8 Mayıs 2012 Salı

Bu Size Olmaz!














Ne kadar da “Önemliyiz” kendimiz için.
Her şeyin doğrusunu, eğrisini biz biliriz ya!
Herkes her şeyi yanlış yapar bizim gözümüzde.
Onların davranışları karşısında bir de hayrete düşeriz.

Neden hayrete düşeriz?
Hangi mantıkla?
Başka hayatlarda yaşamış, başka şeylere inanmış bir insan, neden senin gibi düşünsün ki!
Onun değerleri onun yaşanmışlıkları nasıl seninkiyle örtüşsün ki!
Farklı insandan aynı beklenti neden?
O “Sen” değil ki!
Sürekli kendimin de fazlasıyla kullandığı bir cümle aklıma takıldı.

 “Ben olsam asla yapmam”
Tabii ki yapmam!
Çünkü ben “Ben” im. Ben, kendi doğrularıma göre “Yapmam” diyorum.
Peki ya onun doğruları ve yaşadıkları?
Ya gerçekten o haklıysa?

Kime göre doğru?
Karşı tarafa çok yüklenmemek gerek aslında!
Başka hayatlara saygı göstermeliyiz ki, onlar da bizim hayatımıza saygı duysun.
Saygı gösterip de saygı görmüyorsak çevremizi eleme zamanımız gelmiş demektir.
Gerçek sevgiye ve sıcak dokunuşa kimsenin “Hayır” diyeceğini sanmıyorum.
Millet olarak aslında sevilmeye açız.
En ufak sevecen bir tavır karşısında şaşırıyor, mutlu oluyoruz.
Alışverişlerimizi düşünüyorum, bize yaklaşımlarında,
"Bu size olmaz", 
"Size daha uygun bir şey bulalım"
Ya da, "Bakın sizin için şunu ayırdım" gibi sıcak ve aitlik duygusu veren cümleler ne kadar hoş gelir insana.

Bazı huysuz tipli insanlara da tam tersi etki yapar, o ayrı;)
"Niye bana iyi davranıyor, beni nereden tanıyor?"

"İster alırım ister almam" şeklinde…
Onlar için yapacak pek bir şey yok zaten.
Nerede olursak olalım! Kendimizi özel hissetmek isteriz.

Bunu beklerken de kendimiz öyle yapmaktan çekiniriz nedense?
Birisine yardım etmek, derdini dinlemek, yol göstermek ya da yakın davranmak.
Hep almaya mı meyilliyiz?
Egolarımız hep kendimize yönelik mi işliyor sürekli?
Birilerini idare etmek neden zor geliyor?
Neden hep “Biz” daha önemliyiz?
Gizli gerçek burada yatıyor.
Beklediklerimiz, aslında bizim yapmamız gerekenler.
Biz bunları yapmadan bekliyorsak!
İşte “Bu bize olmaz” …

 

Sevgilerimle
Belgin BAYKAL

Boşanma Sonrası!!!







Bin bir emekle kurulan yuvalar, iki tarafın birbirine gösterdiği özensizlik yüzünden dağılmaya yüz tutar.
Senin hatan benim hatam derken olayın can yakıcı kısmı çocukta gerçekleşir. 
En masum ve zayıf halka seçilir.

İki tarafta acımasızca yaşanmışlıkların acısını çocuktan çıkartır.
Anne tarafı, baba tarafı derken, kırıcı kelimeler ortalarda dolaşır.

Yıkılan yuvadan enkaz olarak çıkartılır yavrucak.

Kime inanacağını ve kimin tarafında olacağını bilemez.

Onun için zayıf duran acınacak haldedir, güçlü duran ise onun kolayca kırabileceğidir.
Zayıf olan bir şeye kimse yüklenemez çünkü bilir taşıyamayacağını. 

Denge bu şekilde kurulur.

Çocuk her zaman anne babasını bir arada görmek ister. 
Bir arada derken huzurlu, kavgasız ve gürültüsüz bir ortamda düşünür.
Ne annesinin yanına başka bir erkeği, ne de babasının yanına başka
bir kadını yakıştırabilir.
Ne kadar iyi olurlarsa olsunlar herkesin yeri farklıdır.
Anne annedir, baba babadır.

İyisiyle kötüsüyle bu böyle olur.

O zaman çocuklarımızın hayatına, duygularına ve beklentilerine saygı göstermeliyiz.
Onların izni ve gönlünü almadan, ona annelik ve babalık görevlerimizi tam olarak yerine getirmeden, “Bu benim hayatım, istediğim gibi yaşarım” felsefesinden uzak durmalıyız.
Çocuklarımıza boşanma sonrası yaşatabileceğimiz en güzel duygu,
“Biz ne olursa olsun senin yanındayız”.
“Sen bizim için çok önemlisin duygusunu” vermektir. 
Bunu ağızdan söylemenin hiçbir değeri yoktur.

Çocuklar sevgiyi, ilgiyi, güveni en iyi bilen ve alan saf ve temiz parçalarımızdır.
Kendi dünya görüşüne ve içindeki kin, intikam duygularına onu alet etmek büyük acımasızlıktır.
Bizde boşanma sonrası erkek ya da kadın kendi istekleri
doğrultusunda boşanmadılarsa büyük bir kuyruk acısı yaşarlar.
Bu acıya da çocuklarını alet ederler.
Onları daha az görerek, daha az severek cezalandırırlar.
Aslında cezalandırırken kendilerini de en güzel duygulardan mahrum bırakırlar.
Bir çocuğun sevgisinden, o büyürken geçirdiği evrelerinden,
sevinçlerinden, heyecanlarından, mutluluklarından her şeyden.
Bir daha geriye dönüp yaşayamayacağı duygulardan…
Minik masum kalplerden esirgenen sevginin, onlardan çalınan
zamanın, kalplerinde bırakılan büyük kırgınlıkların hepsinin
bedelini zaman ödetir kişiye.
Ama iş işten geçmiştir, geçmişte ki kırıklıklar asla bir daha eskisi
gibi olmaz.

Geçmişte yapılan hatalar her fırsatta insanın yüzüne tokat gibi vurur.
Sadece parayla, giyimle, kuşamla, hediyelerle, ebeveynlik olmaz.

Kaliteli zaman geçirmek,

Değerini hissettirmek,

Güven vermek ve her şeyiyle onu sevmek, 

Unutmayın! Ne evliliğinizden ne de boşanmanızdan onlar sorumlu değildi.
Kendi seçimlerimizdeki hatalarımızın bedelini onlar ödememeli...

Sevgilerimle

Belgin BAYKAL

Bir Erkeği Sevmek!











Bir erkeği sevmek, çokta gözde büyütülmemeli aslında…
Küçük bir erkek çocuğu düşünün;
Tüm yaramazlıklarını, ele avuca sığmazlıklarını, dengesiz
davranışlarını, şefkat   gördüğü zaman yatışmalarını, oyuna
düşkünlüklerini, basit şeylerle saatlerce vakit geçirebildiklerini düşünün.
Bakıyorum günümüz gençlerine ya da çoluk çocuk sahibi
olmuş olgun görünümlü erkeklere, hepsi yaramaz ve hınzır
erkek çocukları gibi.

Sorumluluk duyguları az ya da aşırılıktan özel hayata zaman yok. 

Kendilerini oyalayacak şeylerle daha meşguller.
Saatlerce televizyon ya da benzeri oyunlarla zaman dolduruyorlar.

Arkadaşlarıyla bir araya geldikleri zaman hala iddia ve gaz 
vermelerle her şeyi unutacak kadar hırslanabiliyorlar.
Birbirlerinin sahip olduğu şeyleri bir türlü çekemiyorlar.
Emanet ettiğiniz çocukla bile oynarken ona yenilmeyi hazmedemiyorlar.)
Kavgalarını düşünüyorum; karşı tarafı yok edecek kadar hırslı 
ve gözü dönmüş…

Araba kullanırken bakıyorum; sevdiklerini göremeyecek kadar toy ve intikamcı…

Anlayacağınız hiç büyümüyorlar…
Kadınlar daha çabuk olgunlaşıp yol alırken erkekte hiçbir değişiklik olmuyor.
Bunun sonucunda bir erkeği sevmeyi çok fazla büyütmemek gerekiyor.
Onları bir annenin evladını sevdiği gibi sevdiğiniz sürece sorun olmaz.
Çünkü onlar  annelerinden sonra el değiştirerek artık sizin kuzunuz oluyorlar.)
Bir erkekle yaşamaya karar verdiyseniz önce küçük yaramaz erkek çocuklarını sevmelisiniz.
Onlara hoşgörülü davranabiliyorsanız, artık sizin de bir erkeğiniz olabilir ve gönlünüzce sevebilirsiniz.Ama çok da anlam yüklemeyin kelimelerine, ne de olsa yaramaz çocuklarınız onlar…


Sevgiyle Kalın 

Belgin BAYKAL


Ben Varım!







Neler geçti kim bilir başından,

Sevgi umdun hep başkalarından,

Ağlama gidenlerin ardından, 
O giderse ben varım…

Ayrılmam istersen hiç yanından,

Çağırsan gelirim çok uzaklardan,

Eskiden korkardım yalnızlıktan,

Korkmam artık sen varsın…

Geçen gün radyoda o eskimeyen parça çalıyordu, yine Ayten
Alpman’ın o güzel yorumuyla…
Düşündüm! Ne kadar kıymetli sözlerdi söylenen, şimdiki şarkı sözlerine benzemeyen…
Karşılıklı güven duyulan, bütünüyle bağlayıcı sözlerdi.

Birisinin hayatında "Korkma! Bundan sonra ben varım" diyebilmek…
Ya da sonuna kadar güvendiğin bir insan için "Korkmuyorum çünkü sen varsın” diyebilmek…
Bu sözleri sarf edebileceğiniz bir dosta, bir aileye ya da bir
sevgiliye sahipseniz çok şanslısınız.
Yalnızlığın kelime anlamı, tam anlamıyla böyle bir insanın olmaması diye düşünüyorum.
Korkularınızda, endişelerinizde, mutluluğunuzda, umutsuzluğunuzda, 
“Hadi gel” diyebileceğiniz bir insan geçiyor mu aklınızdan?
Ya da siz, o çağırılan insan mısınız?
Her durumda karşı tarafın çağrısına koşulsuz gidiyorsanız asla yalnız kalamazsınız.
Ama birisinin ihtiyacı olduğu durumlarda, bahaneler uydurup orada değilseniz, yalnızlığa adaysınız.
Sürekli karşı taraftan beklemek, hiçbir şey vermemek zamane duygusu oldu.
Herkes kıymetli, herkes eşi bulunmaz hissediyor kendini…
“Ben yapamam o yapsın” düşüncesi…
Bu şartlarda sağlam ilişkiler nasıl kurulur?
Ya da kurulan ilişkiler ne kadar sürer?
Birilerinin hayatında "Ben Varım" olmak, bu kadar zor mu olmalı?
Gerçek sevgi ve güven varsa paylaşılan, ben her şeye rağmen "Ben Varım" diyorum…

Ya siz? Siz de var mısınız?

 

Sevgilerimle,

Belgin Baykal

Aslan Oğlum









Mutlu bir başlangıçla gerçekleşen evlilik ve sonrasında erkek çocuk beklentisi.
Birçok ailede büyük önem taşır erkek çocuk sahibi olmak.
"Erkek adamın oğlu olur" lafı da bunu iyice ateşler.

Her ne kadar "Erkek, kız fark etmez! Sağlıklı olsun yeter ki”
deşeler de babalar, gerçeğinde, hep bir erkek çocuk beklentisi yatar.
O müthiş olay gerçekleştiğinde şenlik olur evler.
Erkek çocuğu sahibi olan baba, ağzını doldurarak “Oğlum oldu” der.
Annenin de çok başka bir haz duygusu başlar.

Bütün dünya, yeni doğan o küçük erkek çocuğunun üzerine kurulur. 
Bir ailenin başına gelen en iyi şey olmuştur.
Erkek çocuğuna o gözle bakılır.
Bu özenle büyütülen çocuk büyük bir törenle sünnet edilerek
aile tarafından “Erkek oldu” unvanına eriştirilir.

Oyunlar, maçlar, taraftarlık, skorlar, her şey erkek çocuğu içindir.

Oğlum değil mi? Ne isterse yesin ne isterse yapsın, hangi kızı
istiyorsa ayarlasın, dövsün, vursun, kırsın, ne de olsa erkektir, 
yapacak tabii…

Bütün kızlar elinin kiridir. Çapkınlık onun şanından gelir.

Bu şekildeki abartılı sözlerle büyütülen erkek çocuğu için askerlik vakti gelir.
Ailenin o heybetli bakış açısı ve erkek çocuğuna gösterdikleri özel durum, yerini matemli bir havaya bırakır.
Tabii ki zor bir durumdur, ayrı kalmak, eski rahatını sağlayamamak.
Ama "Bir oğlum var" diyorsanız, kısa dönemde olsa, uzun dönemde olsa, bazı şeylerin kıymetini bilmesi açısından askerliğini yaptırın.

Her erkek çocuğu gerçekten bir özrü olmadığı sürece, 1 ay
da olsa askerlik yapmalıdır.
Onun dışında bütün askerlik yapanlara büyük haksızlıktır bu "Bedelli yasası"

"Oğlum var derken, iyi düşünün"

Ne kadar iyi yetiştirdiniz?
Ülkesini, milletini, vatanını, ailesini sevip koruyacak kadar mı? 

Yoksa! bedelini ödeyebildiği her şeyi kendi menfaatleri doğrultusunda kullanacak kadar mı?

Belgin BAYKAL

Bana Yalan Söyle! Sevineyim...







    Duymak istemediğimiz her gerçekte, yalanlar ne kadar rahatlatıcı bir değer alır.
    Her zaman hazır olamayız gerçeklerle yüzleşmeye,
    Bazen dua ederiz "Ne olur yalan olsun" diye,
    Sonuçların bizi ne kadar etkileyebileceğini düşünemeyiz!
    Ne yapacağımızı bilemeyiz.
    Olaylar karşısında o mucize kelimeleri bekleriz.
    Yani bizim duymak istediklerimizi…
    Karşı tarafın dürüstlüğü rahatsız eder bizi.
    Gözlerinin içine baka baka yalan bekleriz.
    Uzun zamandır seni görmeyen bir arkadaşınla karşılaşırsın, 
    "Sana hiç değişmediğini ve yaşlanmadığını söyler"
    İşte bu koca bir yalandır.

    Sadece iyi görünmek ve bakımlı olmak fark yaratır.

    Ama yaşlanmamak mümkün değildir.

    Fakat bunu duymayı severiz.

    Bunun diğer kısmını düşünün,

    "Ne oldu sana böyle"
    "Neler yaşadın da bu kadar çöktün"

    "Gerçekten çok yaşlanmışsın" deseler!
    Kendimizi nasıl hissederiz?
    Berbat değil mi?
    Ya da bir ilişkiniz var, aldatıldığınızı fark ettiniz.

    Geçtiniz karşısına sordunuz?

    O sırada duymak istediğiniz tek şey,

    Hayır! "Asla böyle bir şey yok, yanlış anladın" şeklinde ikna
    edici sözlerdir.

    Tersini düşünelim.
    "Evet seni aldatıyorum, ne zamandır bir ilişkim var, onu çok 
    seviyorum" derse…
    Bu gerçekle ne kadar baş edebilirsiniz?

    Ya da bu duyduklarınızı nasıl hazmedebilirsiniz?

    Her ilişkinin sonunda kalan, gidenden hep açıklama bekler.

    “Şunu deseydi, bunu yapsaydı, konuşsaydı, haber verseydi,
    gerçeği söyleseydi” şeklinde beklenti dolu sözler.
    Ama sonuç değişmez!

    Ne yapılırsa yapılsın, her zaman bir eksik aranır.

    "Bana doğruyu söyle" derken! Bile, yalan bekleriz.

    Hoşlanacağımız türden, beklediğimiz gibi…

    Bunun dışında duyulanlar yaralar benliğimizi.

    Ansızın bastıran bir dolu gibidir.

    Sert ve acımasızca hasar bırakır.

    İnce ve hassas ilişkilerde insanları üzmemek adına yalan 
    güzeldir.
    En azından acıyı azaltır, karşı tarafa kendisini iyi hissettirir,
    Doğruluğa ve dürüstlüğe ters düşmeyecek şekilde söylenen
    yumuşak geçişli yalanlar.
    “Bana yalan söyle” beni sevdiğini anlayayım…

    Çünkü yalanda bir düşünce şeklidir.
    Sevdiklerine zarar vermemek ve üzmemek adına söylenir.

    Ne kadar yalandan hoşlanmayız desek de, bu da koca bir yalandır…

    Sevgiyle kalın…

    Belgin BAYKAL

    Anı Yaşamak!








    Nedir bu “Anı yaşamak”

    Kimler yaşar?

    Kural nedir?
    Annemin bir sözü vardır ”Gittiğin yere kendi mutsuzluğunu götürüyorsan boşuna zahmet etme” diye!
    Gerçekten de öyledir.
    İçinizde cevaplanmamış bir sürü soru, geleceğe dair kaygılar, geçmişe duyduğunuz öfke varsa, bunlar her gittiğiniz yere sizinle beraber geliyorsa, anınızı yaşayamazsınız!
    Seyahate çıkmaya karar verdiniz, hava değişikliğinin size iyi geleceği düşüncesindesiniz…
    Kendinizi büyük bir valizin yerine koyun.
    Gerekli gereksiz, içine ne varsa doldurun, sonrada onu taşımanın zorluklarını yaşayın.
    Döndükten sonra da kendinize söylenin;
    "Ne kadar gereksiz şey yanımda götürmüşüm, çoğunu kullanmadım" diye.
    O kadar yük ile, ne gittiğiniz yerin manzarasını ne de konumunu fark edebilirsiniz.
    İşte ruhumuzla seyahatimiz de böyle başlar…
    İçini ne ile doldurduğumuzla ilintilidir.
    Eğer yanımızda bir sürü olumsuz düşünce ile yola çıkıyorsak, tüm olumsuzlukları da üstümüze çekeriz.
    Hayat, çok fazla anlam yüklenmeyecek kadar kısa.
    Yediğiniz yemeği gerçekten tadarak yiyin,
    İçtiğiniz suyu hissedin, gördüğünüz yerler sizin şansınız diye düşünün.
    Eğer bu dünyaya anlam yüklemek istiyorsanız, hayatınıza anlam katın, keyif almayı bilin…
    Her gittiğiniz yere ruhunuzu da götürün.
    Burası olmadı “Başka nereye gitsem de mutlu olsam” diye bir kavram yok!
    Mutluluk sizin gözlerinizle gördüklerinizde saklı…
    Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz.
    Farkındalıklarınızı arttırın…
    Küçük şeylerden keyif almayı bilin.
    Birkaç tişört ve pantolonla dünyayı gezebilecek sadeliğe erişin.
    Orhan Veli’nin de dediği gibi;
    Bedava yaşıyoruz, bedava;
    Hava bedava, bulut bedava;
    Dere tepe bedava;
    Yağmur çamur bedava;
    Bunları biliyorsanız ve farkındaysanız,

    İşte şimdi! “Anınızı Yaşayabilirsiniz”


    Sevgiyle Kalın

    Belgin BAYKAL

    Konuşmamız Gerek

      Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...