğe açık olun.

Ev işleriyle fazla vakit kaybetmeyin!

Kendinizi geliştirin ve zaman ayırın.

Kısaca “Hayatınızı kolaylaştırın”

Yaşadığınız her şeyin üzerine bir çizgi çekip, sil baştan deneyin inadına.

İşte size bir fırsat daha!


Şebnem Ferah'ın şarkısında söylediği gibi;


“Sil Baştan Başlamak Gerek Bazen, Hayatı Sıfırlamak”


Hepinizin yeni yılı kutlu olsun, umutlarınızın tükenmediği, 

her defasında yeniden ayağa kalktığınız, 

keşkelerinizin azaldığı, başarılarınızın çoğaldığı, 

sağlık ve huzur dolu güzel bir yıl sizinle olsun… 


Mutlu Yıllar...

Belgin BAYKAL

Ezik Demeyin Kimseye

Toplumun sessiz kahramanlarıdır onlar. Kendini öne atmayan, ama her şeyin farkında olan insanlar. Onlara ezik derler, çünkü bağırmazlar. Çün...