Bizde klasik bir düşünce tarzı vardır.
Kadın aldatıldığı zaman “Gül” unvanı alır.
Evlenene kadar kadın Gonca’dır aslında.
Evliliğin ilk yıllarında güldür.
Sonra yavaş yavaş gülün dikeni olmak için yol almaya başlar.
Evde kadın kendi düzenini kurmak ister.
Hani yuvayı dişi kuş yapar ya!
Aslında buradaki yuva, “Erkeğin yuvasını yapmak” için
kullanılmıştır.
Erkek, kadının izni olmadan eve hiçbir arkadaşını çağıramaz.
Evin bütün alanlarını ve eşyalarını müdahale görmeden
kullanamaz. Ailesini eşine sormadan davet edemez.
Tabii bu daha çok çalışan kadınların evliliği için geçerlidir.
Çalışmayan kadının söz sahibi olması için ailesi tarafından
maddi durumunun çok iyi olması gerekir.
Eğer erkeğin eline bakıyorsa hiç şansı yoktur. Koşulsuz eşine
itaat eder. Tabii istisna çiftler de yok değil!
Evliliğin ilk zamanlarına balayı derler ya!
Bence bunun adını yanlış koymuşlar.
En çok kavga ve boşanma eylemi, bu ilk yılda gerçekleşir.
Çünkü iki taraf da eğitimlidir.
Benim sözüm geçecek eğitimi.
Her şeyin problem olduğu bu dönem bence tam bir kâbustur.
Bin bir özlemle bir araya gelen çiftler, zamanla o ilk
heyecanlarını kaybederler.
Kadın, erkeğin her davranışına takmaya başlar.
Yemek yemesinden, telefon konuşmalarına hatta tüm
davranışlarına…
Artık büyü bitmiş ve gerçekle karşı karşıya kalmışlardır.
Erkek sürekli eleştirilmekten ve aynılıktan sıkılınca yeni
aşklara yelken açar. Sebebi büyüktür…
Evde huzuru ve heyecanı kalmamıştır.
Zamanla yapılan bu kaçamaklar herkes tarafından bilinmeye
başlar ve mağdur eş artık kendisine bir yol çizmeye karar
verir.
Bu yolun sonunda kadın toplumun gözünde “Gül gibi eş”
unvanını alır.
Hiç güllük ile alakası olmayan eşler bile bu unvandan itinayla faydalanır.
Evliyken eşine hiç önem vermeyen kadın, aldatıldığını
öğrendiği anda kendisiyle yüzleşir.
Saçında, yüzünde, kilosunda acil önlemler alır.
Tarzını değiştirir.
Amaç; karşısındaki insana neler kaçırdığını göstermektir.
"Benim gibi bir kadına bunu nasıl yapar?" psikolojisine kapılır.
O zamana kadar “Aman bunu kim ne yapsın?”,
“Herkes benim gibi aptal mı?” şeklindeki konuşmalar, bir
anda yerini büyük intikam duygularına bırakır.
Kadın hala kendisini büyük haksızlığa uğramış sayar.
Ama yaptığı hiçbir şeyi gözü görmez.
Dört dörtlük bir kadın hisseder kendisini.
Çevresinde de onun böyle düşünmesine yardımcı bir sürü hemcinsi vardır.
Toplu olarak evin erkeğine beddua edilir.
“Hiç utanmadın mı gül gibi karına, çocuğuna bunları yaşatmaya?” şeklinde devam ederler.
Evlenirken herkes kendi beraberliğini özel sanır.
"Biz onlar gibi değiliz, biz farklıyız " şeklinde yola çıkar.
Zaten bu düşünme tarzı olmasa, bu kadar insan sürekli
evlenebilir mi?
Evlilikte en önemli şey, karşılıklı sevgi ve saygıdır.
Aşk alıp başını gitse de, elde çok güzel bir birliktelik bırakabilir.
İş ki; iki taraf da bunun kıymetini bilsin.
Eğer sahip olduğun şeye değer vermezsen ve onu
sıradanlaştırırsan, elinden kaçtığı zaman boşuna üzülme.
Evlilik de bakım ister.
Arada bir yenilik ister heyecan ister güzel kelimeler ortalarda
gezsin ister. İster de ister…
Yani işin özü “Emek vermezsen, mutlu olamazsın”
Siz, siz olun; “Gül” unvanını almadan ruhunuza ve bedeninize
yatırım yapın. Hayatınızda herkes sizi terk edebilir.
Ama sizi terk etmeyecek tek şey, öz benliğinizdir.
Kendinizi sevin. Bu sevginizi sevdiklerinize de verin.
Hayatınızı beslediğiniz sevginizle kolaylaştırın…
"Aman evlendik işte; alan almış, satan satmış" mantığıyla
kendini bırakırsan, sonuç klasik ve nasırlaşmış bir evliliğe
dönüşür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder