17 Mayıs 2012 Perşembe

Ne Zaman Emekli Olacağım?





“Her genç kızın rüyası” gibidir emeklilik hayalleri…
Tüm çalışanların geleceğini süsler, planlar yapılır her şey o günlere ertelenir.
“Hele bir emekli olayım” diye.
Bu konuda şanslı adaylardan biriyim. Genç yaşta iş hayatına atılmanın faydalarını erken yaşta emekli olarak gördüm.
Yaptığım gözlemlerimde herkesi bu kadar şanslı göremiyorum.
Hiç kimse geleceğini göremiyor. Herkeste bir motivasyon düşüklüğü var.
Bununda tek sebebi yine Amerika ve Avrupa Ülkeleri baz alınarak yapılan emeklilik yasası.
Kadınlar 58, erkekler 60 yaşını doldurduklarında, 7000 gün prim ödemiş olmak koşuluyla emekli olabilecekler.
Burası “Türkiye”
Öncelikle kendimizi diğer ülkelerle karıştırmayalım.
Bizim çalışma şartlarımız ve sosyal güvencelerimiz onlar gibi değil.
Ne bizim ne de çocuklarımızın geleceği maalesef belirsizlik içerisinde. Herkeste gelecek korkusu var…
Kime “Ne zaman emekli olacaksın” desem!
Yüz ifadesi değişiyor ve "Sayamıyorum bile" diyor.
Çünkü sorduğum kişiler 30-35 yaş arası,
Zaten 10 yıl kadar çalışmışlar.
Daha sonraki yılları düşünmek bile istemiyorlar.
İnsanların geleceğe dair hayallerini yıkmak bu kadar kolay mı?
Bu kararı alanlar galiba herkesi kendi imkanlarıyla bir görüyorlar.
Herkesin altında makam arabası, elit iş ortamları ve gelecek güvencesi yok maalesef.
Daha sağduyulu kararlar alınması gerekiyor.

Bu kararların alınma sebebine, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı,  “30 - 40 yıl sonrasında daha yaşlı bir nüfus, bu nüfusun getireceği finansal yükün şimdiden düşünülmesi gerekiyor'' demiş.
Buna bir çözüm üretilebilir.
Nasılsa her şeyin vergisi var, “Emekliliğe destek vergisi” çıkartsınlar, hiç değilse ne için vergi ödendiği bilinerek gönül rahatlığıyla herkes katkıda bulunur.
Böylece yaşlı nüfusun getireceği finansal yük azaltılmış olur.
Bu yapılanma şekli de vatandaştan bir “Oy alma" sebebidir.
Çalışanların emekli olma hakkını öne çekip, emekli olma isteği kendilerine bırakılsa daha çok verim alınır.
Zorla dayatılan kararlar, kişinin performansını düşürmekten ve enerjisini almaktan başka bir işe yaramaz.
Yeni Emeklilik yasası “Modern kölelik” gibi…
İnsanı insan yapan özellik “Ona tanınan özgürlüğü ve değeridir”
Çalışanlarınıza sahip çıkın ve değer verin.
Onların arkalarında olduğunuzu, aldığınız kararlar ve çıkartılan yasalarınızla hissettirin.
Motivasyon arttırıcı çalışma ortamları ve özlük hakları hazırlayın.
Kişiye verdiğiniz değer onu daha çalışkan, azimli ve üretken yapacaktır.
“Hele bir emekli olayım” diyenlere tavsiyem, hiçbir şeyi ertelemeyin!
İmkanlarınız el verdiğince her şeyi yapmaya çalışın.

“Gelecek bize neler getirecek bilemiyoruz.”


Belgin BAYKAL

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Ünlü İnsanlara Biraz Saygı!








Gündemdeki aşklar ve skandal başlıklar, hepimizi çok ilgilendiriyor gerçekten,
Kim kiminle beraber olmuş? 

Ayrılmış mı? Evlenmiş mi? Hamile mi? Değil mi?
İlk sevgilisi kimmiş? Daha önce kimlerle beraberlik yaşamış.
Bunlar gerçekten de vazgeçilmez meraklarımız.
Daha doğrusu öyle sanılıyor.
Magazin haberlerine bakıyorum da iyi ki ünlü birisi olmamışım.
Gerçekten o kadar sabırlı olamazdım.
“Yakın bir arkadaşımla yemeğe çıksam, ertesi günü gazetelerde sevgili olarak uyansam.”
Ayağım burkulup yanlışlıkla birinin kolunu tutsam, "Çok içti ayakta zor duruyordu" olsa!
Her gün aslı astarı olmayan bir sürü haberle güne başlamak gerçekten zor olmalı.

Ya da gittiğiniz her yerde resim çektirmek isteyen hayranlarınıza “hayır”diyememe şansınızın olmaması.

Evet magazin haberciliği ne kadar abartılırsa o kadar iş yapıyor ama o insanların özel hayatlarını zorlaştırmak ve onları yalnızlığa itmek ne kadar doğru.
Herkes işini yapıyor buna denilecek bir şey yok.
Ama biraz gerçek ve insaflı haber yapılmalı...
Bu insanların aile hayatları ve hesap verecekleri kimseler de var.
“Onları biz ünlü yaptık, İstediğimiz gibi davranırız” şekli acımasızca.
Kameralara oynayan bir sürü ünlü var, her türlü haberi yapılsın umurunda değil.
Yeter ki ondan bahsedilsin. 

"Şurada olacağım gelin beni çekin" diyenlerin haberlerini yapın.

Ama sadece işini yapan ve özgür yaşamak isteyen ünlülerimizin hayatlarına saygılı olmak gerek.
Hayatta her şeyin bedeli ağırdır. Baştan çok ışıklı ve güzel görünen hayatlar içine girilince öyle olmaz.
Herkesin gözü üzerinizde olur. Yediğiniz, içtiğiniz, gezdiğiniz her şey ortak kullanılır adeta.
Hesap vereceğiniz ne çok kimse oluşur bir anda…
Ne ağız tadıyla hastalanabilirsiniz ne de acınızı yaşabilirsiniz ne de gönlünüzce eğlenebilirsiniz?

İnsanlar yapılan haberlere bazen koşulsuz inanıyor, bazen de
sorguluyor. Haber yaparken daha insani başlıklar kullanılmalı.

Nasıl basın özgürlüğü varsa, bırakın ünlülerin de biraz özgürlüğü olsun…

Hayatlarını yaşasınlar…

Yoksa soluğu Amerika’da alıyorlar…

Kendinizi ünlü gibi düşünün ve ona göre haber yapın, o zaman her şey daha adil olur…



Sevgilerimle...

Belgin BAYKAL

Gerçekten Eğitim Var mı Bu Ülkede?














Eğitim ve Öğretim Sisteminde alınan acil kararlarla o kadar gencin ve yeni Eğitim hayatına atılan miniklerin gelecekleriyle nasıl oynanır anlaşılır gibi değil.
Dershaneler kapatılacak!
Sınavlar kaldırılacak!
Kademeli eğitime geçilecek!
Dörtlü sisteme geçiş!
Fatih Projesi derken bir sürü yenilik hiçbir pilot geçiş yapmaksızın hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Kendi kimliği ile tanışmayan çocuk bir sürü yeni sistem ve ailesinin kişisel hırslarıyla baş başa bırakılıyor. 

Düz eğitim sisteminde öğretmenler dersi anlayanla yapıyor anlamayana özel ders teklifleri sunuluyor. 

Öğretmenlerin maddi yük olarak görüldüğü bu sistemde bu sonuç normalleşiyor.

Çocuklar okula sadece gitmek için gidiyorlar.
Dershaneler kalkacak deniyor ya!
Bana kalırsa düz eğitim veren ilk ve orta derece okullar kalksın.
Okulda eğitim göremeyen ve kendini ifade edemeyen öğrenciler dershanelerdeki eğitimcilerin özel ilgisiyle kendilerini daha iyi hissediyorlar.
Başarma hissini onlarla yaşıyorlar.
Dershanelerin kapatıldığı gün, üniversite soru sistemini ilkokul seviyesine indirmeleri gereken gün olacak. Eğitim sistemi hala oturmuş değil. Eğitimcilerin aldıkları ücret onları tatmin etmediği için öğrenciye yönelik fazladan bir özveride bulunmak istemiyorlar.
Yabancı dil, merhaba, evet ve hayırdan ibaret.
Matematik, dört işlemi öğrendilerse büyük kazanç,
Coğrafya, yaşadığı yeri ve komşu ülkelerini öğrendiyse ne ala.
Tarih, Birkaç savaş ismi verip resmi bayramlarımızı sayabiliyorlarsa mutlu olalım.
Türkçe, dil anlatım ve edebiyat, gerçekten içine İngilizce katmadan bir cümle kurabiliyor mu? Ya da cep telefonundan attıkları mesajlara bakın, dilbilgisi katledilmiş mi?
Bunların hepsini düşünün ve eğitime ona göre şekil verin.
Önce alt yapının iyi kurulması gerekir.
Test edilmeden geçiş yapılmaz.
Bu konuda örnek teşkil eden ülkeler var, onların eğitim sistemlerini ve alt yapılarını inceleyin.
Nasıl başarılı olmuşlar araştırın.

Sınav sistemi gerçekten olmalı mı?

Bütün bir sene yoğun hazırlanılan ve tüm hedefleri sadece 3 saatlik sınava bağlı olan gençlerin yaşadığı stres ve sınavda başarısız olma kaygısı telafisi olmayan sonuçlara neden oluyor.

Midesi bozulanlar, bayılanlar, sınav yerini bulamayanlar ya da özel durum yaşayanların tüm geleceklerinin bu sınavlara bağlı olması çok üzücü.

Bir de ailelerin çocukların üzerinde kurdukları baskıyı düşününce hep çocuk kalmak en güzeli.

Her şeyin sınav olmadığını, eğitimin birkaç senesini maneviyat ve güzel insan olma temelleri üzerine vermeyi amaçlamak, sosyalleşmelerini sağlamak, bizi gelişmiş eğitim sistemi olan ülkeler arasına sokar.

Çocuklar yönlendirilmek ister ama yetenekleri doğrultusunda.

Bu aşamada aileye çok iş düşer.

Manevi desteğinizi esirgemeyin, çocuklarınızı robot gibi görmeyin, mutlu çocuk yetiştirin.

Aynı sözleri tekrarlayıp sıkıcı ebeveynler olmayın.
Renkli, canlı eğlenceli olun.
Bunların hepsi sizin elinizde.
Hepinize iyi dersler;)


Belgin BAYKAL

Ne Kadar Samimisiniz?






Size biri derdini anlatırken, onu nasıl dinlersiniz?

Canı gönülden tüm kalbinizle mi?

Yoksa bir an evvel anlatsa da gitse durumunda mı?

Sizin etrafınıza yaydığınız elektriğiniz ve ifadeleriniz karşı tarafa olduğu gibi yansır.

Size notunuzu verir, daha sonra ne yaparsanız yapın her zaman onun beyninde öyle kalırsınız.

Başkalarına verdiğiniz değer kadar değer görürsünüz.

Bunu vermeden beklerseniz çok hayal kırıklığı yaşarsınız ve farkında olmadan karşı tarafı suçlarsınız.

Neden öyle davranıldığına ve söylendiğine dair hiçbir fikriniz yoktur.

Hak etmeden bu durumla karşılaştığınızı sanırsınız.

Halbuki, karşılaştığınız bu durum sizin verdiğiniz olumsuz elektriktir.

Siz, kaşınız gözünüz bir havada soru sordunuz ona göre de cevap aldınız.

Bir gün gerçekten en samimi duygularınızla birisiyle görüşmeye çalışın.

Net olun ve içinizden geldiği gibi kendinizi anlatın.

Hiçbir abartıya ve gösterişe kaçmadan…

Karşı tarafın sizi önemsediğini ve daha sıcak davrandığını göreceksiniz.

Çünkü ona tüm samimiyetinizle yaklaştınız ve içinizi açtınız.

Size farklı dönmesi mümkün mü?

Yine kendinizden örnek verin! Bir arkadaşınız geldi ve çok hoşlanmadığınız her zaman farklı bulduğunuz birisi.

O gün gerçek benliğiyle ve tüm içtenliğiyle size sorunlarından ya da kendinden bahsetti.

Ona karşı kaba ve duyarsız konuşma yapabilir misiniz?

Eğer dostluk ve arkadaşlık ölmüş diyorsanız, yine kendinize bakın!

Siz ne kadar dostsunuz?

Karşı tarafın her zaman yanında mı oldunuz?

Siz onun her zamanında güveneceği insan mıydınız?

Sadece anlatan olmayın, aynı zamanda iyi bir dinleyici olun,

Unutmayın ki! Karşı tarafta sizin gibi dinlemekten zevk almıyor olabilir.

Onun da birikmiş hikayeleri olabilir.

Bir nefeste her şeyinizi anlatıp ama onu dinlemezseniz, artık sizinle çok hevesli görüşmek istemeyecektir.

Konuşurken eleştirel ve yıkıcı olmayın.

Karşı tarafın buna ihtiyacı olmayabilir. Daha yapıcı ve anlayışlı yaklaşın.

Sonunda her şeyin sizde bittiğini anlayacaksınız.

Dünya güzeli bile olsanız, kimse sizi idare etmek zorunda değil!

Bir süre sonra karşı tarafta bıraktığınız etki, sadece ruhuna yansıyacaktır.

Onu rahatlatıp kendini iyi hissetmesini sağlayabiliyorsanız ve aynı karşılığı alıyorsanız dostluklarınız baki kalır…

Anlayışlı ve içten olun…

Montaigne bir sözünde, “Senin herkesten beklediğin muamele, herkesin de beklediği muameledir”


Sevgiyle Kalın...

Belgin BAYKAL

Kadının Yeri!









'Hanım' lafı nereden geliyormuş meğer!
Söylenir ki, bir gün Cengiz Han, tüm hanlarını toplamış, sağ yanına da eşini oturtmuş;
 Cengiz Han, Hanlarına,
-- "Ben Hanlar Han'ı Cengiz Han, hepinizin Han'ıyım", eşini göstererek;
-- "Bu da benim Han'ım" demiş..
İşte erkeklerin "eşim" anlamına söyledikleri "hanım" kelimesi oradan geliyormuş.
O zamanlar bile, güç ve kuvvetinin en zirvede olduğu döneminde Cengiz Han eşinin yerini ne kadar önemli kılmış.
Herkesin yanında, saygınlığını ve toplumdaki yerini belirtici bir şekilde seslenmiş hanımına.
Biz de ise kadının yeri hala tam olarak saptanamamış…
Ne yaparsa yapsınlar, erkeklerin birçoğunun gözünde koca bir hiç olarak görünüyorlar.
Ya da öyle görmek istiyorlar.
“Eksik etek” diye adlandırılan kadın, ne kadar çalışıp didinse, toplumda bir yer edinse de,
eşinin gözünde gerekli sevgiyi ve ilgiyi göremiyor. 

Bazı kadınlarımız köle pazarı gibi hem para kazanıp hem de işsiz kocalarına bakarken ayrılmayı ağzına bile alamıyor. 

Cesur olanlar da ölümü göze alarak evlerinden ayrılıyorlar. 

Burada devreye cehalet, kıskançlık ve aşağılık kompleksi giriyor.

Kendisine yetemeyen erkeğin gözü dönüyor ve evine dönmeyen karısını gözünü kırpmadan öldürüyor.
Son zamanlarda gazetelerin üçüncü sayfa haberleri artık bu tip kadın cinayetleriyle ön sayfada yerini aldı.

Şiddet gören kadınlar için “Mor Çatı” kurumu tüm sorumluluklarını üstlenerek onlara yardımcı olmaya çalışıyor.
Toplum olarak bizim de destek vermemiz gerekiyor ama en çokta görev Emniyetimize düşüyor.

Şikayetler önemsenmeli ve kadınlarımız daha fazla korunmalı…

Daha çok eğitici seminerler verilmeli, bununla ilgili Televizyon programları olmalı.
Artık televizyonun girmediği ev yok gibi. En etkin iletişim aracı. 

Ama bizde maalesef daha çok, lüks hayata özendirici ya da aşiret ve intikam dolu diziler yer alıyor.
Artık bu ölümlere bir son verilmeli…

Kadın, tüm toplumlarda gerçekten kutsal bir değer taşımalı.
Öncelikle "Anne" olma özelliğinden dolayı.
Her kadın sevildiği sürece yapamayacağı özveri yoktur.
Çalışma şekli sadece ve sadece ‘Sevgi ve övgüdür ‘…

Kadınlarımıza sahip çıkalım…


Belgin BAYKAL

Başka Yaşamlara Özlem!









Hiçbirimiz sahip olduğumuz hayata tam anlamıyla malik değilizdir.
Başkalarının yaşamları, aileleri, çocukları hep örnek teşkil eder.
Herkes birbirini mukayese ile ne canlar yakar.
Memnuniyetsizlikler hep örneklemelerle gün yüzüne çıkartılır.
Bütün çevremiz gözden geçirilir ve örnek verilecek adaylar bulunur.
En ufak tartışmalarda ya da keyifsiz durumlarda hazır kişiler ortaya sunulur.
Herkesin kocası, çocuğu, karısı, annesi, babası, kardeşleri başka bir kıymet kazanır.
Bilmezler ki o örnek gösterilen aileler dört duvar arasında neler yaşarlar.
Gerçekten örnek midirler? Ya da onların gözünde de sizin örnek olabileceğiniz gibi,
“Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünür” Ne kadar güzel bir atasözüdür.
Sizde olan şeylerin, başkasında daha kıymetli gözükmesi…
İnsanlar ellerindekinin kıymetini gerçekten kaybedince anlarlar.
Her kaybettiklerinde de ders aldıklarını sanırlar ama bir zaman sonra değişen hiçbir şey olmaz.
Doğası gereği eski haline dönerler.
Sahip olduğu şeyi elinde tutma kavramını henüz keşfedememiştir.
Daha doğrusu çok şey yaptığını sanır ama yapılması gereken gerçek şeyleri yapmaz.
Sevdiklerinden sevgisini ve ilgisini esirger.
Madde gibi görür her şeyi.
"Bütün ihtiyaçlarını karşılıyorum daha ne istiyor" şeklinde!
Hiç kimse kaybetmeyi düşünmez.
Ama büyük bir detay atlanır.
Sahip olduklarınıza ‘sizin’ duygusuyla bakmayın!  Anlık yanınızda olduğunu düşünün,
Ertesi günü başınıza neler geleceğini biliyor musunuz?
Sizin olduğunu sandığınız şeyler gerçekten sizin mi acaba?
Ölüm ve ayrılık denen bir kavramın olduğu yerde, bu kadar emin bir hayat nasıl yaşanır.
Her gün bir daha görüşmeyecekmiş düşüncesiyle baktığımız zaman yine aynı ilgisizliği gösterebilir miyiz?
Size değer veren insanlarla oturup sohbet etmek yerine televizyon izliyorsanız ya da başka şeylerle zaman geçiriyorsanız kaybınız gerçekten çok derin olur.
Sadece iyi not alınca çocuklarınızı sevip takdir ediyorsanız onların çocukluklarını çalıyorsunuz demektir.
Onların her gün sağlık ve mutlulukla eve gelmeleri en büyük ödüldür.
Çocuklarınızı, eşinizi, dostunuzu değer vererek karşılayın ve uğurlayın,
Sizin için ne kadar önemli olduğunu hissettirin. Çünkü çok hazırlıksız yakalanabilirsiniz.
İçinizde ne çok keşkeleriniz kalır.
Siz ne bekliyorsanız, karşı tarafta sizden onu bekler bunu unutmayın!
O zaman ne duruyorsunuz?
Bugünden itibaren var mısınız? Hayatınızı tekrar gözden geçirmeye.
Sahip olduğunuz her şeyle gurur duyun ve şükredin.
Şükredin ki daha çok kısmet kapılarınız açılsın.
Başka hayatlara değil, kendi hayatınıza sahip çıkın çünkü birileri de sizin hayatınıza özeniyor olabilir.


Sevgilerimle...

Belgin BAYKAL

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Video Kliplerim




8 Mayıs 2012 Salı

Evlilik mi? Hazır mısınız gerçekten!



   









Evlilik hayali kuranlara...
Evlilik kararımızdan sonra nikah günü almak için çalıştığım iş yerindeki müdürümden o gün için izin istemiştim.
Kendisi ikinci evliliğini gerçekleştirmiş, evliliğin bütün hezeyanlarını yaşamış birisi olarak, “Aman! Evlen de, sen de gör nelerle karşılaşacağını” demişti.
O günkü mutluluğum ve heyecanımla bu kelimeler çok anlamsız gelmişti.
Kendisi bir şeyler yaşamış olabilirdi ama benim ki öyle değildi.
Herkes gibi bende ilişkimi özel hissetmiştim.
İlk zamanlar her şeye çok özen gösterilen dönemlerde, yemeklerin bile üç çeşitten az olmadığı, evinize gelen giden insanların baştan mutluluk verdiği, daha sonra yorgunluk ve mutsuzluk bıraktığı süreç olmuştu.
Herkeste dediğini yaptırma telaşı ve baskın olma durumu.
“Sözümü geçirdim geçirdim, yoksa bir daha ipleri eline verirsem bu iş yürümez” şekli.
Koşulsuz itaatkar olma durumu.
Olursan iyisin, olmazsan en kötüsün.
Hiçbir şey eski heyecanı gibi kalmıyor.
Dengede başlayan tahterevalli hayat, bir süre sonra iki
taraftan birinin daha fazla yorulup, tek başına verdiği
mücadelesiyle yön değiştiriyor.
Bir taraf daha rahat davranıp, karşı tarafı az önemseyerek
mücadeleden vazgeçiyor.
Diğer taraf onun eksikliklerini de tamamlayarak, ailesinden ve çevresinden gördüğü kutsal yuva teorisi ve evlilik kurumuna saygıdan dolayı mesaisini ikiye çıkarıyor.
Her şeyi deniyor, denedikleri karşı tarafın kendisini kıymetli görmesinden başka bir işe yaramıyor.
Zaman içerisinde bu tutum, bir tarafın sevgisini alıp götürürken, diğer tarafın bundan haberi bile olmuyor.

Ta ki finali görene kadar...
İlişkilerinizin gerçekten diğerlerinden farklı olmasını
istiyorsanız, karşı tarafı kendiniz gibi görün.
Nelerden hoşlanıyorsunuz, nelerin yapılması sizi mutlu
ediyor?
Saygı ve sevgi bekliyorsanız, önce siz verin.
Mücadele etmeden başarıya ulaşılmaz.
Dengeleri bozmamak için iki kişinin empati duygusunun gelişmiş olması gerekir.
Siz bencil olursanız, diğer taraf bir gün sizi taşımaktan yorulacaktır.
O zaman "Neden böyle oldu" demeyin, kendinizi kollamaktan vazgeçin,

Güzel Günler Sizleri Bekliyor…
Sevgilerimle…

Belgin Baykal

Ruh İkiziniz Var mı?











Aşkı yaşama ya da aşık olma hayali sizi yeni umutlara taşırken ruh ikizinizi bulma isteği devreye girer.

Fallar bakılır, her şekil yorumlanır, adım adım ruh ikizinize
kavuşma vakti geldiği söylendikçe içinizi mutluluk kaplar.
Kimdir bu “Ruh İkizi”
Gerçekten siz ne yaparsanız onu mu yapar?
Sizin gezdiğiniz, sizin yediğiniz şeylerden mi hoşlanır?
Düşünceleri sizinle birebir aynı mıdır?
Giyimi kuşamı sizin tarzınız mıdır?
Onu her düşündüğünüzde o da sizi mi düşünür?
Yoksa aşık olma vaktiniz geldiği zaman, gördüğünüz iki
benzerlikten sonra, kendinize ruh ikizinizi bulduğunuzu mu
itiraf edersiniz?
Yalnız kalmaktan mıdır ya da sevgi açlığından mıdır?
"Uysa da olur uymasa da" şeklinde gözü kapalı atlanıyor ilişkilere.
Hızlıya alınmış film gibi yaşanan ve çabuk tüketilen
ilişkilerde, nedense ruh ikizi çabucak kayboluyor.
Ya da bulunduğu sanıldığı için, gidişi bir sır oluyor.
İki tarafta birbirinin arkasından atıp tutuyor.
Bir ilişkiyi yaşamadan adını koymak çok zor.
Bazen olmaz dediğin ilişkiler çok güzel yol alır, bazen de tam tersi olabilir.
Ruh ikizi "Olsa da olur, olmasa da" yani…
Kendimi düşünüyorum ruhum sürekli değişiyor, bir gün beğendiğimi aradan zaman geçince beğenmiyorum.
Yemek alışkanlıklarım değişebiliyor, gezilerim, hobilerim, keyiflerim her şeyim değişebilirken, yani ben kendi ruhuma ikiz olamamışken, benim ruhumun ikizini bulmak kime nasip olabilir.
Ya da benimle aynı özelliklere sahip birisi ile ne kadar süre beraber olunabilir?
Bazen kendi ruhumuzdan sıkılırken, aynı ruhun ikizinden zaman içerisinde sıkılmaz mıyız?
Ruhunuzu yormayacak, sizi dinlendirecek, sizi eğlendirecek ve sorun yerine çözüm olabilecek birisini bulursanız işte "Ruh İkiziniz " o' dur. Sonuna kadar sahip çıkın ve bırakmayın.

Ruhunuza ve bedeninize iyi bakın. 


Sevgilerimle…

Belgin Baykal

Her Zaman Masum muyuz?










    Ne kadar kendimize inanan,  hatalarından ders almayan insanlarız?
    Her olayda savunmadayız, diğer taraftan bakıp düşünmek yerine sonuna kadar savaşmayı tercih ediyoruz.
    Olayların üzerine gitmemeyi, durup üzerinde düşünmeyi öğrenemedik bir türlü.
    Geçmişten gelen savaşçı ruhumuzdan mı kaynaklanıyor acaba?
    Kelimeleri içimizde tutmak zor geliyor, haklıyken haksız yere düşüyoruz.
    Sözler tüketiliyor, kalpler kırılıyor…
    Bunun üzerine özür dileyemeyecek kadar da
    “Gururluyuz”…
    Hayatta bütün seçimlerimizi kendimiz yapıyoruz aslında.
    Sadece seçemediklerimiz ailemiz ve çocuklarımız.
    Doğduğumuz zaman elimize bir katalog verselerdi, herhalde üzerinde çok oynamalar yapardık.
    Annem bu olsun, babam bu olsun, kardeşlerim bunlar olsun diye.)
    Ne yazık ki elimizdekilerle yetinmek durumundayız.
    Aynı zamanda geçinme ve kabullenme.
    Her zaman haklı olamayız, önce bunu bilmemiz gerekiyor.
    Hataları başkalarına yüklemek yerine, önce kendimizi gözden geçirelim.
    Ne kadar doğruyuz?
    Ne kadar güveniliriz?
    Herkes kendisini sevmeli diyoruz ama bu kavram karıştırılıyor.
    Bencillik ve kendisiyle barışık olmak, çok başka şeyler.
    Ben kendimi insan olarak seviyorsam başkalarını da sevmeliyim.
    Ama sadece kendimi seviyorsam ve kolluyorsam, başkalarını sevme ihtimalim çok azalır. Sadece sözde sevebiliriz.
    O zaman neleri değiştirebiliriz?
    Kendimizi tabii ki…
    Ne kadar huylarımız ve karakterlerimiz değişmeyecek gibi gözükse de üzerinde biraz çalışırsak bir hayli yol alabiliriz.
    Ben kendimde bunu denedim.
    Eski takıntılarımdan kurtulmayı başardım.
    Değer bulduğum yerde vakit geçirir oldum.
    Asla kelimesini kullanırken daha ılımlı yaklaşmaya başladım.
    Herkesi olduğu gibi kabul etme şekli hayatımı kolaylaştırır oldu.
    Ama! Yol alamayacağımı hissettiğim insanları bir kenara ayırdım.
    Sizde kendinize bir şans verin.
    Hayata kendinizi olduğunuz gibi bırakın.
    Tıpkı denizde sırtüstü yüzer gibi…
    İnsanlara kendinizi olduğunuzdan farklı gösterme çabalarıyla yorulmayın.
    İnanın her şey bütün çıplaklığıyla ortada.
    Siz ne kadar üzerinizi pahalı şeylerle örtmeye çalışsanız da,
    Sizin görgünüz,  bilginiz, kendinize kattığınız şeyler, değerinizi ortaya koyacaktır.
    “Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin” diye
    boşuna dememiş Tarkan.:))

    Belgin Baykal

    Kendine Kalıyor İnsan Eninde Sonunda...










    Uzun zamandır Nişantaşı’na çıkmamıştım.
    İstanbul’da yaşayıp bazı yerleri arada bir de olsa görmemek olmuyor.
    Hep aynı yerleri tavaf etmekten bunalıyor insan. 
    Birkaç ayda bir de olsa Boğazı görmeli, Taksim’de yürümeli, 
    Adalara gitmeli ama hafta arası.
    Yaş ilerledikçe insanların kalabalığı, şehrin yoğunluğu yormaya başladı.
    Yeni korna almış sevindirik minibüs ve taksi şoförlerinin her fırsatta ellerini çekmeden kornaya basması, insanların birbirlerini ite kalka dolaşmaları, durup dururken öfkelenen
    esnafın birbirleriyle dalaşması ve daha birçok sebep.
    Evi sever oldum, kendimi özler oldum.
    Sıcak olsun, temiz olsun, ocakta pişen yemeği, kaynayan demli çayı olsun. 
    Evimde arınmaya başladım tüm kirliliklerden. 
    İki nefesim oldu mekânım.
    Huzur kovalar oldum her yerde, kendimi anlatmalardan ve anlaşılamamaktan yoruldum. 
    Artık kendime döndüm. Ona güveniyorum ve inanıyorum. 
    Bana yalan söylemiyor, beni kırsa da sonra yine barışıyoruz. 
    Çünkü beni iyi tanıyor. 
    Nelerden hoşlandığımı biliyor, sıkıntılıysam üstüme gelmiyor ya da halledemediğim bir sorunum varsa beni dinliyor ve rahatlatıyor. 
    Bazen her şeyi yüzüme söylüyor. 
    Haklı ya da haksız! Onun sözleri kırmıyor.
    Çünkü gerçek dostum olduğunu biliyorum. 
    Ne zaman yalnız kalsam! Ondan başka yine kimsem yok...
    Beni oyalıyor, eğlendiriyor, güldürüyor, sevindiriyor bazen de ağlatıyor. 
    Bu zamanda insana can lazım, yoldaş lazım…
    "Ne sevda ne de dostluk ilişkileri" hiçbirine güvenilmiyor artık,
    "Canımsın" dediğin insanlar, sessiz sedasız seni hayatlarından çıkarıyorlar haberin olmuyor. 
    Ne kadar çabuk infaz ediyorlar sorgusuz sualsiz.
    Söz hakkın bile kalmadan kendini ipte sallanır buluyorsun.
    Böyle olunca kimseye dostum var, sevdiğim var diyemiyorsun.
    Varsa da o an var, gelecek için teminat yok.
    Hepimiz koşullu sevmeye başladık herkesi.
    "Bana iyi davranırsan, beni mutlu edersen seninle beraber olurum."
    “Kimsenin nazını sözünü çekemem” durumlarındayız.
    Bu şartlarda yalnızlığa gebeyiz.
    Aslında kendimize dönmeye başladık.
    Kendimizi nazlar olduk.
    Nelerden hoşlanıyorsak onu yapmaya başladık.
    Bizi sıkmayan insanlarla görüşmeye, hoşlandığımız ortamları paylaşmaya...
    Yani gittikçe azalır olduk.
    Küçükken mutluluğumuzu, iki elimizi kocaman açarak ifade ederdik.
    Şimdi “Bir avuç mutluluk yeter” olduk.
    Candan Erçetin'in bir şarkısında söylediği gibi;

    Kendine kalıyor insan eninde sonunda…

    Sevgilerimle,
    Belgin BAYKAL

    “ Eyvah Rtük Var”





    Rtük Logo



       


       

      Keşke! “Eyvah RTÜK Var” diyebileceğimiz bir denetlememiz olsaydı.

      Uzun zamandır merak ediyorum. RTÜK; dizi, film, müzik elemelerinde nelere dikkat ediyor diye!

      Toplumun ahlakını değiştirecek bütün yeniliklere "Evet" diyor.

      Zengin gösterişli evlerde çarpık ilişkiler yaşayan diziler hiçbir engele takılmadan geçiyor.

      Şarkı sözü demeye bin şahit isteyen abuk sabuk cinsel içerikli şarkılar klipleriyle televizyon ve radyolarda baş listelerde yerini alıyor.
      Şimdi de cinsel tercihleri gözlerimizin önüne sermeye başladılar.
      Geçen gün yeni başlayan “Kılıç Günü” diye bir dizi, eşcinsel sahnesiyle bir ilki yaşattı.

      Gözlerime inanamadım. 

      Bunların olduğunu ve yaşandığını hepimiz biliyoruz ama
      görsele taşındığı anda, “Hepimiz bunu onaylıyoruz artık izleyebiliriz” anlamına gelmiyor mu?
      Artık televizyonun girmediği ev kalmadı.
      Her şeyi bu kadar ortada yaşamak ne kadar doğru?
      Özenilen yaşamlar için nelerden vazgeçiliyor kim bilir?
      Dizilerden ve filmlerden görülen hayatlara ulaşmak için ne bedeller ödeniyor?
      “Aşk’ı Memnu” dizisinden sonra yengelere bakış değişti.
      “Yaprak Dökümü” dizisinde enişte kavramı düşünülür oldu.
      Ve en son “Fatma Gülün Suçu Ne” de ki tecavüz sahnesi nasıl RTÜK’ ten geçti hala anlamış değilim. Tecavüz nedir biliyoruz. Çok detaya girmeden anlayabiliriz. 

      Sonuçta bu bir dizi, film değil…
      Konu çok güzel, toplumun bir yarası anlatılıyor…

      Tecavüze uğrayıp bunun ruhunda yarattığı yarayı saramadan toplum tarafından dışlanmak ve yeniden hayat kurmaya çalışmak.
      Kadınlığın kutsallığı ve savunmasızlığı burada başlıyor işte.
      Bu dizileri, filmleri onaylarken izleyici kitlesini de düşünelim.
      İzletilen saat dilimlerine bakalım gece yarısından önce mi?
      Bu kadar aydın ve açık olmayalım cinsel içerikli sahnelerde.
      Sanat için soyunanlar soyunsunlar…
      Hatta beyanatlar versinler hiç utanıp sıkılmadan
      “Bu sahnelerde hiç zorlanmadım” diye birbirleriyle yarışsınlar…
      Ama ben yakınlarımla erken saatlerde televizyon izlerken bu kadar detaylı sahneler  izlemeyi tercih etmiyorum…

      RTÜK bu aşamada nerede, onu merak ediyorum?

      Neye göre onay veriliyor?


      Sevgiyle Kalın

      Belgin BAYKAL

      Nasıl Müslümanız?







      Biz nasıl Müslümanız gerçekten?

      Nüfus cüzdanımızdaki bütün bilgilere sahip çıkarken, dini yazılan yerde ki “İslam” kelimesine bir türlü sahip çıkamıyoruz.

      Namaz kılana, oruç tutana hayretle bakıyoruz. 

      Gerçekten sende mi tutuyorsun?

      Ya da namaz da mı kılıyorsun şeklinde?
      Bunlar bizim dinimizin gereği değil mi?

      Normalde yapmamız gereken şey için neden insanlar hayrete düşüyor?

      Yıllar önce bir film izlemiştim. Almanya’da yaşayan ve Alman olan bir genç kız, Türk bir genci sever ve kendi isteğiyle Müslüman olduktan sonra evlenerek hep beraber Türkiye’ye yerleşirler…

      Müslüman olan Alman kız, İslam dinini bütün incelikleriyle okur ve anlar.
      Beş vakit namaza başlar, Ramazan ayında orucunu tutar, iyi ve ahlaklı bir insan olmak için büyük çaba sarf eder. 
      Aynı evde yaşayan ve Müslüman olan eşinin ailesi ne oruç tutar ne de onun gibi beş vakit namaz kılarak iyi insan modelini benimsemezler.
      Bir de gelinlerinin bu kadar dinimize sahip çıkmasına da hayret edip alay ederler.
      Alman Gelin zamanla bunların bu davranışlarına içerler ve bir anlam veremez.
      Bir gün eşine “Böyle bir dininiz var ve siz bunun değerini bilmiyorsunuz, neden dininizin bütün yapılması gerekenleri ben yapıyorum? Siz hiçbir şey yapmıyorsunuz?” der!
      Eşi, bu soru karşısında şaşırır.
      “Biz de dinimizi seviyoruz ama sen yap öğrendiklerini, karışma böyle şeylere” der…
      Alman gelin bu açıklamaya şaşırır kalır. “Siz Tanrınızı ve dininizi yeterince sevmiyorsunuz! Sevseydiniz ibadete vakit bulur, böyle davranmazdınız” der.
      Gerçekten sevdiklerimiz uğruna yapamayacağımız şey yoktur değil mi?
      Onlar için uykusuz kalırız, günlerce üzülürüz.
      Zor zamanlarında onların yanında oluruz.
      İş hayatımızı düşünüyorum.
      Bir üst makama çıkarken üstümüze çeki düzen veririz.
      Bize bir iş verilse, sabahlara kadar gerekirse üzerinde çalışırız.
      Çocuklarımızı yetiştirirken de koşullu yetiştirmiyor muyuz?
      “Sana şunu alırım ama bana bunu yaparsan”
      “Seni oraya gönderirim ama iyi bir öğrenci olursan”
      Ama iş ibadete geldiği zaman, “Benim kalbim temiz, Allah beni biliyor” şeklinde işin kolayına kaçıyoruz.
      Sevdiklerimizi bir yere gönderirken ya da zor durumda oldukları zaman, “Allah’a Emanet”  etmiyor muyuz?
      Ya da sıkıştığımız zaman, başımıza bir iş geldiği zaman Allah’a yalvarıp yakarmıyor muyuz?
      Bu kadar güvenirken ve inanırken, ona ibadet etmekte neden zorlanıyoruz?
      İsteklerimiz konusunda her zaman yeterince arsız ama Allah’ın isteklerini yerine getirmemekte ne kadar cüretkarız.
      Büyük haksızlık yapmıyor muyuz sizce?
      Müslümanlığın karşılığı "Güzel insan olmak",
      Kul hakkı yememek, kalp kırmamak, adaletli olmak, dürüst olmak, insan sevmek, merhamet sahibi olmak ve daha birçok şey…

      Ama bu hayatı ve sahip olduklarımızı kalıcı görüp ne kadar talepkâr yaşıyoruz.
      Aldığınız, sattığınız, giydiğiniz, yediğiniz, içtiğiniz her şey bu tarafta kalacak.
      Yanımızda ne götürebiliyoruz?

      Sadece bu tarafta yaptıklarımızı…
      Tabii gerçekten Allah'a inanıyor ve onu seviyorsak…
      Dinimizin gereklerini içimizden gelerek ve inanarak, gösteriş yapmadan
      “Güzel İnsan” olarak beklentisiz yapmak dileğiyle,


      Sevgiyle Kalın…

      Belgin BAYKAL

      Kelimelerin İhaneti!

















        Ne zordur ağzımıza gelen kelimelerin içimize geri dönüşümünü sağlamak,
        Düşünmeden bir avazda çıkan sözler ortalığı kasıp kavururken, telafisi mümkün müdür?
        Ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini bilemezsin.
        İçinden gelmiştir ve sana göre doğruları söylemişsindir.
        Haklı ya da haksızsındır…
        Söz ağızdan çıkmıştır bir kere.
        Sonra nasıl düzeltilir? Ya da yaralar nasıl sarılır?
        Kelimelerin ihaneti affedilebilir mi?
        Ya da senin başkasına ihanetin…
        Yapılan şeyleri görmek ve vefalı olmaktır dostluk.
        Görülmediği zaman büyük hüsran yaratır.
        Peki! Biz bunları beklerken kendimiz ne kadar vefalıyız?
        Yapılanları hemen unutuyor muyuz?
        Ya da bir kelime için tüm yaşananları silebiliyor muyuz?
        Cevabınız evet ise, siz hiç bir zaman dost olamamışsınız.
        Günümüz ilişkileri gerçekten vefadan ve dostluktan nasibini almamış.
        Her şey menfaat ve çıkar üzerine kurulmuş.
        “Sen ne kadar veriyorsun benden bu kadar şekli”
        Vermediğin gün veda günü,
        Yapılan her şey unutulmuş ve sen en kötü ilan edilmişsin.
        Sadece son kelimeler kalmış sürekli tekrarlanan.
        Neden bu kadar acımasızca davranıyoruz?
        Acılarla büyümekten yorulmuyoruz.
        Her defasında aynı yerde tıkanıyoruz?
        Kim haklı? Kim Suçlu?
        Bu çok mu önemli ilişkilerde?
        Davranışlarımızla “Haklıyken haksız yere düşmek” daha kötü değil mi?
        İlişkilerin tadını tuzunu ayarlamak gerçekten zorlaştı.
        Bireysellik ve kendine düşkünlük, her şeyi yerle bir edecek seviyeye geldi.
        Herkes beklentili, herkes mutsuzluğa aday durumda…
        Rahat mı batıyor bizlere gerçekten?
        Sevmemeye yemin mi ettik güzel olan değerleri?
        Her şey bizim istediğimiz şekilde güzel gidince mi seveceğiz herkesi, her şeyi?.
        Koşullu sevmelere gebe mi olacağız her zaman?
        Bir insanı olduğu gibi sevmeyi kabul etmeyecek mi bu yürekler?
        Acıları unutmakta geçmişi hiç bırakmazken, iyilikleri hatırlamakta geçmişe yolculuk ne kadar zor! Güzel şeyleri çabucak unuturken, kötü şeyleri asla bırakmıyoruz.
        İnsanın doğası daha çok kötüye mi yatkın acaba?.
        Canımız bir şeye sıkıldıysa, hiç olmadık birisinde patlayabiliyoruz.
        Benim de çok nadir yaptığım ve sonra kendime gelince utandığım bir duygudur.

        Geçen gün sevdiğim bir insanla sorun yaşadım, canım o kadar sıkılmıştı ki,
        bu arada internet bağlantımla ilgili de sürekli sorun yaşıyordum.
        Beklediğim gün gelmişti sanki. İnternet Arıza servisini aradım.

        Karşıma o günün şansız insanı çıktı.
        Bana güzel bir şekilde, “Sistemlerinde sorun olduğunu ve o anda bilgilerime bakamadığını, daha sonra tekrar aramam gerektiğini söylüyordu.”
        Ben de hiç onu dinlemeden, “Sizin sorunlarınız bitmez zaten, ben sürekli sizi mi arayacağım? Siz beni arayın?" şeklinde yükleniyordum.
        Telefondaki kişi, bant kaydı olduğu için sınırlarını zorluyor kötü bir şey söyleyemiyor ama dişlerinin arasından sürekli aynı şeyleri söylüyordu.
        Sonunda fark ettim ki, onun yapacağı bir şey yoktu.
        Ama ben öfkemi başka yerde gidermeye çalıştım.
        Sonunda üzüldüm! “Ne kadar gereksiz bir çıkıştı bu” dedim.
        O kişinin mesaisini kötü geçirmesine sebep oldum belki!
        Ama iş işten geçmişti.
        Daha sonra tekrar aradım. Sistemlerindeki sorun hala çözülmemişti.
        Ama benim kendimle yaptığım görüşme sona ermişti.
        Duygusal birikimlerimi başka insanlara boşaltmayacaktım.
        Sizde öfkenize yenik düşüp, masum kurbanlar aramayın!

        Gerçek muhatap kendimizden başka kimse olamaz.


        Sevgilerimle…

        Belgin BAYKAL

        Acı Kaybımız! "İnsanlık Öldü"









          Hepimizin başı sağ olsun! Uzun zamandır tüm olumsuzluklara karşı direnen ve
          mücadele eden, içinde yıllardır sevgiyi, paylaşımı ve vefayı barındırmış, herkesin yardımına koşmuş insanlık, artık aramızda yok.
          Her geçen gün daha yalnız ve daha sorunlu olmaya başladık.
          Geçim ve seçim şeklimiz tuhaflaştı.
          Biz de aldığımız besinlerden genetiğimizle oynatıp GDO akımına uyduk galiba.
          Zaten bir şeye uymak zorunda da bırakıldık.
          Her gün karşımıza  çıkan yeni tehlikeler karşısında huysuzlaşıyor ve hırçınlaşıyoruz.
          Sevdiklerimizi ve kendimizi nelere karşı ve nasıl koruyacağımız konusunda tedirginleştikçe tahammül ve hoşgörümüz azalıyor.

          Tüm haberleşme kaynaklarından aldığımız haberler karşısında hepimiz şüphe dolu olduk.
          Artık birbirimize bile güvenmemeye başladık.
          Kimse çocuğunu bir yere gönderemez oldu.
          Yakınlarımızın dışarıda geçirdiği zamanlarında bile endişelenir olduk.
          Acaba! Otobüste cep telefonundan arayıp "Biz polisiz, derhal
          nerede olduğunu söyle" diyen soysuz organ mafyası mı arayacak?
          Arkadaşlarıyla sinemaya gittiği zaman oturduğu koltuktan şırınga ile bir hastalık mı aşılanacak?
          Yaşlı bir kadının yardım isteğine koşarak, insani duygularından dolayı böbreklerinden mi olacak?
          Yolda sakin sakin giderken, gözleri dönmüş kapkaççılar tarafından mı sürüklenecek?
          Yediği ve içtiği gıdalardan mı zehirlenecek?
          Görüştüğü arkadaşları tarafından başı mı kesilecek?
          Ellerini fazla yıkamadığı için domuz ve benzeri gripleri mi geçirecek?
          Trene binerken tinerciler tarafından mı sıkıştırılacak?
          İhmaller yüzünden sel den mi ölecek?
          Arabalarının sürekli kaç bastığını deneyen, üç şerit gezen trafik canavarlarının vahşetinden mi gidecek?
          Yazın arkadaşlarıyla gittiği piknikte keneden mi?
          Sahipsiz köpeklerin saldırısından mı?
          Evimize girmek için bin bir plan yapan soygunculardan mı?
          Her yerde olabilecek terör saldırılarından mı?
          Neden ve neye karşı koruyabiliriz?
          Önümüzde birisini öldürseler başımız derde girmesin diye görmezden gelir olduk.
          Sitelerde, binalarda kim kime ne yapmış umurumuz değil!
          Yeter ki o kişi biz olmayalım.
          Ta ki bir şey başımıza gelene kadar.
          Geldiği gün eğer bizde yanımızda kimseyi bulamıyorsak, boşuna suçlu aramayın.
          Tıpkı herkes sizin yaptığınızı yapıyor.
          Çünkü içimizdeki insani duyguları öldürdüler ve hepimizi sindirdiler.

          Evet! “İnsanlık öldü” …

          Onu hasretle anıyoruz…


          Belgin BAYKAL

          Konuşmamız Gerek

            Kendime bir hedef koymuştum. 3 tane kitap yazıp zirvede bırakacağım diye.) Aynen de verdiğim sözü tuttum. Yeni bir kitapla tekrar karşınız...