8 Mayıs 2012 Salı

Acı Kaybımız! "İnsanlık Öldü"









    Hepimizin başı sağ olsun! Uzun zamandır tüm olumsuzluklara karşı direnen ve
    mücadele eden, içinde yıllardır sevgiyi, paylaşımı ve vefayı barındırmış, herkesin yardımına koşmuş insanlık, artık aramızda yok.
    Her geçen gün daha yalnız ve daha sorunlu olmaya başladık.
    Geçim ve seçim şeklimiz tuhaflaştı.
    Biz de aldığımız besinlerden genetiğimizle oynatıp GDO akımına uyduk galiba.
    Zaten bir şeye uymak zorunda da bırakıldık.
    Her gün karşımıza  çıkan yeni tehlikeler karşısında huysuzlaşıyor ve hırçınlaşıyoruz.
    Sevdiklerimizi ve kendimizi nelere karşı ve nasıl koruyacağımız konusunda tedirginleştikçe tahammül ve hoşgörümüz azalıyor.

    Tüm haberleşme kaynaklarından aldığımız haberler karşısında hepimiz şüphe dolu olduk.
    Artık birbirimize bile güvenmemeye başladık.
    Kimse çocuğunu bir yere gönderemez oldu.
    Yakınlarımızın dışarıda geçirdiği zamanlarında bile endişelenir olduk.
    Acaba! Otobüste cep telefonundan arayıp "Biz polisiz, derhal
    nerede olduğunu söyle" diyen soysuz organ mafyası mı arayacak?
    Arkadaşlarıyla sinemaya gittiği zaman oturduğu koltuktan şırınga ile bir hastalık mı aşılanacak?
    Yaşlı bir kadının yardım isteğine koşarak, insani duygularından dolayı böbreklerinden mi olacak?
    Yolda sakin sakin giderken, gözleri dönmüş kapkaççılar tarafından mı sürüklenecek?
    Yediği ve içtiği gıdalardan mı zehirlenecek?
    Görüştüğü arkadaşları tarafından başı mı kesilecek?
    Ellerini fazla yıkamadığı için domuz ve benzeri gripleri mi geçirecek?
    Trene binerken tinerciler tarafından mı sıkıştırılacak?
    İhmaller yüzünden sel den mi ölecek?
    Arabalarının sürekli kaç bastığını deneyen, üç şerit gezen trafik canavarlarının vahşetinden mi gidecek?
    Yazın arkadaşlarıyla gittiği piknikte keneden mi?
    Sahipsiz köpeklerin saldırısından mı?
    Evimize girmek için bin bir plan yapan soygunculardan mı?
    Her yerde olabilecek terör saldırılarından mı?
    Neden ve neye karşı koruyabiliriz?
    Önümüzde birisini öldürseler başımız derde girmesin diye görmezden gelir olduk.
    Sitelerde, binalarda kim kime ne yapmış umurumuz değil!
    Yeter ki o kişi biz olmayalım.
    Ta ki bir şey başımıza gelene kadar.
    Geldiği gün eğer bizde yanımızda kimseyi bulamıyorsak, boşuna suçlu aramayın.
    Tıpkı herkes sizin yaptığınızı yapıyor.
    Çünkü içimizdeki insani duyguları öldürdüler ve hepimizi sindirdiler.

    Evet! “İnsanlık öldü” …

    Onu hasretle anıyoruz…


    Belgin BAYKAL

    Evlilik mi?










     

    Herkesin gelecekle ilgili hayallerini süsleyen ve bu hayalin gerçekleşmesinden bir süre sonra bu muydu, denilen süreç mi evlilik?

    Baştan aynı hayatı yaşamak, aynı yatakta uyumak, sabahları güne beraber başlamak güzel gelirken, bir süre sonra o da zamana ve alışkanlıklara yenik düşer.

    Birbirini eleştirme, aile çatışmaları, karşılıklı beklentilerin arasında kendini hayal ettiklerinin dışında başka bir yerde bulursun.
    Aşkın çok çabuk tüketildiğini görür üzülürsün.
    Geri kalan zamanını, eski günlerdeki duygularını yeniden kazanmak adına, umut ederek ve hayal kurarak geçirirsin…
    Sorumluluklar ve beklentiler seni yorar…

    O ihtişamlı evlilik hayalleri ve düğün arkası, tıpkı külkedisi masalında saat on ikiyi vurduğunda, kabağa dönüşmek gibidir.
    Kendini pirinç ve patates çuvallarının arasında iş yaparken bulursun.

    Peri masalı sona ermiştir.
    Bundan sonrası küçük mutluluklar ve beklentilerle zaman doldurma kısmıdır.
    Canın çok yanmadığı sürece karın tokluğuna çalışırsın.
    Başının okşanması, arada hatırlanmak ve değer görmek için neler vermezsin.
    Sonra düşünürsün, neden bu hale geldik, başka türlüsü olamaz mı diye?
    Başka türlüsü tabii ki olur…
    Evlilik rahata gelmez! 
    Her zaman kaybetme duygusuyla evliliğinize sahip çıkmalısınız.
    Nasılsa evlendik! "Alan almış satan satmış" felsefesinden uzak durmalısınız.
    Kadınınız ve erkeğiniz sizin için kıymetli olmalı.
    Ona güveniniz ve inancınız tam olmalı…
    İki tarafın ailesi de incitilmeden bu kurumdan uzak tutulmalı. İki tarafta birbirlerine zaman ayırmalı.
    Arada birbirini özleyecek aralar verilmeli.
    Yokluğun kıymeti hissettirilmeli. 
    Eğer ortada kayda değer bir sevgi varsa, bu uğurda çok emek verilmeli.
    Paylaşıldıkça çoğalan en güzel duygulardan birisidir evlilik.
    O halde bu güzellikleri bitirmek için bu çaba neden verilir?
    Küçük detaylar üzerine büyük sevgileri yok mu edilmeli?
    Beraberliklerinize sahip çıkın, hoşgörülü ve açık olun.
    İçinizdekileri “Bir şey yok” diye geçiştirmeyin!
    Patlamalarınız büyük olmasın.
    Birbirinizin hayatlarına ve özgür alanlarına saygı duyun.
    Her şey bu kadar kontrol altına alınırsa, sizce evliliğinizde sorun olabilir mi?
    Bence olamaz, her şey sizde saklı…


    Tabii gerçekten mutlu olmak istiyorsanız…


    Sevgiyle kalın

    Belgin BAYKAL

    Erkek, Kadın İkilemi!







    İki farklı metabolizma, iki farklı kültür, iki farklı cins…

    Bir araya gelir ve birbirlerini çözmeye çalışırlar.

    Kadının sevdiği, hoşlandığı şeyler ve beklentiler erkeklerin beklentilerinden çok uzaktır.

    Erkek, bir kadının istediği ya da beklediği şeyleri anlamak istemez. Çünkü onun dünyasında, yaşam tarzında yoktur.
    Anlamak istese de kadın gibi düşünmesi mümkün olamaz.
    Bir erkeği saatlerce alışveriş merkezinde gezdiremezsin!
    İlk zamanlar dolaşır uyum gösterir.
    Mutlu gezer ya da mutluymuş gibi davranır sonra hafiften başlar söylenmeye;
    Ne gerek var, evde yok mu?

    Bugün olması şart mı?

    Ya da! Şimdi sırası mı?

    Kadının asla duymak istemediği sözlerdir.
    O da her dakika kendisine uyacak, onunla gezmekten zevk alacak, onu önemseyecek birisiyle beraber olmak ister.
    Kadın ve erkeğin muhabbeti her zaman sarmaz birbirini…
    Kadın ister ki; arada da olsa romantik, övgü dolu güzel sözler duysun, sohbetler güncel ve içten olsun, içinde eleştiri olmasın!
    Elinde çiçeği ile gelen, önemli günleri unutmayan, çocuğuna, yuvasına, ailesine, sevgi ve saygı duyan birisiyle ömür boyu mutlu olsun.
    Erkek ise güzel, becerikli, ailesine saygılı, çocuklarına iyi anne, kendisine de beklentisiz bir eş ister.

    İstediği saatte gelsin, gitsin, aranmasın, hesap sorulmasın, maçına, içkisine, oyununa, sohbetine karışılmasın, o her şeyi kendi isterse yapsın ister.
    Bunlardan bir tanesinin bile olmaması aldatmak için haklılık sebebidir.

    Kendisine bahaneler uydurur. “Benim istediğim gibi davransa ben yapar mıyım?” diye, aslında değişiklik zamanı gelmiştir. Biraz havalanıp yine yuvasına dönmek ister. Bu durumda da kadından anlayış bekler. “Ben erkeğim, farklıyım, beni anlamalısın” şeklinde.
    Kadın ve erkeğin anlaşılmazlığı burada son bulur.
    Çünkü hiçbir kadın bunu kabul etmek istemez.
    Kabul etmiş gözükse de asla unutmaz, her fırsatta erkeğe
    bunu hatırlatır.
    Erkeklerde yapılan her şeyin kadın tarafından bir an evvel
    unutulmasını ister.
    Kadının sürdürmesine de anlam veremez.
    Ama bunun tersi bir durum, erkek tarafından asla kabul
    görmez ve göremezde.
    Çünkü onlar erkektir ve dokunulmazlıkları vardır.
    Toplum ve aile yapısı her zaman erkeğin yanındadır bu konuda.
    Kadın olduğun için, toplum tarafından büyük bir aceleyle hazmettirilir ihanetler, aldatılışlar.
    Bilmezler ki Erkek ve Kadının bu konudaki duyguları aynıdır.
    İhanet ve aldatılış büyük yaradır her iki cinste de.
    Bu farklılıkları, inişleri-çıkışları, biz ne kadar itici görsek de, aradaki cazibeyi artıran çekim yasasıdır.

    İki cins bu kadar birbirinden şikayet ederken, nedense; yeni ilişkilere de şans vermeden geçemezler.
    Buradan da anlaşıldığı gibi çekim yasası başarıyla sürüyor…
    Detaylara takılmadan, temel ilkeler göz önünde bulundurularak küçük kalp atışlarına, büyük sevgiler yok edilmemeli…


    Sevgiyle Kalın… 
    Belgin BAYKAL

    Duygusal Engelli misiniz?















    İnsanın doğası ne kadar değişik duygulara sahip,

    Her şeyin sevgisi farklı!

    Hiçbir sevgi birbirine karışmıyor,

    İçimizdeki tüm duygular yerini biliyor yani!
    Nefret, sevgi, aşk, yardımseverlik, merhamet, hainlik ve daha birçok…

    Kimimiz bu duyguları dengeli taşıyor, kimimiz ise bazılarından yoksun…

    Burada da kişilik farklılıkları başlıyor.

    Düşününce ne kadar kusursuz işleyen bir sistem görüyoruz.

    Herkese göre değişen ve kişiliğiyle özdeşleşen duygular…

    İnsanın tüm canlılara verdiği kıymet ve değer ne kadar önemlidir aslında!

    Herkes değer bulduğu yerde nefes almak ister.

    İşte! “Duygusal Engellilik “burada başlıyor…

    Yardımınıza muhtaç insanları düşünmeden, bir an olsun kendinizi onların yerine koymadan yaşıyorsanız siz de “Duygusal Engellisiniz.”

    Çevremde bu ara çok rastladığım ve hüzünlendiğim bir durum…

    Bedensel Engellilere yaşam hakkının fazla tanınmaması ve projeleri yaparken bunun göz ardı edilmesi.

    Bu tür insanları düşünerek projelere imza atıyorsanız, onların geleceğini düşünüyorsanız, siz gerçek bir hümanistsiniz.

    Ama! "Herkes başının çaresine baksın" düşüncesiyle onları engelli olarak kabul edip, kendi kaderlerine terk ediyorsanız!

    Siz de “Duygusal Engellisiniz.” …

    Hepimiz bedensel ve zihinsel engelli olmaya potansiyeliz.

    Yarın güne nasıl başlayacağımızı bilemiyoruz.

    Belki koltuk değnekli, bekli de tekerlekli sandalyeli olarak…

    Hep birilerinin yardımına muhtaç!

    Kendi başına hiçbir şey yapamamak, yardım edecek bir
    yakının gözlerine bakarak yardım beklemek, duygusal olarak ne kadar ağır bir şey.

    Avrupa’da engelli insanlar için, yaya yollarından, oturdukları yere kadar her şey düşünülmüş.

    Onlara göre bir yaşam alanı açılmış.
    Bizde ise değil engellilere, normal sağlıklı insanlara bile değer verilmiyor.

    Avrupa’nın her şeyini örnek alan biz, bu konuda nedense duyarsız davranıyoruz.

    Bir proje yapılırken, bir tekerlekli sandalyedeki insanın en ince noktasına kadar rahatı düşünülmesi gerekirken, “Yaptık işte, bundan sonrasını da siz halledin” şeklinde projeler
    yapılıyor. Gerçekten büyük yazık!

    Eski projeleri geçtik onlar eskide kaldı diyoruz…

    Ama yeni projelerde bunlar nasıl göz ardı edilir?

    Bir Bedensel Engellinin, kendisi için bir şeyler düşünülüp yapıldığını görmesi, ne kadar mutluluk verici olmalı…

    Bunları yazarken düşünüyorum bir yandan!

    İnsanlar normal sağlıklı yaşamlarında zihinsel düşünce engellerini aşamamışken, başka bir insanın bedensel engelinde yaşayacağı zorlukları neden düşünsün ki!

    Bütün bu olumsuzluklara rağmen yine de “Her şey güzel olacak” diye kendimi kandırmak istiyorum…

    Belgin BAYKAL

    Hayatımız Sınav mı?








    Neden bizim için bulunan çözümler hep geçici oluyor?

    Neden her şeyi millet olarak test etmek zorunda kalıyoruz?

    Bunun deneme yeri ve süreci, hep biz mi olmalıyız?
    Ya da tüm ayrıntılarıyla iyi düşünmek için biraz daha mı zamana ihtiyaç var?

    Yeni yapılandırma sistemini düşünüyorum;

    Eğitim sistemimiz ya tutarsa!

    Vergi sistemimiz ya tutarsa!

    Sınav sistemimiz ya tutarsa!

    Sağlık sistemimiz ya tutarsa!

    Şans oyunları gibiyiz…

    Neden acil kararların ardından “Denek olarak bizim
    önümüze sunuluyor bunlar?

    Bitmeyen bir deneme sınavındayız millet olarak.

    Bir türlü asıl sınava geçemedik.

    Böyle olunca da bir sürü usulsüz davranışlarla baş etmek zorunda kalıyoruz.

    Eğitim sistemimizi düşünüyorum;

    Sınavlardaki her değişim, yeni yetişen çocuklarımızın
    sağlıksız ve stres içerisinde hayata atılmasını sağlıyor.
    Anadolu liselerine giriş için;

    Üç yıl boyunca bir çocuk sınava hazırlanır mı?

    Her yıl aynı endişe ve gerilim!

    Acaba kaç puan alacağız?

    Alacağız derken ailecek alınan bir puan bu.

    Onun için ölüm kalım meselesi.

    Düşük puan alan çocuk istemeden ailesi tarafından dışlanır, azarlanır, aşağılanır, cezalandırılır.

    Aile, eğitimin ne demek olduğunu maddi manevi anladığı için, çocuklarının geleceğinden endişe duymaktadır.
    Onları bu konuda çok fazla suçlayamayız!

    Öğrencilik döneminin en güzel ama ergenlik döneminin en karmaşalı döneminde,

    Bir çocuğa bu kadar ağır bir sorumluluk yüklemek!

    Neye istinaden alınmış bir karardır? Anlamak güç!

    Tek sınavla Anadolu Liselerine ve Üniversiteye girişin daha makul olduğu düşüncesi herkes tarafından ağır basarken;

    Çoklu sınav sistemine bu hayranlık nedendir?

    Bir de sınav çetelerimiz var!

    Bu konuyu hiç düşündünüz mü?

    Öğretmenlik yapan ama ataması gerçekleşmemiş eğitimcilerimiz soru çalma peşindeler…

    Öğretmen olan bir kişi neden sınavla atanıyor ki?

    Senesine ve sırasına göre gerekli atamalar yapılamaz mı?

    “Sınav kurtuluş yolu mu gerçekten!

    KPSS sınavında yakalanan çetenin ardından, “Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer” misali, artık sınavlarda büyük önlemler alınmaya başladı.

    Hafta sonu, Kamu Personeli Yabancı Dil (KPDS) sınavı yapıldı.

    Katılan bir arkadaşımızın anlattıkları karşısında bu yazıyı yazma kararı aldım.

    Yanlarına çanta, cüzdan, araba anahtarına kadar hiçbir şeyi kabul etmemişler.

    Kaza ile getirenlere de okulun karşısındaki kırtasiyenin 2 TL ye emanet aldığını söylemişler.
    Bu emaneti sınıfın bir köşesine koysalar olmuyor mu?

    Bu kadar olumsuzluklarla sınava alınan bir insan nasıl motive olur da başarılı olur?
    Onu da size bırakıyorum.

    Alınan kararları ileriye dönük düşünelim.

    Olumlu olumsuz her şeyiyle tartışalım.

    Sonra ya tutarsa! Diye size oy vermiş, size inanmış insanların önüne sunmayalım.

    “Pardon! Bu da olmadı! Sıradakini deneyelim…olmamalı!

    Her türlü vergisini ödeyen bir millet olarak bunu hak etmediğimizi düşünüyorum.

    Daha sağduyulu bir yönetim sistemiyle daha güzel işler yapılması dileğiyle…


    Sevgiyle Kalın…

    Belgin BAYKAL

    Pardon! Siz Kimsiniz?






                                                  



    Nasıl abartılıdır “Ben” kavramı.

    "Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?"

    “Kiminle konuştuğunuzun farkında mısınız?

    Benim adımı duymadınız galiba!

    Buralar Ben’den sorulur!

    Her şey Ben’im,

    “Siz de benimsiniz”
    Şeklinde ego tatmini zirvelere tırmanarak çıkar.
    Her şeyin kendinde bittiğini düşünecek kadar “Ben” kavramı alır başını gider…
    Dur noktası da yoktur artık…
    Ta ki baş edemediği ve gücünü kullanamadığı bir engelle karşılaşana kadar…
    O zaman gerçek gücün kendisinde olmadığını, sadece bir aracı olduğunu geçici olarak kabul eder.
    İnsanoğlunun en kötü huyu çok unutkan olmasıdır.
    En büyük acıları bile unutur, hiç yaşamamış sayar.
    17 Ağustos 1999 Marmara depremi de, unutkanlığın en büyük belirtisidir.
    İçlerinde “Ben” diye gezenler de vardı. Ama kimse engel olamadı gidişlerine…
    Evlerinin değeriyle övünenler, o depremde çok zarar gördü.
    Ama sonra ne oldu?
    Zaman geçti, değer kaybeden evlerin deprem bölgesinde olduğu da unutuldu.
    Ve hepsi eski değerine ulaştı.
    Nisan 2010'da Rusya'da meydana gelen uçak kazasında, Cumhurbaşkanı ve üst düzey birçok kişi hayatını kaybetti.
    Hayretler içerisinde kaldık.
    Bir devlet, bütün gizli bilgileri kendilerinde kalarak yok olmuştu.
    Sanki onlara hiçbir şey olmazmış gibi gelmişti.
    Çünkü her türlü güçleri vardı.
    Ama kullanamadılar işte…
    Bazı şeyler vardır ki, gücünüz yetmez!
    Orada ilahi güce inanmanız ve teslim olmanız gerekir.
    O istemezse hiçbir şey olmaz.
    Paranızla her şeyi satın alabilirsiniz ama kaderinizi satın alamazsınız.
    Bu kadar büyük kainatta hiçbir şey, sizin kontrolünüzde değilken!
    Pardon Siz Kimsiniz?

    Bu dünya, Sultan Süleyman'a bile kalmadı, size mi kalacak?   


    Belgin BAYKAL

    Suçlu Aramak!





    Ne kolaydır birisini suçlamak…

    Başınıza gelen tüm olumsuzluklarda birisine yüklenmek.
    Tüm olan bitenin faturasını bir kişiye kesmek…
    “Ben suçluyum”
     demenin güçsüzlüğünü,
    “Sen suçlusun”
     diyerek bastırıp geçmek…
    Ortak sorunlarda aynaya bakmak yerine, karşı tarafa ayna tutmak daha çekici gelir.

    Kendi hatalarından çok, karşı tarafa hatalarını göstermek, karşı tarafa kendini suçlu hissettirmek…

    Belki acımasızca ama gerçek!
    Şu ara izleyip izlememekte kararsız olduğum ama her defasında kendimi izler bulduğum
    “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisi.

     Tüm duyguları harekete geçiren ve duygusal şiddet içeren, başka bir dizi olamaz.
    “Baba” diye anılan kişi, yaptığı tüm olumsuz davranışlarda sadece kendi hayatını ve ona yapılanları düşünen bencil bir adam.
    “Ben babayım, her şeyi yaparım" düşüncesinde.
    Kırılıp dökülen kalpler, yıkılmış hayaller, çocukluk yıllarına kazınmış kötü hatıralar umurunda bile değil.
    Sadece "Benlik" savaşının derdinde…

    “Bana bunu nasıl yaparsınız?"
    "Size hepsini ödeteceğim" şekli.
    Aklının ucundan bile geçmiyor, karşı tarafta yarattığı tahribat.
    “Siz bana ne yaptınız” derken,

    “Asıl ben size ne yaptım” diye düşünememek…
    Ne yazık ki bu tip insanlar sadece dizilerde değil artık…
    Herkeste benlik duygusu çok fazla…

     Herkes özel ve kıymetli…
    Ama karşı tarafında özel olduğunu düşünmek gerekir.
    Sorunları paylaşmak da hataları bölüşmek de bir erdemdir.
    İnsan olan herkese anlayış göstermek gerekir.
    Tek taraftan beklemek haksızlık olur.
    Maalesef eski sabır kalmadı kimsede.
    Herkes öfkeli, sabırsız ve mutsuz…
    Hayatları kolaylaştırmak yerine, zora koşmak daha cazip!
    Mutlu olmak istemeyen insanlarla dolduk.
    Herkeste birbirini adam etmek ve düzeltme eylemi!
    Oluşmuş bir karakter sizce değişebilir mi?

     Değişmiş gibi gözükür, olmadık yerde kendine döner,
    Yani "Aslına rücu" eder…
    Herkesi sevebiliyorsanız olduğu gibi sevin…
    Siz değişebiliyorsanız herkes değişir…

    Belgin BAYKAL

    Konuşmamız Gerek

      Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...