8 Mayıs 2012 Salı

Evlilik mi? Hazır mısınız gerçekten!



   









Evlilik hayali kuranlara...
Evlilik kararımızdan sonra nikah günü almak için çalıştığım iş yerindeki müdürümden o gün için izin istemiştim.
Kendisi ikinci evliliğini gerçekleştirmiş, evliliğin bütün hezeyanlarını yaşamış birisi olarak, “Aman! Evlen de, sen de gör nelerle karşılaşacağını” demişti.
O günkü mutluluğum ve heyecanımla bu kelimeler çok anlamsız gelmişti.
Kendisi bir şeyler yaşamış olabilirdi ama benim ki öyle değildi.
Herkes gibi bende ilişkimi özel hissetmiştim.
İlk zamanlar her şeye çok özen gösterilen dönemlerde, yemeklerin bile üç çeşitten az olmadığı, evinize gelen giden insanların baştan mutluluk verdiği, daha sonra yorgunluk ve mutsuzluk bıraktığı süreç olmuştu.
Herkeste dediğini yaptırma telaşı ve baskın olma durumu.
“Sözümü geçirdim geçirdim, yoksa bir daha ipleri eline verirsem bu iş yürümez” şekli.
Koşulsuz itaatkar olma durumu.
Olursan iyisin, olmazsan en kötüsün.
Hiçbir şey eski heyecanı gibi kalmıyor.
Dengede başlayan tahterevalli hayat, bir süre sonra iki
taraftan birinin daha fazla yorulup, tek başına verdiği
mücadelesiyle yön değiştiriyor.
Bir taraf daha rahat davranıp, karşı tarafı az önemseyerek
mücadeleden vazgeçiyor.
Diğer taraf onun eksikliklerini de tamamlayarak, ailesinden ve çevresinden gördüğü kutsal yuva teorisi ve evlilik kurumuna saygıdan dolayı mesaisini ikiye çıkarıyor.
Her şeyi deniyor, denedikleri karşı tarafın kendisini kıymetli görmesinden başka bir işe yaramıyor.
Zaman içerisinde bu tutum, bir tarafın sevgisini alıp götürürken, diğer tarafın bundan haberi bile olmuyor.

Ta ki finali görene kadar...
İlişkilerinizin gerçekten diğerlerinden farklı olmasını
istiyorsanız, karşı tarafı kendiniz gibi görün.
Nelerden hoşlanıyorsunuz, nelerin yapılması sizi mutlu
ediyor?
Saygı ve sevgi bekliyorsanız, önce siz verin.
Mücadele etmeden başarıya ulaşılmaz.
Dengeleri bozmamak için iki kişinin empati duygusunun gelişmiş olması gerekir.
Siz bencil olursanız, diğer taraf bir gün sizi taşımaktan yorulacaktır.
O zaman "Neden böyle oldu" demeyin, kendinizi kollamaktan vazgeçin,

Güzel Günler Sizleri Bekliyor…
Sevgilerimle…

Belgin Baykal

Ruh İkiziniz Var mı?











Aşkı yaşama ya da aşık olma hayali sizi yeni umutlara taşırken ruh ikizinizi bulma isteği devreye girer.

Fallar bakılır, her şekil yorumlanır, adım adım ruh ikizinize
kavuşma vakti geldiği söylendikçe içinizi mutluluk kaplar.
Kimdir bu “Ruh İkizi”
Gerçekten siz ne yaparsanız onu mu yapar?
Sizin gezdiğiniz, sizin yediğiniz şeylerden mi hoşlanır?
Düşünceleri sizinle birebir aynı mıdır?
Giyimi kuşamı sizin tarzınız mıdır?
Onu her düşündüğünüzde o da sizi mi düşünür?
Yoksa aşık olma vaktiniz geldiği zaman, gördüğünüz iki
benzerlikten sonra, kendinize ruh ikizinizi bulduğunuzu mu
itiraf edersiniz?
Yalnız kalmaktan mıdır ya da sevgi açlığından mıdır?
"Uysa da olur uymasa da" şeklinde gözü kapalı atlanıyor ilişkilere.
Hızlıya alınmış film gibi yaşanan ve çabuk tüketilen
ilişkilerde, nedense ruh ikizi çabucak kayboluyor.
Ya da bulunduğu sanıldığı için, gidişi bir sır oluyor.
İki tarafta birbirinin arkasından atıp tutuyor.
Bir ilişkiyi yaşamadan adını koymak çok zor.
Bazen olmaz dediğin ilişkiler çok güzel yol alır, bazen de tam tersi olabilir.
Ruh ikizi "Olsa da olur, olmasa da" yani…
Kendimi düşünüyorum ruhum sürekli değişiyor, bir gün beğendiğimi aradan zaman geçince beğenmiyorum.
Yemek alışkanlıklarım değişebiliyor, gezilerim, hobilerim, keyiflerim her şeyim değişebilirken, yani ben kendi ruhuma ikiz olamamışken, benim ruhumun ikizini bulmak kime nasip olabilir.
Ya da benimle aynı özelliklere sahip birisi ile ne kadar süre beraber olunabilir?
Bazen kendi ruhumuzdan sıkılırken, aynı ruhun ikizinden zaman içerisinde sıkılmaz mıyız?
Ruhunuzu yormayacak, sizi dinlendirecek, sizi eğlendirecek ve sorun yerine çözüm olabilecek birisini bulursanız işte "Ruh İkiziniz " o' dur. Sonuna kadar sahip çıkın ve bırakmayın.

Ruhunuza ve bedeninize iyi bakın. 


Sevgilerimle…

Belgin Baykal

Her Zaman Masum muyuz?










    Ne kadar kendimize inanan,  hatalarından ders almayan insanlarız?
    Her olayda savunmadayız, diğer taraftan bakıp düşünmek yerine sonuna kadar savaşmayı tercih ediyoruz.
    Olayların üzerine gitmemeyi, durup üzerinde düşünmeyi öğrenemedik bir türlü.
    Geçmişten gelen savaşçı ruhumuzdan mı kaynaklanıyor acaba?
    Kelimeleri içimizde tutmak zor geliyor, haklıyken haksız yere düşüyoruz.
    Sözler tüketiliyor, kalpler kırılıyor…
    Bunun üzerine özür dileyemeyecek kadar da
    “Gururluyuz”…
    Hayatta bütün seçimlerimizi kendimiz yapıyoruz aslında.
    Sadece seçemediklerimiz ailemiz ve çocuklarımız.
    Doğduğumuz zaman elimize bir katalog verselerdi, herhalde üzerinde çok oynamalar yapardık.
    Annem bu olsun, babam bu olsun, kardeşlerim bunlar olsun diye.)
    Ne yazık ki elimizdekilerle yetinmek durumundayız.
    Aynı zamanda geçinme ve kabullenme.
    Her zaman haklı olamayız, önce bunu bilmemiz gerekiyor.
    Hataları başkalarına yüklemek yerine, önce kendimizi gözden geçirelim.
    Ne kadar doğruyuz?
    Ne kadar güveniliriz?
    Herkes kendisini sevmeli diyoruz ama bu kavram karıştırılıyor.
    Bencillik ve kendisiyle barışık olmak, çok başka şeyler.
    Ben kendimi insan olarak seviyorsam başkalarını da sevmeliyim.
    Ama sadece kendimi seviyorsam ve kolluyorsam, başkalarını sevme ihtimalim çok azalır. Sadece sözde sevebiliriz.
    O zaman neleri değiştirebiliriz?
    Kendimizi tabii ki…
    Ne kadar huylarımız ve karakterlerimiz değişmeyecek gibi gözükse de üzerinde biraz çalışırsak bir hayli yol alabiliriz.
    Ben kendimde bunu denedim.
    Eski takıntılarımdan kurtulmayı başardım.
    Değer bulduğum yerde vakit geçirir oldum.
    Asla kelimesini kullanırken daha ılımlı yaklaşmaya başladım.
    Herkesi olduğu gibi kabul etme şekli hayatımı kolaylaştırır oldu.
    Ama! Yol alamayacağımı hissettiğim insanları bir kenara ayırdım.
    Sizde kendinize bir şans verin.
    Hayata kendinizi olduğunuz gibi bırakın.
    Tıpkı denizde sırtüstü yüzer gibi…
    İnsanlara kendinizi olduğunuzdan farklı gösterme çabalarıyla yorulmayın.
    İnanın her şey bütün çıplaklığıyla ortada.
    Siz ne kadar üzerinizi pahalı şeylerle örtmeye çalışsanız da,
    Sizin görgünüz,  bilginiz, kendinize kattığınız şeyler, değerinizi ortaya koyacaktır.
    “Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin” diye
    boşuna dememiş Tarkan.:))

    Belgin Baykal

    Kendine Kalıyor İnsan Eninde Sonunda...










    Uzun zamandır Nişantaşı’na çıkmamıştım.
    İstanbul’da yaşayıp bazı yerleri arada bir de olsa görmemek olmuyor.
    Hep aynı yerleri tavaf etmekten bunalıyor insan. 
    Birkaç ayda bir de olsa Boğazı görmeli, Taksim’de yürümeli, 
    Adalara gitmeli ama hafta arası.
    Yaş ilerledikçe insanların kalabalığı, şehrin yoğunluğu yormaya başladı.
    Yeni korna almış sevindirik minibüs ve taksi şoförlerinin her fırsatta ellerini çekmeden kornaya basması, insanların birbirlerini ite kalka dolaşmaları, durup dururken öfkelenen
    esnafın birbirleriyle dalaşması ve daha birçok sebep.
    Evi sever oldum, kendimi özler oldum.
    Sıcak olsun, temiz olsun, ocakta pişen yemeği, kaynayan demli çayı olsun. 
    Evimde arınmaya başladım tüm kirliliklerden. 
    İki nefesim oldu mekânım.
    Huzur kovalar oldum her yerde, kendimi anlatmalardan ve anlaşılamamaktan yoruldum. 
    Artık kendime döndüm. Ona güveniyorum ve inanıyorum. 
    Bana yalan söylemiyor, beni kırsa da sonra yine barışıyoruz. 
    Çünkü beni iyi tanıyor. 
    Nelerden hoşlandığımı biliyor, sıkıntılıysam üstüme gelmiyor ya da halledemediğim bir sorunum varsa beni dinliyor ve rahatlatıyor. 
    Bazen her şeyi yüzüme söylüyor. 
    Haklı ya da haksız! Onun sözleri kırmıyor.
    Çünkü gerçek dostum olduğunu biliyorum. 
    Ne zaman yalnız kalsam! Ondan başka yine kimsem yok...
    Beni oyalıyor, eğlendiriyor, güldürüyor, sevindiriyor bazen de ağlatıyor. 
    Bu zamanda insana can lazım, yoldaş lazım…
    "Ne sevda ne de dostluk ilişkileri" hiçbirine güvenilmiyor artık,
    "Canımsın" dediğin insanlar, sessiz sedasız seni hayatlarından çıkarıyorlar haberin olmuyor. 
    Ne kadar çabuk infaz ediyorlar sorgusuz sualsiz.
    Söz hakkın bile kalmadan kendini ipte sallanır buluyorsun.
    Böyle olunca kimseye dostum var, sevdiğim var diyemiyorsun.
    Varsa da o an var, gelecek için teminat yok.
    Hepimiz koşullu sevmeye başladık herkesi.
    "Bana iyi davranırsan, beni mutlu edersen seninle beraber olurum."
    “Kimsenin nazını sözünü çekemem” durumlarındayız.
    Bu şartlarda yalnızlığa gebeyiz.
    Aslında kendimize dönmeye başladık.
    Kendimizi nazlar olduk.
    Nelerden hoşlanıyorsak onu yapmaya başladık.
    Bizi sıkmayan insanlarla görüşmeye, hoşlandığımız ortamları paylaşmaya...
    Yani gittikçe azalır olduk.
    Küçükken mutluluğumuzu, iki elimizi kocaman açarak ifade ederdik.
    Şimdi “Bir avuç mutluluk yeter” olduk.
    Candan Erçetin'in bir şarkısında söylediği gibi;

    Kendine kalıyor insan eninde sonunda…

    Sevgilerimle,
    Belgin BAYKAL

    “ Eyvah Rtük Var”





    Rtük Logo



       


       

      Keşke! “Eyvah RTÜK Var” diyebileceğimiz bir denetlememiz olsaydı.

      Uzun zamandır merak ediyorum. RTÜK; dizi, film, müzik elemelerinde nelere dikkat ediyor diye!

      Toplumun ahlakını değiştirecek bütün yeniliklere "Evet" diyor.

      Zengin gösterişli evlerde çarpık ilişkiler yaşayan diziler hiçbir engele takılmadan geçiyor.

      Şarkı sözü demeye bin şahit isteyen abuk sabuk cinsel içerikli şarkılar klipleriyle televizyon ve radyolarda baş listelerde yerini alıyor.
      Şimdi de cinsel tercihleri gözlerimizin önüne sermeye başladılar.
      Geçen gün yeni başlayan “Kılıç Günü” diye bir dizi, eşcinsel sahnesiyle bir ilki yaşattı.

      Gözlerime inanamadım. 

      Bunların olduğunu ve yaşandığını hepimiz biliyoruz ama
      görsele taşındığı anda, “Hepimiz bunu onaylıyoruz artık izleyebiliriz” anlamına gelmiyor mu?
      Artık televizyonun girmediği ev kalmadı.
      Her şeyi bu kadar ortada yaşamak ne kadar doğru?
      Özenilen yaşamlar için nelerden vazgeçiliyor kim bilir?
      Dizilerden ve filmlerden görülen hayatlara ulaşmak için ne bedeller ödeniyor?
      “Aşk’ı Memnu” dizisinden sonra yengelere bakış değişti.
      “Yaprak Dökümü” dizisinde enişte kavramı düşünülür oldu.
      Ve en son “Fatma Gülün Suçu Ne” de ki tecavüz sahnesi nasıl RTÜK’ ten geçti hala anlamış değilim. Tecavüz nedir biliyoruz. Çok detaya girmeden anlayabiliriz. 

      Sonuçta bu bir dizi, film değil…
      Konu çok güzel, toplumun bir yarası anlatılıyor…

      Tecavüze uğrayıp bunun ruhunda yarattığı yarayı saramadan toplum tarafından dışlanmak ve yeniden hayat kurmaya çalışmak.
      Kadınlığın kutsallığı ve savunmasızlığı burada başlıyor işte.
      Bu dizileri, filmleri onaylarken izleyici kitlesini de düşünelim.
      İzletilen saat dilimlerine bakalım gece yarısından önce mi?
      Bu kadar aydın ve açık olmayalım cinsel içerikli sahnelerde.
      Sanat için soyunanlar soyunsunlar…
      Hatta beyanatlar versinler hiç utanıp sıkılmadan
      “Bu sahnelerde hiç zorlanmadım” diye birbirleriyle yarışsınlar…
      Ama ben yakınlarımla erken saatlerde televizyon izlerken bu kadar detaylı sahneler  izlemeyi tercih etmiyorum…

      RTÜK bu aşamada nerede, onu merak ediyorum?

      Neye göre onay veriliyor?


      Sevgiyle Kalın

      Belgin BAYKAL

      Nasıl Müslümanız?







      Biz nasıl Müslümanız gerçekten?

      Nüfus cüzdanımızdaki bütün bilgilere sahip çıkarken, dini yazılan yerde ki “İslam” kelimesine bir türlü sahip çıkamıyoruz.

      Namaz kılana, oruç tutana hayretle bakıyoruz. 

      Gerçekten sende mi tutuyorsun?

      Ya da namaz da mı kılıyorsun şeklinde?
      Bunlar bizim dinimizin gereği değil mi?

      Normalde yapmamız gereken şey için neden insanlar hayrete düşüyor?

      Yıllar önce bir film izlemiştim. Almanya’da yaşayan ve Alman olan bir genç kız, Türk bir genci sever ve kendi isteğiyle Müslüman olduktan sonra evlenerek hep beraber Türkiye’ye yerleşirler…

      Müslüman olan Alman kız, İslam dinini bütün incelikleriyle okur ve anlar.
      Beş vakit namaza başlar, Ramazan ayında orucunu tutar, iyi ve ahlaklı bir insan olmak için büyük çaba sarf eder. 
      Aynı evde yaşayan ve Müslüman olan eşinin ailesi ne oruç tutar ne de onun gibi beş vakit namaz kılarak iyi insan modelini benimsemezler.
      Bir de gelinlerinin bu kadar dinimize sahip çıkmasına da hayret edip alay ederler.
      Alman Gelin zamanla bunların bu davranışlarına içerler ve bir anlam veremez.
      Bir gün eşine “Böyle bir dininiz var ve siz bunun değerini bilmiyorsunuz, neden dininizin bütün yapılması gerekenleri ben yapıyorum? Siz hiçbir şey yapmıyorsunuz?” der!
      Eşi, bu soru karşısında şaşırır.
      “Biz de dinimizi seviyoruz ama sen yap öğrendiklerini, karışma böyle şeylere” der…
      Alman gelin bu açıklamaya şaşırır kalır. “Siz Tanrınızı ve dininizi yeterince sevmiyorsunuz! Sevseydiniz ibadete vakit bulur, böyle davranmazdınız” der.
      Gerçekten sevdiklerimiz uğruna yapamayacağımız şey yoktur değil mi?
      Onlar için uykusuz kalırız, günlerce üzülürüz.
      Zor zamanlarında onların yanında oluruz.
      İş hayatımızı düşünüyorum.
      Bir üst makama çıkarken üstümüze çeki düzen veririz.
      Bize bir iş verilse, sabahlara kadar gerekirse üzerinde çalışırız.
      Çocuklarımızı yetiştirirken de koşullu yetiştirmiyor muyuz?
      “Sana şunu alırım ama bana bunu yaparsan”
      “Seni oraya gönderirim ama iyi bir öğrenci olursan”
      Ama iş ibadete geldiği zaman, “Benim kalbim temiz, Allah beni biliyor” şeklinde işin kolayına kaçıyoruz.
      Sevdiklerimizi bir yere gönderirken ya da zor durumda oldukları zaman, “Allah’a Emanet”  etmiyor muyuz?
      Ya da sıkıştığımız zaman, başımıza bir iş geldiği zaman Allah’a yalvarıp yakarmıyor muyuz?
      Bu kadar güvenirken ve inanırken, ona ibadet etmekte neden zorlanıyoruz?
      İsteklerimiz konusunda her zaman yeterince arsız ama Allah’ın isteklerini yerine getirmemekte ne kadar cüretkarız.
      Büyük haksızlık yapmıyor muyuz sizce?
      Müslümanlığın karşılığı "Güzel insan olmak",
      Kul hakkı yememek, kalp kırmamak, adaletli olmak, dürüst olmak, insan sevmek, merhamet sahibi olmak ve daha birçok şey…

      Ama bu hayatı ve sahip olduklarımızı kalıcı görüp ne kadar talepkâr yaşıyoruz.
      Aldığınız, sattığınız, giydiğiniz, yediğiniz, içtiğiniz her şey bu tarafta kalacak.
      Yanımızda ne götürebiliyoruz?

      Sadece bu tarafta yaptıklarımızı…
      Tabii gerçekten Allah'a inanıyor ve onu seviyorsak…
      Dinimizin gereklerini içimizden gelerek ve inanarak, gösteriş yapmadan
      “Güzel İnsan” olarak beklentisiz yapmak dileğiyle,


      Sevgiyle Kalın…

      Belgin BAYKAL

      Kelimelerin İhaneti!

















        Ne zordur ağzımıza gelen kelimelerin içimize geri dönüşümünü sağlamak,
        Düşünmeden bir avazda çıkan sözler ortalığı kasıp kavururken, telafisi mümkün müdür?
        Ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini bilemezsin.
        İçinden gelmiştir ve sana göre doğruları söylemişsindir.
        Haklı ya da haksızsındır…
        Söz ağızdan çıkmıştır bir kere.
        Sonra nasıl düzeltilir? Ya da yaralar nasıl sarılır?
        Kelimelerin ihaneti affedilebilir mi?
        Ya da senin başkasına ihanetin…
        Yapılan şeyleri görmek ve vefalı olmaktır dostluk.
        Görülmediği zaman büyük hüsran yaratır.
        Peki! Biz bunları beklerken kendimiz ne kadar vefalıyız?
        Yapılanları hemen unutuyor muyuz?
        Ya da bir kelime için tüm yaşananları silebiliyor muyuz?
        Cevabınız evet ise, siz hiç bir zaman dost olamamışsınız.
        Günümüz ilişkileri gerçekten vefadan ve dostluktan nasibini almamış.
        Her şey menfaat ve çıkar üzerine kurulmuş.
        “Sen ne kadar veriyorsun benden bu kadar şekli”
        Vermediğin gün veda günü,
        Yapılan her şey unutulmuş ve sen en kötü ilan edilmişsin.
        Sadece son kelimeler kalmış sürekli tekrarlanan.
        Neden bu kadar acımasızca davranıyoruz?
        Acılarla büyümekten yorulmuyoruz.
        Her defasında aynı yerde tıkanıyoruz?
        Kim haklı? Kim Suçlu?
        Bu çok mu önemli ilişkilerde?
        Davranışlarımızla “Haklıyken haksız yere düşmek” daha kötü değil mi?
        İlişkilerin tadını tuzunu ayarlamak gerçekten zorlaştı.
        Bireysellik ve kendine düşkünlük, her şeyi yerle bir edecek seviyeye geldi.
        Herkes beklentili, herkes mutsuzluğa aday durumda…
        Rahat mı batıyor bizlere gerçekten?
        Sevmemeye yemin mi ettik güzel olan değerleri?
        Her şey bizim istediğimiz şekilde güzel gidince mi seveceğiz herkesi, her şeyi?.
        Koşullu sevmelere gebe mi olacağız her zaman?
        Bir insanı olduğu gibi sevmeyi kabul etmeyecek mi bu yürekler?
        Acıları unutmakta geçmişi hiç bırakmazken, iyilikleri hatırlamakta geçmişe yolculuk ne kadar zor! Güzel şeyleri çabucak unuturken, kötü şeyleri asla bırakmıyoruz.
        İnsanın doğası daha çok kötüye mi yatkın acaba?.
        Canımız bir şeye sıkıldıysa, hiç olmadık birisinde patlayabiliyoruz.
        Benim de çok nadir yaptığım ve sonra kendime gelince utandığım bir duygudur.

        Geçen gün sevdiğim bir insanla sorun yaşadım, canım o kadar sıkılmıştı ki,
        bu arada internet bağlantımla ilgili de sürekli sorun yaşıyordum.
        Beklediğim gün gelmişti sanki. İnternet Arıza servisini aradım.

        Karşıma o günün şansız insanı çıktı.
        Bana güzel bir şekilde, “Sistemlerinde sorun olduğunu ve o anda bilgilerime bakamadığını, daha sonra tekrar aramam gerektiğini söylüyordu.”
        Ben de hiç onu dinlemeden, “Sizin sorunlarınız bitmez zaten, ben sürekli sizi mi arayacağım? Siz beni arayın?" şeklinde yükleniyordum.
        Telefondaki kişi, bant kaydı olduğu için sınırlarını zorluyor kötü bir şey söyleyemiyor ama dişlerinin arasından sürekli aynı şeyleri söylüyordu.
        Sonunda fark ettim ki, onun yapacağı bir şey yoktu.
        Ama ben öfkemi başka yerde gidermeye çalıştım.
        Sonunda üzüldüm! “Ne kadar gereksiz bir çıkıştı bu” dedim.
        O kişinin mesaisini kötü geçirmesine sebep oldum belki!
        Ama iş işten geçmişti.
        Daha sonra tekrar aradım. Sistemlerindeki sorun hala çözülmemişti.
        Ama benim kendimle yaptığım görüşme sona ermişti.
        Duygusal birikimlerimi başka insanlara boşaltmayacaktım.
        Sizde öfkenize yenik düşüp, masum kurbanlar aramayın!

        Gerçek muhatap kendimizden başka kimse olamaz.


        Sevgilerimle…

        Belgin BAYKAL

        Konuşmamız Gerek

          Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...